26 Nisan 2024 Cuma

Çanakkale geçildi!

Emekçi sol cepheden kimi öznelerin resmi ideolojinin mitlerine sahip çıkması üzerine bir şeyler söylemek gerekiyor. Kemalizmin emekçi sol hareketin bir bölümünün zihin dünyasındaki yeri eski bir konu kuşkusuz. Çanakkale'de düzenlenen Adalet Kurultayı da bunun görünümlerinden biriydi.
CHP'nin dört gün süren Adalet Kurultayı'nı Gelibolu'da düzenlemesi, bu resmi tarih efsanesini yeniden güncelledi. Çanakkale Savaşı'nın 'Kurtuluş Savaşı'nın başlangıcı olduğu miti CHP eliyle yeniden canlandırılarak, Saray karşıtı mücadele isteği ve adalet arayışının Kemalizm ve CHP'nin ideolojik potasına çekilmesi için kullanıldı. Saray ise Çanakkale'yi Osmanlı tarihi ile bir bağlantı noktası olarak içeriklendirerek kendi siyasal hegemonyasını ürettiği bir propaganda malzemesine dönüştürdü.
 
Kuşkusuz bu şaşırtıcı değil. Ancak emekçi sol cepheden kimi öznelerin resmi ideolojinin kitlesel üretiminin bir unsuru olan bu mitlere sahip çıkması, bilerek ya da bilmeyerek bunun bir parçası olması üzerine bir şeyler söylemek gerekiyor. Kemalizmin emekçi sol hareketin bir bölümünün zihin dünyasındaki yeri eski bir konu kuşkusuz. Ancak CHP'nin Saray karşıtı muhalefeti manüple ederek düzen içi cepheleşmenin bir parçası haline getirme girişimleri, konuyu yeni biçimlerde güncelliyor. Çanakkale'de düzenlenen Adalet Kurultayı da bunun görünümlerinden biriydi.
 
TARİHSEL ARKA PLAN
 
Çanakkale I. Dünya Savaşı'nda İtilaf Güçlerinin, içinde Osmanlı'nın da olduğu İttifak Güçlerine saldırı cephelerinden biriydi. Resmi tarih efsanelerinin sınırlayıcı görüş açısından kurtulup nesnel olarak baktığımızda Çanakkale, özünde bir bağımsızlık ya da savunma savaşı değil paylaşım savaşının cephelerinden biriydi. İngilizlerin dünyanın en büyük donanmasına, sömürgelerine ve hammadde kaynaklarına sahip olması karşısında, Almanya'nın büyüyen sanayi ve devasa askeri gücüyle pazarlardan pay isteyen tutumu bu savaşın temel nedeniydi. Almanya ile İngiltere arasındaki hegemonya mücadelesi bir dizi alanda olduğu gibi gerileyen ve kapitülasyonların etkisi altında bir yarı sömürgeye dönüşen Osmanlı ile ilişkilerinde bile gözlemlenebiliyordu.
 
1880'lerden itibaren Osmanlı Ordusu, Alman silah sanayisinin önde gelen müşterilerinden biri haline gelmişti. 
 
1888'de Osmanlı toprakları üzerinde ilk kez Almanya'ya Haydarpaşa-İzmit/İzmit-Adapazarı hatlarında demiryolu imtiyazı verildi. İleriki yıllarda İstanbul-Bağdat imtiyazının da verilmesi ile Almanya, Osmanlı Devleti nezdindeki "en ziyade müsaadeye mazhar devlet" konumunu kazandı.
 
Almanya'yla ticaretin Osmanlı dış ticaret hacmi içindeki payı 1887'de yüzde 6 iken, 1910'da yüzde 21'e yükseldi. Buna karşın İngiltere'nin payı aynı zaman diliminde yüzde 61'den yüzde 35'e, Fransa'nın payı yüzde 18'den yüzde 11'e geriledi. Yine 1887'de Almanya'nın Osmanlı borçları içindeki payı yüzde 7,5 iken 1914'te yüzde 21'e yükseldi. İngiltere'nin payı ise yüzde 33,2'den yüzde 14'e geriledi. Sanayi yatırımları bakımından da aynı durum söz konusuydu. 1880-1913 arasında Almanya'nın bu yatırımlar içindeki payı yüzde 0,3'ten yüzde 20,6'ya yükselirken, İngiltere'nin payı yüzde 48,1'den yüzde 22,2'ye kadar gerilemişti. 2 Ağustos 1914'de Almanya ile yapılan gizli anlaşmayla Askeri Yardım Heyeti'nin yetkisi daha da güçlendirildi. Prusya Feldmareşali (Von der Goltz), iki mareşal-general (Liman Von Sanders ve sonra gelecek olan Von Falkenhayn), üç amiral (Usedom, Souchon ve Mertens), korgeneral rütbesine yükseltilen yaklaşık on generalden oluşuyordu. 1916 yılının sonlarında, kara kuvvetlerinde 640 subay, 6000 asker ve teknik personel, donanmada 150 subay, 2.300 er, boğazlar bölgesinde subay ve erlerden oluşan 1000 kişilik özel bir komando birliği bulunuyordu. Savaşın ilerleyen yıllarında Osmanlı'da bulunan Alman asker sayısı daha da artarak 25.000'e ulaşacaktı.
 
MİT VE GERÇEK
 
Osmanlıların Balkan Savaşı süresince ve sonrasında yaşadığı toprak kaybı, Avrupa'da birbirlerine karşı savaşa hazırlanan iki blok ile sürdürdüğü diplomasiden yararlanma kapasitesini de düşürmüştü. İttihatçılar Avrupa'da başlayan savaştan yararlanmak, emperyalist bloklardan birine eklemlenerek gerileme ve toprak kaybı sürecini durdurmak istiyordu. Osmanlılar önce İtilaf'a yanaşarak sırasıyla İngiltere, Fransa ve Rusya'yla görüştüler. Ancak burada aradıklarını bulamayıp geri çevrilince Almanya'ya yanaştılar. Önceleri Almanya Osmanlıların Balkan Savaşı'ndaki başarısızlıkları nedeniyle İstanbul'la bir ittifaka girmekte kararsızdı. Ancak Haziran 1914'de Avusturya-Sırbistan Savaşı'nın çıkması ve Almanya'nın Fransa karşısında Marn'da yapılan savaşı kaybederek bozguna uğramasından sonra Osmanlı ile ittifakı gündeme aldı. Osmanlı'nın Müslüman dünyası ile ilişkilerinden yararlanarak Almanların hitap alanını büyütmek hesap ediliyordu.
 
Almanya ile askeri ilişkilerin gelişmesi, Ermeni sorunundan "kurtulma" konusunda anlaşmaları ve İttihatçıların en tepe noktasında bulunan kadronun Alman hayranlığıyla da birleşince, Osmanlı'nın Almanya'nın yanında savaşa girmesinin koşulları oluşmuş oldu. Osmanlı ile Almanya arasında gerçekleşen 2 Ağustos anlaşmasından kısa bir süre sonra Osmanlı Hazinesine büyük bir para girişi gerçekleşti.
 
Bir iddiaya göre bu gizli anlaşmanın 5. Maddesi; Osmanlı İmparatorluğu'nun doğu sınırlarının, Rusya Müslümanlarını da içine alacak biçimde genişlemesini ve o bölgenin yeni tanzim edilecek sınırlar içinde kalmasını da garanti ediyordu. Tarihsel olaylar bu iddiayı doğrular niteliktedir. Enver Paşa'nın on binlerce Osmanlı askerini Sarıkamış'ta yetersiz donanımla ve kötü bir savaş stratejisiyle kırdırması ve arkasından Kafkasya ve Türkmenistan'daki çabaları, Almanların Kafkasya petrollerine Osmanlılar üzerinden sahip olma teziyle birlikte düşünüldüğünde daha anlaşılır görünmektedir. 90 bin askerin emperyalist bir maceraya kurban edilmesinden bir kahramanlık destanı çıkarılması ise trajediyi traji-komediye dönüştürüyor.
 
İngiliz donanması tarafından kovalanan ve Çanakkale Boğazı'ndan Marmara Denizi'ne giriş yaparak İstanbul önlerinde demir atan Goben ve Breslav adlı iki Alman zırhlısının Osmanlı donanmasınca 'satın alınarak' isimlerinin Yavuz ve Midilli olarak değiştirilmesi savaşın ilk habercisiydi. Gemilerin Çanakkale Boğazı'nı geçip İstanbul'a demirlemeleri, Rusya, Fransa ama özellikle de İngiltere'nin sert protestolarına neden oldu. 16 Ağustos'ta gemilere Osmanlı bayrağı çekilir ve Alman personele fes giydirilir. Bu arada Osmanlı Donanması Komutanlığı'na bu iki geminin komutanı olan Alman Souchon getirilir. Yani Genelkurmay Başkanlığı ve kimi ordu komutanlıklarının yanı sıra, donanmanın komutası da Almanlardadır. 26 Ekim'de Osmanlı Donanması bir keşif tatbikatı için hazırlanma emri alır. Yavuz ve Midilli kruvazörleriyle Karadeniz'e açılan Osmanlı Donanması, 29 Ekim 1914 sabahı Karadeniz'deki farklı Rus limanlarını ve bu limanlardaki gemileri bombalar. Yüzlerce Rus askeri ve sivil bu saldırılarda yaşamını yitirir. 2 Kasım'da Rusya, 5 Kasım'da ise İngiltere Osmanlı İmparatorluğu'na karşı savaş ilan eder. Bu savaş ilanını Enver Paşa'nın, Osmanlı İmparatorluğu adına Rusya'ya savaş ilanı takip eder. Nihayetinde savaş ilanları birbirini takip eder ve Osmanlı İmparatorluğu da resmen ittifak devletleri yanında savaşa dahil olur.
 
Bu tarihsel akıştan da anlaşılabileceği gibi Çanakkale saldırısı itilaf devletlerinin durduk yere saldırganlığıyla başlamış bir vatan savunması olmaktan çok Osmanlı'nın başına kümelenmiş İttihatçıların emperyalist bir bloka dahil olarak çöküşü durdurma macerasıdır. İkincisi Çanakkale Savaşı'nı yöneten kurmay ekibin ağırlıklı bölümü Almanlardan oluşuyordu. Genelkurmay Başkanı Bronzert V. Sehellendörf, 5. Ordu komutanı Liman Von Sanders, Çanakkale 3. Kolordu komutanı Weber Paşa, donanma komutanı Amiral Souchen, Çanakkale Boğaz Komutanı Amiral Von Usedon, 5. Ordu Kurmay Başkan Yardımcısı Von Wrankenburg idi. Yani bu savaşın tüm yönetimi Almanlardaydı.
 
'Ulusal kurtuluş savaşının' başlangıcı olarak bir mite dönüştürülen Çanakkale Savaşı'nın ardında bu tarihsel gerçek ve trajedi vardır. İttihatçılar öncülüğündeki Osmanlı İmparatorluğu, iki emperyalist gücün paylaşım savaşında Avrupa'da hızla parlayan ve sömürgelerden payını isteyen Almanya'nın yanında saf tutarak bu savaştan nemalanmak istemiş ve binlerce insan bu maceranın kurbanı olmuştur. Ve bunun sorumlusu bugünkü Kemalistlerin atası İttihatçılar ve Saray'ın halefi Osmanlı'dır.
 
Değinilmesi gereken bir başka nokta ise kapitülasyonlar meselesidir. Çanakkale Savaşı'nın "antiemperyalist" bir içeriğe sahip olduğu mitinin kapitülasyonların reddedilmesiyle ilişkilendirilmesi tarihsel gerçeklere uymamaktadır. 1914 yılında İttihat ve Terakki önderliği savaşın başlamasıyla birlikte kapitülasyonları yok sayacağını ilan ettiğinde İngiltere, Fransa ve Rusya bunu prensip olarak kabul etmişti. Esas itiraz Almanya ve Avusturya'dan yani Osmanlı'nın birlikte savaşa girdiği ülkelerden gelmişti. Dönemin maliye bakanı Cavit bey anılarında itirazını belirtmeye gelen Alman sefiri baron Wangenhaym için "adeta bir buldok köpeği gibi havlıyordu" diye belirtmektedir. Yani Osmanlı İmparatorluğu, kapitülasyonların kaldırılmasını "anlayışla" karşılayanlarla birlikte değil, bunun kaldırılmasına itiraz eden Almanya ve Avusturya ile birlikte savaşa girdi.
 
ÇANAKKALE GEÇİLDİ!
 
İttihatçılar tarafından Almanya öncülüğündeki emperyalist ittifak cephesinin bir parçası haline getirilen Çanakkale iki yıl sonra itilaf cephesinin üstün gelmesi sonucu geçilmiş, vatan ve başkenti İstanbul galiplerin işgaline açılmıştır. Geriye egemenlerin ezilenleri resmi ideolojiye bağlamak için ürettiği 'Çanakkale geçilmez' miti kalmıştır. Emekçi sol hareketin, resmi ideolojinin ezilenleri egemen akla bağlamak için ürettiği mitlere dayanan tarih okumaları ve bu okumalara bağlı olarak kurulan siyasal pratiklerle ezilenlerin egemenlerden bağımsız bir politik güce dönüşemeyeceğini bilmelidir. Emperyalist paylaşım savaşlarının 'vatan savunması' ya da 'antiemperyalizm' söylemleriyle kitlelerin aklında meşrulaştırılmasından şovenizm ve burjuva bilinçten başka bir şey çıkamayacaktır. Emekçilerin ve ezilen halkların emperyalist bir savaşa kurban edilmesinden kahramanlık hikayeleri çıkarmak CHP ve AKP-Saray cepheleri bakımından bu eşyanın doğasına uygundur. Ama ÖDP'den (H)TKP ve Haziran'a uzanan bir dizi emekçi sol gücün bu üretimin bir parçası haline gelmesi oldukça trajik görünmektedir.