3 Aralık 2024 Salı

Deniz Yılmaz yazdı: SOL Parti çok bozdu!

Bu memlekete 'sol' değil, devrim gerek. 'Sol'un politik iktidar mücadelesini içeren çizgiden kopmasının üzerinden çok zaman geçti. 'Solculuk' SOL Parti ve muadilleri sayesinde bir kültürel forma dönüştü. Devrimciliğin kemirgeni olarak devrimcilik karşıtı zeminlere atılan çıpalarla 'Sol ve Solculuk' kendisini ezilenlerin dünyasından çoktan ayırmış durumda. İdeolojik, teorik, stratejik çıpalarıyla burjuva liberal programa ve laisist kemalist cumhuriyete demirleyen bir SOL Parti'ye bu memlekette gerek var mı?

Hatırlanacaktır, bir zamanlar beğenilen ancak raydan çıkmışcasına kötüye doğru yol alan gelişmelerin ardından popüler kültür dünyasında hızla yaygınlaşan bir ifade mevcuttu. Gezi kuşağı olumsuzluğa doğru seyreden her gelişmenin ardından "Bozdu, çok bozdu, o kadar bozdu ki önünü alamadık" diyordu. Bu kötüye gidişin sürmesi durumunda ise "Artık daha fazla bozamaz diyorduk, yine bozdu" demek en bilinen refleks haline gelmişti.

İşte SOL Parti'nin 8 Ağustos 2020 tarihinde gerçekleşen 1. Olağan Konferansı da "daha fazla bozamaz" dediğimiz bir zamanda "yine bozmayı" başararak kayıtlara geçti. Böyle olunca da üzerine tartışma yürütmek zorunlu oldu. Ancak yinede vurgulayalım, SOL Parti üzerine yazılacak olan satırlar bir polemikten daha fazlası olarak düşünülmelidir. Çünkü polemikte öncelikli amaç, eleştiriye muhatap olan özneyi eğer mümkünse doğru bir siyasal çizgiye çekebilmektir. Ancak SOL Parti'nin hiçbir eleştiri duymaya tahammülü yoktur. Kuruçeşme'de başlayan Tartışma Süreçleri'nden bu yana eleştiriye ve devrimci olana kapılar çoktan kapatılmıştır. Bu yüzdendir ki yanlış bir siyasal çizginin önüne geçmek ve Mahir Çayan'ın tabiriyle "bir çok samimi unsurun kafasının karışmasını engellemek" böylesi tartışmalarda esas olandır.

Lakin böylesi bir yazıyı güncel kılan başkaca sebepler de mevcuttur. Devrimci sorumlulukları olan hiç kimsenin üzerinden atlayamayacağı bir siyasal materyal yekunu, SOL Parti konferansı ile birlikte ilgili kamuoyuna armağan edilmiştir. "Faşizme, sömürgeciliğe, emperyalizme ve neoliberal kapitalizme'' karşı nasıl mücadele edilemeyeceğini öğrenmek isteyen herkes için SOL Parti'nin konferans tartışmaları ve kararları bir başyapıt olmasa da önemli bir kaynaktır. Bu niteliğiyle antifaşist ve devrimci kuvvetlerin yükünü hafifletmiştir. Geriye yalnızca devrimci bir mücadele anlayışının kimi köşe taşlarına işaret etmek ve bazı hatırlatmaları yinelemek kalmıştır.

İLERİ ADIM YOK, HEP GERİYE EN GERİYE
Tarihsel bir anektodla devam edelim. Hikmet Kıvılcımlı'nın bir muhatabıyla yürüttüğü tartışmada "Konuşmaya devam et. Biliyorum yalan ama hoşuma gidiyor" dediği çokça anlatılır. İşte Sol Parti'nin 1. Olağan Konferansı da öncesi ve sonrasıyla ancak bu görüş açısıyla değerlendirilmelidir. Öyle ki, konuşulanlar, söylenenler ve karar altına alınanlar devrimin zaferine inanan herkes için o kadar devrimciliğin uzağındadır.

Bu anlamda konferansın siyasal çerçevesini tarif eden ve yine konferansın çağrı sloganıyla aynı olan Hayri Kozanoğlu'nun "Memlekete Sol Gerek" başlıklı yazısı, SOL Parti'nin izleyeceği tarihsel değişim rotasını şu sözlerle duyurmuştur.

"Bu konferans partinin yol haritasının belirlenmesi yanında ideolojik, teorik ve stratejik anlamda yenilendiğini göstermek açısından da önemlidir. Bugün toplum, sosyalizm anlayışını köşeli bir biçimde ifade etmeyen; kapsayıcı, esnek, ön yargılardan uzak, sıcak tınılı bir sol partiye gerçekten gereksinim duyuyor."

Liberalizmin sıcak tınılı kavramlarının yer aldığı bu duyuru her ne olursa olsun gerçekçi bir iddiadır. Zira SOL Parti'nin konferans kararları da, bu iddiaya uygun davranmış ve gerçek bir 'yenilenmeyi' başarmıştır. Sol Parti, stratejik olarak burjuva demokratik restorasyonu, ideolojik olarak sol liberalizmle soslanmış kemalizmi, teorik olarak ise "sosyal devlet ilkesini" kendisi için yeni bir bayrak olarak yükseltmiştir. Zaten aynı yazıda bahsedilen SOL Parti'nin "üç çıpasının" vurulduğu yerlerden de başka bir şey çıkmasına imkan yoktur.

Ancak bu üç çıpanın ne olduğuna bakmadan evvel SOL Parti'nin konferans ile amaçladığı siyasal hedeflerini incelemek yerinde olacaktır. Zira tüm konferans kararları ve dönem taktikleri bu zemin üzerinde inşa edilmiştir. SOL Parti yöneticilerinin ifadelerine göre "önümüzdeki dönemde en önemli mesele kuşkusuz ki ülkeyi uçuruma sürükleyen, 'Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi' denilen bu siyasal düzenin değiştirilmesidir." SOL Parti için ideal cumhurbaşkanı adayı "parlamenter sisteme dönüşü kabul etmiş ve geçiş programına sahip olan" bir adaydır. "Laiklik solculuğun olmazsa olmazı" iken "Şeriata karşı Cumhuriyet değerlerini korumak" SOL Parti için günün en önemli görevi sayılmaktadır. Tüm bunlardan çıkan tek sonuç ise burjuva liberal iyileştirme programının kabulü, faşist şeflik rejimine karşı mücadelesizlik, kemalizme demir atma ve Cumhuriyet'in savunusu adına CHP'ye iltica etmenin yolunu yapmaktır. SOL Parti 1. Konferansı, sıradan bir düzen partisi olma yolunda, irade ve karar birliğinin güçlendirilmesiyle sonuçlanmıştır.

FAŞİZME KARŞI MÜCADELE VE SOL PARTİ: 'MEMLEKET NERESİ KARDEŞİM'
SOL Parti 1. Konferansı, "Memleketin ihtiyaç duyduğu sol politikayı oluşturmak" iddiasını taşıyor. Ancak konferans üzerine yazılanları okuyan ve konferans kararlarını inceleyen herkesin aklına hemen şu soru düşüyor: "Memleket neresi kardeşim?" Öyle ki, Sol Parti'nin programatik görüşleri ve eylem programı, burjuva demokrasisinin egemen olduğu coğrafyalarda dahi ezilenlerin ihtiyacına yanıt vermekten uzaktır ve yine ezilenleri egemen sınıfların insafına terk etmektedir.

Peki SOL Parti, meşhur üç çıpasını nereye vuruyor?

"Bunlardan birincisi, bilime, Aydınlanma'ya ve cumhuriyet değerlerine inatla sahip çıkması, laikliği yeniden kazanma perspektifine sahip olmasıdır. Sol Parti artık hilafet, şeriat özlemlerini dile getirmekten çekinmeyen, giderek cüretini artıran gericiliğe karşı her cephede çetin bir 'kültür savaşı' vermekten geri durmuyor."

Bu satırlarda faşizm ve faşizme karşı mücadele gibi devrimci mücadelenin temel kavramlarını arayanlar boşuna yorulmasın. SOL Parti için günün temel sorunu faşist şeflik rejiminin yıkılması ve politik özgürlüğün kazanılması değildir. Öyle ki SOL Parti'nin konferans hazırlık metinlerinde ve karar programında faşizm kelimesi bir kez olsun geçmemekte, yalnızca bir yerde 12 Eylül faşist anayasasının iptali talep edilmektedir. SOL Parti'nin politik İslamcı faşist rejimle olan derdi laikliğin sınırları kadardır.

SOL Parti söylemekte zorlanıyor olabilir ama biz söyleyelim. Bunun tek anlamı mevcut devleti kurucu kemalist ideoloji ve politikalarına geri döndürme gayretidir. SOL Parti'nin tüm politikası CHP tabanındaki laik orta sınıflardan üye kazanmaya dönüşmüştür. Bir anlamda SOL Parti CHP'den bir farkımız kalmadı demektedir. Faşizme karşı devrimci savaşım gibi iddiaları çoktan bir kenara koyan SOL Parti'nin "gericiliğe karşı her cephede vereceği çetin kültür savaşı" da kemalizmin ideolojik ve kültürel öğelerine sarılmaktan daha fazlası olmayacaktır.

"Yerel yönetimlerin temel alınması, 12 Eylül anayasasının bütün faşist hükümlerinin iptal edilmesi, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün her düzlemde geliştirilmesi ve gerçek bir demokrasi için tüm yasal düzenlemelerin yapılması…" İşte SOL Parti'nin 'tek adam rejimine' karşı karar altına aldığı demokratik dönüşüm programı bunlardan ibarettir. Avrupa Birliği kriterlerinde yerel yönetim, 12 Eylül anayasasının iptali ve demokratik yasal düzenlemeler. Artık kimse SOL Partiyi devrimci olmamakla, faşizme karşı mücadeleyi tavsatmakla eleştirmez. Zira böylesi bir programı hayata geçirmek için devrimci olmak gerekmediği gibi tutarlı bir demokrat dahi olmaya lüzum yoktur. CHP'nin sol ayağı olmak fazlasıyla yeterli olacaktır.

EZİLENLERİN DEĞİL ORTA SINIFLARIN TALEBİ: BİRAZ ULUSALCILIK, BİRAZ SOSYAL DEVLET VE GÜLERYÜZLÜ KAPİTALİZM
Sol Parti birinci çıpasını laikliğe ve Cumhuriyet'e atmıştı ikincisini ise burjuva sosyal devlete atıyor ve burjuva demokrasisi ile karakterize olan programatik görüşlerini bu biçimde şekillendiriyor. Bu hususta son söylenecek olanı en başta söylemekte yarar var. SOL Parti, ehlileştirilmiş demokratik bir kapitalizmi programına yazmıştır. Onun amacı "piyasa toplumunun aşırı tüketimine net bir tavırla muhalefet etmektir". Emperyalist küreselleşmenin ve neoliberalizmin yıkımına karşı SOL Parti'nin reçetesi sosyalizmin toplumsal mülkiyeti değil burjuva devletin kamuculuğunu öne çıkartmak yani bir anlamda devlet kapitalizmini yeniden onarmaktır. "Ekonominin piyasa sinyallerine göre değil de, toplumdan yana" örgütlenmesini söylemek, sınıf işbirlikçisi bir burjuva ekonomik programı savunmaktan daha fazlası değildir. Daha özet bir deyişle sosyalizm saflarından sosyal demokrasinin ekonomik ve toplumsal politikalarına yönelik eleştirilerin önemli bir kısmının bugünkü muhatabı SOL Parti'dir.

Bu bakımdan söylemek gerekir ki ekonomik krize karşı "devlet yardımı ve üretim ekonomisi" öneren SOL Parti'nin konferans kararları ile CHP'nin ya da dünyanın herhangi bir yerindeki sosyal demokrasi iddialı partilerin arasındaki farklar olabildiğince azalmıştır. Sermaye oligarşisini ve işbirlikçi tekeci burjuvaziyi mülksüzleştirmek, bankaları, büyük çaplı sınai ve ticari işletmeleri kamulaştırmak artık SOL Parti'nin literatüründen çıkmış gözüküyor. Ancak tüm düzen içi karakterine rağmen SOL Parti'nin gördükleri bir hayalden fazlası değildir. "Sosyal devlet"e dönmeyi talep etmenin, işçi sınıfı ve ezilenleri orta sınıfların ekonomik ve siyasal programına yedeklemeye çalışmaktan öte bir anlamı yoktur.

SOL Parti'nin üçüncü çıpasını attığı antiemperyalizm iddiası ise kelimenin gerçek manasıyla ulusalcılıkla soslanmış ve alabildiğine daraltılmış, bir kaç üs ve askeri ittifaka indirgenmiş, emperyalist küreselleşme ve onun sonuçlarını hesaba katmayan cılız bir antiemperyalizm anlayışıdır. Bu bakımdan SOL Parti'nin anti emperyalizmi "NATO'dan çıkmak ve askeri üsleri kapatmak" ile sınırlıdır. Yine SOL Parti'nin gündeminde Türkiye'nin bir ekonomik mali sömürge olduğu yoktur. SOL Parti, kimi özelleştirmelerin geri alınması yoluyla Türkiye'yi emperyalist küreselleşme zincirinden kopartabileceğini düşünedursun emperyalist mali sermayeyi ve işbirlikçisi tekelci burjuvaziyi tasfiye etmeden bağımlılık zinciri kırılamayacaktır. Bu ise SOL Parti'nin ulusal kapitalizm taleplerini fazlasıyla aşan bir devrim programının konusudur.

POLİTİK ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ DEVRİM MÜCADELESİDİR
SOL Parti'nin, 1. Konferansı dahil olmak üzere kuruluşundan bu yana bilinçli bir tercih olarak öne çıkarttığı şeriatçılığa karşı laiklik mücadelesi, politik İslamcı faşist şeflik rejiminin dinselleştirme saldırısının yanlış kavranılmasına yol açtığı gibi ezilenlerin bilincinde ve eyleminde kimi yön kayıplarına sebep oluyor. Bugün politik İslamcılıkla mücadele, politik özgürlük sorunundan kopartılarak ve rejimin faşist karakteri unutularak sürdürülemez. Dinselleştirme saldırısına karşı mücadele politik İslamcı gericiliğe ve faşist diktatörlüğe karşı yürütülecek devrimci mücadeleden ayrı ele alınamaz.

Ayrıca belirtmek gerekir ki, "cumhuriyet değerleri" olarak savunulan her şey, politik İslamcı diktatörlüğün burjuva özü ve faşist karakteri ile uyum halindedir. Erdoğan diktatörlüğü, "cumhuriyet değerleri"nin içinde verili, onun ürünü ya da başka bir ifadeyle, "cumhuriyet değerleri"nin güncellenerek üretilmesidir. SOL Parti, kendisine kıyasla ezelden beri kemalizmi benimsemiş olan geleneksel sermayenin dahi herhangi bir burjuva değişim programını değil, mevcut rejimi sürdürebilmek uğruna faşist şeflik rejimini tercih ediyor olmasının sebeplerini anlayamayacak kadar körleşmiş durumdadır.

Bu yüzdendir ki dinselleştirme saldırısına karşı mücadele politik özgürlük mücadelesine, politik özgürlük mücadelesi ise devrim mücadelesine çıkmaktadır. SOL Parti'nin lafzi olarak savunduğu halk demokrasisinin gerçek inşası faşist devlet aygıtının dağıtılmasıyla mümkündür. Faşizme karşı mücadele, burjuva parlamenter demokrasinin savunulması ya da rejimin demokratik dönüşüme uğratılması sorunu değildir. Mesele devrimci bir iktidar alternatifinin yaratılmasında düğümlenmektedir.

Politik İslamcı faşist şeflik rejimini zora dayalı devrimle ve silahlı mücadele başta gelmek üzere bütün mücadele araç ve biçimlerini kullanarak yıkmaktan başka bir yol yoktur. Bilinen tabirle söylersek faşizme karşı mücadele devrimci mücadeleyi ilerletecek, devrim faşizme karşı mücadeleyi zafere ulaştıracaktır. Bundan sonrası ise SOL Parti'nin ilgi alanına girmeyen, pratik devrimci mücadelenin konularıdır.

Hayri Kozanoğlu'na dönecek olursak bu memlekete 'sol' değil, devrim gerek. 'Sol'un politik iktidar mücadelesini içeren çizgiden kopmasının üzerinden çok zaman geçti. 'Solculuk' SOL Parti ve muadilleri sayesinde bir kültürel forma dönüştü. Devrimciliğin kemirgeni olarak devrimcilik karşıtı zeminlere atılan çıpalarla 'Sol ve Solculuk' kendisini ezilenlerin dünyasından çoktan ayırmış durumda. Yani Kozanoğlu'nun memleketi ile işçi ve emekçilerin, yoksulların, kadınların, Kürtlerin, Alevilerin, gençliğin, LGBTİ+ ve tüm ezilenlerin özlemini duyduğu ve mücadelesini yürüttüğü memleket aynı değil. İdeolojik, teorik, stratejik çıpalarıyla burjuva liberal programa ve laisist kemalist cumhuriyete demirleyen bir SOL Parti'ye bu memlekette gerek var mı?