20 Ağustos 2025 Çarşamba

Sosyalist siyasetin yerel eşiği: Eskişehir üzerine notlar

Türkiye'de sosyalist solun temel açmazlarından biri, siyasal stratejisini ulusal ölçekli iktidar tahayyüllerine hapsederek, yerel ölçekleri ikincil bir alan olarak görmesidir.

Türkiye'de sosyalist solun temel açmazlarından biri, siyasal stratejisini ulusal ölçekli iktidar tahayyüllerine hapsederek, yerel ölçekleri ikincil bir alan olarak görmesidir. Oysa kentler, sınıfsal çelişkilerin somutlaştığı, hegemonya ilişkilerinin gündelik yaşam pratikleri üzerinden yeniden üretildiği mekanlardır. Bu bağlamda Eskişehir, yalnızca "model belediyecilik" söylemleriyle değil, toplumsal rızanın inşasında kültürel sermaye, mekansal dönüşüm ve siyasal vesayet ilişkilerinin iç içe geçmesiyle de özgün bir örnek sunmaktadır. Sosyalist siyaset için mesele, bu özgünlükleri çözümleyerek, eleştiriyi aşan bir siyasal müdahale zeminine ulaşmaktır.

Bu yazıda üç eksende hareket edeceğim. Öncelikle, Eskişehir'de siyasal yapı ve yerel yönetimin niteliğini inceleyerek, kentin mevcut siyasal-toplumsal anatomisini açığa çıkaracağım. Ardından, sosyalist yerel siyaset için imkanların nerelerde filizlenebileceğini, hangi çelişki noktalarının müdahaleye elverişli olduğunu tartışacağım. Son olarak ise, yerel siyaseti salt bir teşhir alanı olarak görmeyen, eleştiriyi aşan bir siyaset tekniğinin imkanlarını sorgulayacağım. Böylelikle, sosyalist siyasetin yerel eşiğinde duran Eskişehir örneğinden yola çıkarak, Türkiye sosyalist solunun teorik açmazlarının ve pratik çıkmazlarının yereldeki yansımalarını görünür kılmayı hedefliyorum.

ESKİŞEHİR'DE SİYASAL YAPI VE YEREL YÖNETİM
Eskişehir'in siyasal yapısını anlamak için, öncelikle Türkiye'nin genel siyasal coğrafyasındaki konumunu hatırlamak gerekir. İç Anadolu'nun merkezinde yer alan şehir, hem muhafazakar kırsal hinterlandıyla ve hem de göçlerle çeşitlenmiş kentsel merkezleriyle, ikili bir siyasal yapıya sahiptir. Bu ikilik, yerel yönetim düzeyinde de sürekli yeniden üretilmiştir. 1999'dan itibaren kentin belediye yönetimi "sosyal demokrat" çizgiye geçmiş ve bu durum neredeyse çeyrek yüzyılı aşkın süredir varlığını korumuştur. Dolayısıyla Eskişehir, Türkiye siyasal hayatında "CHP'nin uzun vadeli yerel iktidarı" imgesiyle özdeşleşmiştir.

Bu uzun dönemli sosyal demokrat yönetim iki düzeyde değerlendirilebilir. Birincisi, yerel iktidarın meşruiyet kaynaklarıdır. 1990'ların ekonomik krizleri ve merkez sağın çözülüşü sırasında CHP'nin kente "hizmet belediyeciliği" ile girmesi, başlangıçta bir rasyonel-işlevsel yönetim vaadiydi. Tramvay hattı, Porsuk Çayı'nın düzenlenmesi, kültürel etkinliklerin artırılması gibi projeler, kentin "modern, Avrupai, yaşanabilir şehir" imajını güçlendirdi. Bu, özellikle orta sınıf, eğitimli ve kentli kesimlerde CHP'nin süreklilik kazanan bir destek bulmasını sağladı. Yerel iktidarın meşruiyetinin ikinci kaynağı ise, AKP'nin Eskişehir'de kökleşememesi oldu. Şehir, 2000'lerden itibaren muhafazakar-milliyetçi dalganın ortasında bir "sosyal demokrat ada" işlevi gördü.

Fakat bu görünüşün altında ciddi gerilimler saklıdır. Sosyal demokrat yönetim, uzun vadede iki farklı yönelimin bileşimi haline geldi. Bir yanda, kamusal hizmetlerde etkinlik ve yaşam kalitesini yükseltmeye dönük teknik modernleşme hamleleri; öte yanda ise, neoliberal kentsel politikalarla uyumlu bir vitrin estetiği. Porsuk Çayı'nın kent merkezinde "Avrupa kenti" imajı yaratacak biçimde düzenlenmesi, aslında kamusal mekanın estetikleştirilmiş ama sınıfsal ayrışmaları derinleştiren bir yeniden üretimidir. Benzer şekilde, tramvay ağı kenti daha erişilebilir kılsa da, mekansal planlama kararları çoğunlukla orta sınıf tüketim odaklı kentsel alanlara öncelik verdi. Dolayısıyla Eskişehir'de sosyal demokrat belediyecilik, Gramsciyen bir hegemonya inşasının "kültürel liderlik" boyutunu güçlü biçimde kurarken, toplumsal tabanla kurumsal siyaset arasındaki organik bağları zayıflatmıştır.

Yerel siyasal yapının bir başka boyutu, kentin sosyo-demografik çeşitliliği ile belediye arasındaki ilişkidir. Mübadeleyle gelen Rumeli kökenli nüfus sosyal demokrat belediyeciliğin kültürel taşıyıcısı haline gelirken, 1950 sonrası kırsal göçlerle oluşan işçi mahalleleri uzun süre ikincil konumda kaldı. İşçi sınıfının Eskişehir'deki tarihsel rolü (demiryolu işçileri, şeker fabrikası emekçileri, TÜLOMSAŞ işçileri) yerel yönetim tarafından kültürel bir miras gibi anılsa da, güncel politikada doğrudan bir temsil imkanı bulamadı. Böylece sosyal demokrat yönetim, emekçi sınıfları tarihsel bellekte onurlandırırken, güncel karar süreçlerinde marjinalize etti.

Siyasal yapı açısından dikkate değer bir başka nokta, genç nüfusun rolüdür. Üç üniversitenin varlığı, Eskişehir'i Türkiye'nin en yoğun öğrenci kentlerinden biri yapmaktadır. Bu gençlik, belediye yönetiminin kültürel projelerinde önemli bir hedef kitleye dönüştü. Festivaller, konserler, tiyatro etkinlikleri, öğrencilere dönük ulaşım politikaları kısmen bu kitleye yöneliktir. Ancak gençlik, aynı zamanda muhalefet potansiyelini de taşır. 2013 Gezi direnişi sırasında Eskişehir, Türkiye'nin diğer büyük şehirleriyle birlikte güçlü bir direniş sahnesine dönüştü. Bu olay, yerel iktidarın toplumsal tabanla kurduğu ilişkinin sınırlarını da açığa çıkardı. Belediye yönetimi, gençlik hareketlerinin radikal taleplerini kucaklamak yerine, çoğunlukla kontrollü bir mesafe korumayı tercih etti.

Belediyeciliğin uzun soluklu tek-kişilik liderlik üzerinden sürmesi, siyasal yapının kurumsallaşmasını da sınırladı. Kentin imgesi çoğu kez belirli lider figürleriyle özdeşleşti. Bu da sosyal demokrat yönetimin bir örgütsel kolektiften çok karizmatik yönetim biçimiyle işlediğini gösterdi. Weberyen anlamda karizmatik otorite ile rasyonel-yasal otorite arasında salınan bu yönetim tarzı, kısa vadede seçmen sadakatini pekiştirirken, uzun vadede parti içi demokrasi ve örgütsel yenilenme kapasitesini zayıflattı. Bu durum, CHP'nin Eskişehir örgütünde sıkça tartışma yarattı. Parti tabanı, belediye yönetimiyle arasında giderek artan mesafeyi deneyimledi.

Son yıllarda kentsel dönüşüm projeleri, siyasal yapıyı yeniden şekillendiren en önemli unsur haline gelmiştir. Çevre mahallelerde yükselen TOKİ konutları ve kentsel dönüşüm alanları, bir yandan barınma sorununa çözüm iddiası taşırken, diğer yandan mekansal ayrışmayı ve sınıfsal kutuplaşmayı derinleştirdi. Yerel yönetim ile merkezi hükümet arasında işbirliği imkanlarının oluşmamasına paralel olarak, sosyal demokrat söylem ile neoliberal pratik arasındaki gerilim daha da görünür oldu.

Özetle, Eskişehir'in siyasal yapısı, bir yandan sosyal demokrat belediyeciliğin uzun süreli başarısını simgelerken, diğer yandan bu başarının hangi sınırlar içinde gerçekleştiğini gösterir. Yerel yönetim, orta sınıf modernliğini temsil eden kültürel ve mekansal politikalarla hegemonya kurarken; emekçi sınıfları, gençlik hareketlerini ve örgütlü toplumsal muhalefeti çoğu kez vitrinin dışında bırakmıştır. Bu nedenle Eskişehir deneyimi, sosyal demokrasinin neoliberal çağda yaşadığı ikilemin tipik bir örneği olarak okunabilir. Bir yanda, kamusal hizmetlerin iyileştirilmesiyle kurulan meşruiyet; öte yanda, katılımın sınırlılığı ve toplumsal tabanın parçalı temsili.

Bu çelişkiler, Eskişehir'i yalnızca bir başarı hikayesi olmaktan çıkarıp, Türkiye'nin sosyal demokrat yerel yönetim deneyiminin sınırlarını ve açmazlarını gözler önüne seren bir vaka haline getirir. Şehir, siyasal yapısındaki bu gerilimlerle birlikte, Türkiye'de muhalefetin geleceği üzerine düşünmek için kritik bir laboratuvar işlevi görmektedir.

SOSYALİST YEREL SİYASET İÇİN İMKANLAR
Eskişehir'de uzun süreli sosyal-demokrat yerel iktidarın ürettiği hizmet rasyonalitesi ile kentsel toplumsal ilişkilerin sınıfsal dokusu arasındaki mesafe, sosyalist siyaset açısından, eleştirilecek bir durum olmanın ötesinde somut bir imkandır da. Gramsci'nin hegemonya kavramını ciddiye alırsak, Eskişehir'de kurulan hegemonya, yaşam tarzı modernliği üzerinden kültürel meşruiyet devşirirken, emek süreçlerinin güncel örgütlenişinde ve kentsel yeniden üretim döngülerinde kalıcı temsil açıkları bırakmaktadır. Sosyalist strateji, bu açığı bir karşı-hegemonyaya çevirebileceği, örgütlenebilir çelişkileri bulmak ve kalıcı kurumsal formlara taşımak zorundadır.

Hakim neoliberal belediyecilik rejimine karşı sosyalist siyasetin yerel ölçekte nasıl muhalefete dönüşüp kentin sıcak gündemine nüfuz edeceği, sorusuna odağı şöyle netleştirerek cevap arayacağım: Yerel muhalefeti, 1) bilgiyi güç ilişkisi olarak kavrayan bir araştırma-aygıtı; 2) gündelik yeniden üretim krizlerine yoğunlaşan somut kampanyalar; 3) kurumsal süreçlere dışarıdan bağlayıcı müdahaleler; ve 4) örgütlü özne inşası, olarak dört iç içe halkada düşünmek gerekir. Bu mimaride, makro soyutlamalar kent gündeminin somut ritimlerine eklemlenerek işlerlik kazanır ve makro-söylem yerel ritimlere tercüme edilerek hegemonik dili delme imkanlarına kavuşur.

İlk halka olan militan araştırma, kent gündemini yeniden biçimlendirecek veriye ulaşmayı ve elde tutmayı ifade eder. Burada amaç, mevcut durumu teşhir etmekle yetinmeyip, müzakere gücü doğuran bir bilgi altyapısı kurmaktır. İkinci halka, gündelik yeniden üretim krizlerine odaklanan kampanyalarla, yeniden dağıtım–tanınma–temsiliyet üçlemesini yerel ritimlere uyarlamaktır. Böyle kampanyalar, makro sınıf söylemini pazartesi sabahı semtte yaşananla buluşturur ve muhalefet yeniden üretim rejimine müdahale pratiğine dönüşür. Üçüncü halka, kurumsal süreçlere dışarıdan ama bağlayıcı müdahalelerdir. Belediye bütçesinin ve ihale süreçlerinin izlenmesi burada önem kazanır. Dördüncü halka ise, örgütlü özne inşasıdır: Burada STK'laşmanın dar koridorundan kaçınmak için temsilin kurucu yetkiyle birleşmesi gerekir. Mahalle meclislerini danışma noktası olmanın ötesine taşıyarak bağlayıcı eş-yönetim talebinin sahası olarak kurmak; sendikaları, emekli derneklerini, kadın kolektiflerini, gençlik inisiyatiflerini ve ekolojik mücadele topluluklarını bu meclislerin asli bileşenleri yapmak ve kararların bu yapılardan geçmedikçe meşru sayılmaması yönünde kentsel bir "doxa" üretmek. Bu mimariyi daha işler kılmak için bir muhalefet döngüsü önermek de mümkün: Tanıla > çerçevele > örgütle > kurumsal düğüme yüklen > ölç > tekrar et. Döngü, seçim takviminden bağımsız çalışır; seçim geldiğinde ise hazır bir örgütsel altyapı, söylemi temsil kapasitesine çevirir.

Karşı argümanlarla dürüstçe hesaplaşalım. "Orta sınıf modernliği ürker" itirazı, orta sınıfın krizinin sınıfsal doğasını apolitikleştirir. Karşı-hegemonik dil, bu kesimin gündelik sıkışmasını adalet–etkinlik ekseninde görünür kıldığında, Eskişehir'in vitrini ile çeperi arasındaki eşitsiz değişim ilişkisini teşhir etmek popülizm değil, ölçülebilir bir kamu politikası tartışması olur. "Mevzuat izin vermez" itirazı, yapılabilir olanın sınırlarını dar okur; oysa bütçe, ihaleler ve performans göstergeleri gibi enstrümanlar fiilen norm üretir. "Kurumlara erişimimiz yok" itirazı ise, kamusal meşruiyet üretiminin esasen dışarıda gerçekleştiğini görmezden gelir; zira kurumsal veto, toplumsal veto karşısında zayıftır.

Söylemin tonunu netleştirmek gerekir. Sosyalist yerel muhalefet, "şehir şovenizmi" yerine "yeniden üretim adaleti" üzerinden konuştuğunda, kültürel kutuplaşmayı değil sınıfsal ortaklaşmayı çoğaltır. Makro iddialarını kent ritimlerine tercüme ettikçe, ulusal siyasetin soyut tavanı yerel siyasetin somut tabanına bağlanır. Eskişehir'de bu tercüme, CHP vitrininin yarattığı "normal siyaset" zeminini altından iterek yapılabilir. Militan araştırma, kampanya, kurumsal zorlayıcılık ve örgütlü özne inşası bir araya geldiğinde, muhalefet yalnızca itiraz eden değil, kent siyasetinin gündemini belirleyen bir aktöre de dönüşür. Bu dönüşüm yaşandığında, yerel muhalefet makroyu beklemez, makroyu yerelde yeniden kurar.

ELEŞTİRİYİ AŞAN SİYASET TEKNİĞİ
Yerel sosyalist muhalefet fikrini, mevcut belediye pratiklerinin eleştirisi olarak görmekle yetinmeyen, kentin gündelik ritimlerine nüfuz eden bir örgütlenme mimarisi olarak yeniden kuran bir tartışma açmaya çalıştım. Türkiye sosyalist hareketi için önemli bir meselemiz olduğunu düşünüyorum: Makro strateji ile mikro gündelik siyaset arasındaki aralığın nasıl kapatılacağı meselesi.

Yukarıda kurduğum dört halkalı mimari, aslında Gramsci'nin "organik aydın" kavramıyla da buluşuyor. Militan araştırmayı, bilgi üretiminin ötesinde, kentin farklı toplumsal kesimlerinin deneyimlerini siyasal dile tercüme etme kapasitesi olarak düşünürsek, bu entelektüel işlev yerel ölçekte örgütlenmenin çekirdeğine dönüşür. Bu noktada Eskişehir örneği özellikle anlamlı, çünkü sosyal-demokrat belediyeciliğin hegemonik dili "modern, hizmetkâr belediye" söylemi üzerinden kurulmuş durumda. Sosyalist müdahale bu söylemi doğrudan yıkmaya çalıştığında marjinalleşme riski var, ama yeniden üretim döngülerine dair veriyi elde tutup kamuoyuna çevirdiğinde bu hegemonyada yarılma hatları üretecektir.

Yukarıda önerdiğim "tanıla…tekrar et" döngüsü aslında bir siyaset teknolojisi olarak da okunmalıdır. Bu türden bir döngü, sosyalist siyasetin gündelik hayatta kullanılabilir, tekrar edilebilir bir pratikler dizisine dönüşmesini sağlar. Türkiye'de sosyalist hareketin yapısal açmazlarından biri, makro tezlerin örgütsel tekniklere çevrilememesi, yani siyasetin işlerlik edinen bir zeminden yoksun kalmasıdır. Bu döngü bunu aşmaya dönük imkanlar barındırıyor.

Yeniden üretim adaleti çerçevesini, sosyalist hareketin karşı-söylem üretirken yerelci ya da hemşehrici dile kayma riskini önleyebilecek bir kavramsallaştırma olarak görüyorum. Çünkü kentteki toplumsal çelişkileri hem sınıfsal temelde kuruyor ve hem de gündelik sıcak meselelerle ilişkilendiriyor. Böylece hem kültürel kutuplaşmayı yeniden üretmemiş oluyor, hem de toplumsal ortaklaşmayı büyütebilen bir siyasal dil kuruyor.

Eskişehir üzerinden gidersek, örneğin öğrencilerin barınma sorunu ya da sanayi işçilerinin servis–ulaşım maliyeti krizini yeniden üretim döngüsünün adaletsizliği üzerinden çerçevelediğimizde, makro söylemi yerelin ritmine bağlamış oluruz. Bu bağlamda, CHP'nin modern vitrin dili karşısında, sosyalist muhalefet kentteki gündelik çelişkilerin görünür kılınması ve ortaklaştırılması üzerinden hegemonik bir alan açabilir.

Artık toparlayayım…
Sosyalist yerel muhalefet, eleştirinin ötesine geçerek, bir siyaset tekniği de üretmek zorunda. Bu teknik, seçimden seçime koşullanmaz, kendi döngüsünü yaratır ve kenti bir laboratuvara çevirir. Böyle bakıldığında, tekrar söyleyeyim, yerel muhalefet makroyu beklemez, makroyu kentin somut gündemini dönüştürerek kurar.