Adana'da insan hakları ve barış için insan zinciri oluşturuldu
İHD Adana Şubesi, İnsan Hakları Haftası kapsamında Taş Köprü üzerinde insan zinciri oluşturdu, barış ve kardeşlik talebini dile getirdi.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Adana Şubesi, İnsan Hakları Haftası kapsamında Seyhan Nehri'nin iki yakasını birleştiren tarihi Taş Köprü üzerinde insan zinciri oluşturdu.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), EMEP, CHP, Halkevleri, ESP, TÖP, Kızıl Parti ve demokratik kitle örgütlerinin de katıldığı eylemde barış ve kardeşlik talebi dile getirildi. Açıklamadan önce eyleme katılanlar oluşturulan panoya barış mesajlarını yazdı.

Açıklamayı okuyan İHD Adana Şube Başkanı Yasemin Dora Şeker, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin kabul edilişinin 77. yılında olduklarını hatırlattı, "Özellikle devletlerin demokrasi ve hukuk taahhüdünden giderek uzaklaşmaları, başta Evrensel Bildirge olmak üzere uluslararası insan hakları sözleşmelerinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınmaları, insanlığın en önemli kazanımlarından birisi olan insan haklarının hem bir referans sistemi hem de bir denetim mekanizması olarak zayıflamasına, küresel insan hakları rejiminin ağır bir kriz içine girmesine yol açmıştır" dedi.
Büyük bir insanlık krizi yaşandığını belirterek, bu krizin hem Türkiye hem de dünya genelinde şiddetin sistematikleşmesi, yaygınlaşması ve sıradanlaşmasına yol açtığını ifade eden Şeker, "Tüm bu olumsuzluklara karşın dünyanın her yerinde halklar, eşitlik, adalet, özgürlük, barış ve insan hakları talepleriyle itirazlarını yükseltmektedirler. Dünyada ve Türkiye'de tüm baskılara karşı ses çıkaran, sokaklara çıkan, örgütlenen, yaşam alanlarını, zeytinliklerini korumaya çalışan insanlar direnmeye, başka bir yaşam mümkün demeye devam ediyor. Bugün tüm dünyada yaşanan bu ağır kriz karşısında insan haklarını savunmak ve kurucu rolünü yeniden etkin kılmak en asli görevimizdir" diye konuştu.
2016 yılında ilan edilen OHAL sürecinin halen devam ettiğine işaret eden Şeker, bunun siyasi iktidara toplum üzerindeki baskı ve kontrolü artırma olanağı tanıdığını söyledi. Savaş ve güvenlikçi politikaların etkisi ile ekonomik ve sosyal haklarda ciddi bir gerileme yaşandığını belirten Şeker, işsizlik, yoksullaşma krizine dikkat çekerek, işçi ve emekçilerin örgütlenmeleri üzerindeki baskılara işaret etti.
Şeker, Türkiye'de insan hakları açısından acilen yerine getirilmesi gereken en temel talebin barışın tesis edilmesi olduğunu söyledi, "Barışın sağlanamadığı koşullarda demokrasiden ve diğer tüm haklardan söz etmek mümkün değildir" diye ekledi. Süreçle ilgili gelişmelere de değinen Şeker, "Siyasal iktidarın, ayrımcılığı ve ırkçılığı yaygınlaştırarak toplumu kutuplaştıran, ekonomiden toplum sağlığına kadar ülkenin tüm meselelerini güvenlik sorunu haline getiren, gerek ülke içi, gerekse uluslararası sorunların çözümünde çatışma ve şiddeti esas alan politikalarına devam etmemesi gerekir. Kürt meselesi nedeniyle 40 yıldan uzun bir süredir yaşanmakta olan ve ağır toplumsal bedellere mal olan çatışma ve şiddet ortamının son bulmasına yönelik atılacak her adım hayati öneme sahiptir" diye konuştu.
İşkencenin 2025 yılında da Türkiye'nin en başat insan hakları sorunu olduğunun altını çizen Şeker, resmi gözaltı merkezlerinin yanı sıra polisin toplantı ve gösterilere müdahalesi sırasında, sokak ve açık alanlarda ya da ev ve işyeri gibi mekanlarda, gözaltı merkezlerinde işkenceye devam ettiğini aktardı. Şeker, Van Büyükşehir Belediyesine kayyum darbesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesine yönelik tutuklamaların ardından gerçekleştirilen eylemler, 1 Mayıs, LGBTİ+'lar, hayvan hakları savunucuları, ekolojik yıkıma karşı direnenlerin eylemlerine yönelik polis şiddetinden örnekler sıraladı.
Hapishanelerde tutsaklara yönelik baskı ve sindirme politikalarına da değinen Şeker şunları söyledi: "Hapishaneler, yaşam hakkı ihlalinden işkenceye, sağlık hakkına erişime kadar ağır ve ciddi ihlallerinin yaşandığı mekanlardır. Yaklaşık 4 bin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası hükümlüsünün bir gün salıverilme ihtimalinin, yani 'umut hakkı'nın olmaması insan onuruna aykırı bir durumdur. Tek kişi ya da küçük grup izolasyonu/tecrit uygulamaları çözülemeyen kronik bir soruna dönüşmüştür. Ağır hasta mahpuslar vicdanları sızlatacak koşullarda tutulmaya devam etmekte, tüm taleplere rağmen tahliye edilmemiştir. Özellikle mimari yapısı ve tecrit/izolasyon koşullarını daha da ağırlaştıran, kamuoyu tarafından 'kuyu tipi hapishaneler' olarak adlandırılan yüksek güvenlikli, S ve Y tipi hapishaneler derhal kapatılmalıdır."

Düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar, basın ve insan hakları savunucuları üzerindeki baskıya da işaret eden Şeker, çok sayıda gazetecinin tutuklandığını söyleyerek, gazetecilerin hapishanelerden haber yaptığına dikkat çekti. Şeker, "Düşüncelerini sosyal medyada paylaşmaları sebebiyle binlerce insan hakkında davalar açılmakta ve cezalar verilmeye devam etmektedir" dedi.
Kadınlar ve LGBTİ+'lara yönelik ayrımcılığın sürdüğünü, kadın cinayetlerinin ve nefret saldırılarının devam ettiğini belirten Şeker, mültecilerin 2025'te de yoğun ayrımcılık, sömürü ve nefret politikalarına maruz kaldığını ifade etti.
Yaşanan yoksullaşma krizinin de ağır bir insan hakları ihlali olduğunu söyleyen Şeker, açıklamayı şu sözlerle sona erdirdi: "Hep vurguladığımız gibi, hak ihlallerinin son bulduğu, adalet, barış ve demokrasinin tesis edildiği bir ülke ve dünyaya ulaşmak hedefi olan bizler, dün olduğu gibi bundan sonra da tüm zorluklara karşın ihlalleri belgeleyip, raporlayarak görünür kılmaya, ihlalleri önlemeye, cezasızlıkla mücadele etmeye ve insan haklarının kurucu değerlerine kararlılıkla sahip çıkmaya devam edeceğiz. Ve diyoruz ki; bu nedenlerle barış ve demokrasiye daha fazla sahip çıkmalıyız."