28 Kasım 2025 Cuma

Şiddeti şef tipi aileyle değil mücadelemizle aşacağız

25 Kasım gününün, Amed'den Eskişehir'e, Ankara'dan Urfa'ya, Avrupa'dan Rojava'ya yaygın ve kitlesel eylemleri bize, sermayenin ve erkek egemenliğinin kadınların yaşamları üzerinde kurduğu tahakkümün artık taşınamaz noktaya geldiğini ve kadınların, ataerkiyi yıkmak için hangi yoldan yürünmek gerekiyorsa bu yolu yürümeye hazır olduğunu gösterdi.

Faşist şef Erdoğan, ataerkil sermaye rejiminin cinsel politikasıyla uyumlu bir şekilde; 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü'nden bir gün önce bir genelge yayınladı. Katıldığı 25 Kasım programında genelgeye ilişkin yaptığı konuşmada da "Kadına yönelik şiddet en başta aileye vurulmuş menfur bir darbedir" dedi, şiddetin ancak ailenin güçlendirilmesiyle çözülebileceğini söyledi.

Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele V. Ulusal Eylem Planı (2026-2030) ismiyle oluşturulan ve koordinasyonunun Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından yapılacağı ifade edilen genelge, şiddetin önlenmesi adına somut tek bir politika içermiyor. Kadına yönelik şiddetle mücadele edildiği izlenimi yaratmak dışında bir işlevi olmayan, kağıt üzerinde kalmaya mahkum, soyut temenniler manzumesi sarayda yazılırken, kadınlar sokakta yaşamlarını savunmak için mücadele hazırlığı yapıyordu.

2025 yılı ve devamındaki 10 yılın "aile yılı" ilan edilmesinin ardından, ataerkil sermaye sınıfının farklı temsilcileri tarafından her fırsatta ailenin güçlendirilmesine dair vurgular yapılıyor. Erkek egemenliğinin krizi olarak tarif ettiğimiz burjuva ailenin krizinin aşılması adına başta kadının evsel köleliğinin arttırılması ve burjuva ailenin güçlendirilmesi üzerine çeşitli politikalar yürütülüyor. Sermayenin yeniden üretim sürecini ucuzlatmayı da amaçlayan bu politikaların tümü; kadınların emekleri, bedenleri ve yaşamları üzerindeki tahakkümün artması anlamına geliyor. Bu erkek egemen politika; kadınlara, çocuklara, LGBTİ+'lara dönük gittikçe artan devlet ve erkek şiddeti olarak kadınların yaşamına yansıyor. Dilovası'nda kadın işçilerin ve kız çocuklarının yanarak katledilmesine, ölümü aydınlatılmasın istenen genç kadın katliamlarına, "aile yılı"nın dayattığı erken yaşta evliliğe, çok çocuk doğurmaya, yoksulluğa, yaşam biçimlerinin yargılanır olmasına duyulan öfke kadınlarda büyük bir mücadele isteği yaratıyor.

Genç kadınların; katledilen, daha özelde de şüpheli bir şekilde öldürülen, intihara sürüklenen ve ölümü yeteri kadar soruşturulmayan kadınlarla ilgili yürüttüğü sistematik adalet mücadelesi hem bugüne kadarki kazanımları bakımından hem de kadın hareketine yön verme gücü bakımından oldukça öne çıkıyor. Şule Çet İçin Adalet Komisyonları biçiminde yürütülen adalet mücadelesi, katliamın hemen ardından toplumsal adalet mücadelesinin geneli bakımından da kadına yönelik şiddet ve kadın katliamlarına karşı yürütülen mücadele bakımından da sonuç alıcı ve önemli bir mücadele deneyimi yarattı. Şule Çet için yürütülen adalet mücadelesinin, katledilen kadınları "iffetli ve iffetsiz" diye ayırmaya çalışan erkek egemen burjuva ahlak anlayışına karşı kazandığı başarı somuttur. Genç kadınların sahiplenişi ve konuyu toplumsallaştırması "Genç bir kadının plazada iki erkekle ne işi var" sorusunun sorulmasını engellemiş, "Bir kadın bir erkekle tenha bir yerde içki içmeyi kabul etmişse cinsel ilişkiye rıza göstermiş sayılır" fikri mahkum edilmiştir. Şule'nin intihar etmediği ispatlanmıştır. Geçtiğimiz günlerde faillerden Berk Akand'ın açık ceza infaz kurumundayken fotoğraf paylaşmasına gösterilen tepkiler üzerine Adalet Bakanı, Akand'ın tekrar kapalı ceza infaz kurumuna alındığını duyurmak zorunda kalmıştır. Genç kadınların komisyon biçiminde yürüttükleri bu adalet mücadelesi benzer bir şekilde Gülistan Doku ve Rojin Kabaiş için yürütülen adalet mücadelesi için önemli bir deneyim üzerine yükselmesinin koşullarını hazırladı, yeni kazanımlar elde etti. Soruşturma dosyalarında kimi ilerlemelerin sağlanmasının yanı sıra, çürümüş erkek egemen devlet kurumu olan Adli Tıp Kurumu'nun teşhiri gibi konularda geniş toplumsal kesimlerde önemli bir bilinç yarattı. ATK, Adalet Bakanlığı ve Rojin'in üniversite öğrenimi gördüğü Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi rektörlüğü, çeşitli açıklamalar yapmak zorunda kaldı. Adalet komisyonları öncülüğündeki mücadeleyle erkek egemen devlet kurumları; Rojin'in bedeninde iki erkek DNA'sının tespit edildiği ve vücudunun hangi bölgesinde olduğu, bu DNA'ların bulaş olmadığını açıklanmak zorunda kaldı. Çok sayıda kentte buluşmalar yapmak, Rojin'in ailesini mücadelenin bir öznesi kılmak, başta barolar olmak üzere çeşitli demokratik kitle örgütünü sürecin parçası yapmak, acil eylem çağrılarından mecliste açıklama yapmaya kadar çok sayıda eylem ve etkinlik sayesinde Rojin şahsında üstü örtülmek istenen kadın katliamları böylesi bir toplumsallıkla buluşmuş oldu. Yürütülen adalet mücadelesi kadın düşmanı erkek egemen rejime karşı saflaştırıcı ve mücadeleye sevk edici bir rol oynadı, kadınların hesap sorma bilincini ve eylem iradesini güçlendirdi.

Ataerkil yargının kadın katliamlarında cezasızlık politikasına ek olarak, erkek egemenliği kadınlara yönelik suçların nasıl işleneceği konusunda faillere sunduğu yöntemleri geliştiriyor, güncelliyor. İntihar algısı yaratarak ya da katledilen kadınların bedenlerini yakarak-kaybederek özcesi ölüm sebebini "şüpheli" bırakarak cezasızlık zırhını güçlendirmeye çalışıyor. Son altı yılda şüpheli kadın ölümlerinde yüzde 96 oranında artış yaşandı. Sadece 2025 yılının ilk 10 ayında 198 kadın erkekler tarafından öldürülürken, 213 kadın şüpheli şekilde ölü bulundu. Bu yılın verileri ilk kez erkekler tarafından öldürülen kadın sayısının şüpheli kadın ölümlerinin gerisinde kaldığını gösteriyor. Elbette şüpheli şekilde yaşamını yitiren kadınların faillerinin de çok yüksek oranda erkekler olduğu yürütülen adalet mücadelesiyle açığa çıkartılıyor. Bu tabloda vurgulamak istediğimiz gerçek; ataerkil rejimin erkek faillere kadın cinayetlerini nasıl işleyeceği, cinayetin nasıl "şüpheli" dolaysıyla yargılanamaz, hesabı sorulamaz hale getirilmesi için yaptığı yönlendirme... Bu gerçeğe göre konumlanan genç kadınlar, nasıl ki Şule'nin intihar ettiğine inanmayıp faillerin yargılanıp ceza almasını sağladılarsa, şimdi de Rojin Kabaiş'in intihar etmediğini tüm dünyaya duyurmuş oldu.

Bu 25 Kasım'a, kadına yönelik şiddetin bu özel biçimine duyulan öfke ve biriken adalet mücadelesi deneyiminin açığa çıkardığı olanaklarla gidildi. Genç kadınların ağırlığını oluşturduğu, pek çok kentte yapılan eylemlerde Rojin ekseninde kadın katliamları temel gündemdi. Dilovası'nda yaşanan işçi katliamı, kadın yoksulluğunun yaşanış biçimi, "aile yılı" uygulamaları hem dövizlerde hem de pankartlarda yer aldı. Filistin bayrakları, LGBTİ+ sembolleri yine eylemlerdeydi. "25 Kasım'da arayıp ailemi tehdit edenlere inat yine de geldim" döviziyle eyleme katılan genç kadınlar, aileleri üzerindeki polis tacizine rağmen mücadele kararlılıklarını dile getirirken, kendilerini evlere mahkum eden erkek egemen devlet yöntemini de boşa çıkarmanın önemli bir örneğini yarattılar.

İstanbul'da 25 Kasım Kadın Platformu'nun Taksim Tünel çağrısı yapması, yasak kararına ve alana girişlerin kısmen engellenmesine rağmen kadınların Tünel meydanında toplanması ve İstiklal Caddesinde bir noktaya kadar yürümesi, eylemin kitlesel ve coşkulu bir şekilde gerçekleşmiş olması önümüzdeki dönem kadın hareketine yön ve moral verecek bir başarı tablosu oluşturmuştur. Kadın hareketinin en son 2021 yılı Temmuz ayında İstanbul Sözleşmesinin feshi protestolarında yürüyüş yapabildiği yasaklı İstiklal Caddesi mücadele sonucu yeniden kazanılmış oldu. Elbette bu kazanım, ancak ilerletilebildiği yani caddeyi boydan boya yürüme ve meydanı kazanma iradesi geliştirilebildiği oranda kalıcı ve esaslı bir kazanıma dönüşecektir. Bir klasik olarak eylemin sonuna doğru polisin kitleyi ablukaya alması ve gözaltı işlemi yapması ataerkinin başarısız bir psikolojik üstünlüğü eline alma çabası olarak okunabilir.

25 Kasım gününün, Amed'den Eskişehir'e, Ankara'dan Urfa'ya, Avrupa'dan Rojava'ya yaygın ve kitlesel eylemleri bize, sermayenin ve erkek egemenliğinin kadınların yaşamları üzerinde kurduğu tahakkümün artık taşınamaz noktaya geldiğini ve kadınların, ataerkiyi yıkmak için hangi yoldan yürünmek gerekiyorsa bu yolu yürümeye hazır olduğunu gösterdi. Erkek egemenliğinin maddi dayanaklarının ortadan kaldırılması için önemli bir potansiyel taşıyan bu tablo, toplumsal mücadelenin kadın hareketi dışındaki bölüklerinin görmesi, örnek alması ve kapitalizme karşı mücadele yöntemlerini geliştirmesi bakımından da oldukça veri sunuyor.

Kadınların; polis barikatlarına, yasak açıklamalarına, gözaltı ve bir süredir daha özel bir baskı aracı olarak kullanılan çıplak arama ihtimaline karşı eylemde ve adalet ısrarında cisimleşen pratiklerini şimdi daha etkin bir mücadele hattıyla buluşturma görevi hepimizin omuzlarında. İşçi kadınların ve genç kadınların öncülüğünde sınıfsal ve cinsel çelişkinin keskinleştiği bu ekonomik ve siyasal koşullarda başta kadın grevi olmak üzere, kadın hareketinin tüm uluslararası mücadele deneyimlerini içeren araç ve biçimleri seferber etmeli, hayalini kurduğumuz eşit ve özgür bir yaşam için ataerkinin tüm maddi toplumsal dayanaklarının yıkılması mücadelesini büyütmeliyiz.

*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 28 Kasım tarihli 246. sayısında yayımlanan başyazısı.