14 Ocak 2025 Salı

Tecride direnmenin özeti: Yazdığım sürece özgürlüğe olan inancım güçlendi

30 yıllık tutsaklığına birçok kitap sığdıran ve "Koşulların zorluğuna direnebilmenin bir olanağı idi yazmak" diyen Seyit Oktay ile tecridi konuştuk. "Yazdığım sürece özgürlüğe olan inancım ve imanım güçleniyor, yani tazeleniyordu. Duvarları, tel örgüleri, kapıları, sürgüleri, sınırlamaları, kısıtlamaları yani her şeyden yoksun bırakmayı aşacak bir tek alan vardı: Yazmak" diyen Oktay, tecridi kırmanın en iyi yolunun, tutsakların üretimlerinin topluma ulaştırılması olduğunu söyledi.

Tecrit; yalnızlaştırma, yalıtma ve alıştırma demektir. Yakın dönemde tahliye olan politik tutsaklar ile hapishanedeki tecridi, tecride karşı direnmeyi ve toplumun tecridi kırmak için neler yapabileceğini konuşmaya devam ettik. İçeride yazarak direnen, tutsak yazar olarak birçok yazınsal üretimde bulunan Seyit Oktay ile 30 yıllık tutsaklığını, yazma serüvenine nasıl başladığını ve tecridin tutsaklar üzerindeki etkisini konuştuk.

Seyit Oktay, 1993 yılında gözaltına alınarak tutuklandı ve Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde (DGM) yargılandı. 30 yıllık tutsaklığında Antep, Van, Muş ve Tokat hapishanelerinde kaldı. Bu süreçte Mitaniler, Kayıp Masal, Dağ Kokusu ve Aryen Med Destanı kitapları Ceylan Yayınları'ndan çıktı.

"Koşulların zorluğuna direnebilmenin bir olanağı idi yazmak" diyen Seyit Oktay'ın ETHA'nın sorularına verdiği cevaplar şöyle:

Hapishanedeki tecridi tutsaklar nasıl yaşıyor, anlatabilir misiniz?
Aslında hapishanenin kendisi bir tecrit. Bilime, sanata, kültüre, topluma, insana, doğaya, kadına erkeğe, çocuğa, her şeye ama her şeye kapatılıyorsun. Ama o kapatılma içerisinde sana ulaşamadıkları bir alan var; zihin ve hayal dünyan. Yani bir tek orası tecride maruz kalmıyor. Çünkü kontrol altına alınamayan bir alan, onun dışında tecrit her alanda var. İstediğin kitaba ulaşamıyorsun, istediğin yazıyı bulamıyorsun, istediğin televizyon programını izleyemiyorsun, istediğin şeyi yiyemiyorsun, giyemiyorsun, içemiyorsun. Belki bunlar çok önemsiz görünüyor, ama aslında bunların hepsi tecridin kapsamı içinde. Görüş kısıtlaması, istediğin zaman odanı değiştirme imkanın olmaması, spor, sohbet olanaklarının ve sosyalleşme imkanlarının neredeyse tamamının ortadan kaldırılması gibi bir durumla karşı karşıyayız.

YAŞAM ALANIMIZI GİDEREK KÜÇÜLTTÜLER
20-30 yıl öncesinden çok kalabalık cezaevleriyle başlayan süreç yavaş yavaş küçültüle küçültüle herkesin tek kalabileceği hücrelere dönüştürüldü. Bu aslında tecridin en son ve en somut halini gösteriyor. Hapishane zaten bir tecrit bir de onun içinde yaşanılan zorluklar, sıkıntılar da eklenerek ruhsal ve zihinsel olarak ağır bir durum dayatılıyor.

Üretmek, politik tutsakların sadece tecride karşı direnme biçimi değil elbette, aynı zamanda mücadeleyi büyütme süreci de. Yazmak da üretme biçimlerinden biri. Hapishanede yazma serüveniniz nasıl başladı?
Üretmek, yazmak benim için bir tür ibadetti. Çünkü yazdığım sürece özgürlüğe olan inancım ve imanım güçleniyor, yani tazeleniyordu. Duvarları, tel örgüleri, kapıları, sürgüleri, sınırlamaları, kısıtlamaları yani her şeyden yoksun bırakmayı aşacak bir tek alan vardı: yazma işi ve edebiyat. Tecridin ulaşılamadığı zihnini canlı ve diri tutmanın yolu sürekli üretmekten, yazmaktan ve okumaktan geçiyor. Tabi şimdi yazmak derken, bu böyle kendiliğinden edinilen bir şey değil. Öncelikle yazmayı sevmek gerekiyor, sonra çaba sarf etmek ve bu çabayı emekle beslemek gerekiyor. Ardından büyük bir sabra ve azme sahip olmak, bütün engelleyici, sınırlayıcı, zorlayıcı koşullara direnmek gerekiyor. Yazmanın hatta daha iyi yazmanın, düşünmenin, sorunlara çare üretmenin yolu da iyi okumaktan geçiyor. Dolayısıyla edebiyata yani yazmaya başlamak, buna gönül vermek, bu yolda biraz ilerlemek gibi bir çaba içerisinde olmakta okuma ile başlıyor. Okumayı sevmeyen bir insanın, okumaya yeterli zamanı ayırmayan bir insanın çok iyi yazabilme imkanı yoktur, olamaz. Dolayısıyla, ancak iyi bir okuyucu, bir şeyler yazma gücüne kavuşabilir. Okumayı sevmek ve bunu sürdürmek yazma duygusu uyandırıyor, ki bende de öyle oldu.

YAZMAK DİRENME BİÇİMİNE DÖNÜŞTÜ
Tutuklanmadan önce yazmayı seviyordum. Üniversite öğrencisiydim ve o zamanda çeşitli yazınsal çalışmalarım vardı. Şiir, öykü ve deneme tarzında yazıyordum, sonra içeride de sürdürdüm. Ama şunu da söylemek gerekiyor bir yerden sonra direnmenin ve ayakta kalmanın bir biçimi olarak da hissettim. Yani bu sebep de sevk etti yazmaya, çünkü zihin çok hareketli bir şey, duygular çok böyle kıpır kıpır cıva gibi, ele avuca gelmeyen bir şey ve bunların doğru bir yere kanalize olması gerekiyor. Dolayısıyla yazma işine, o yeteneği ortaya çıkarabilecek bir şeye yönelme ihtiyacı oluyor. Önce şiir ile başladım, ama bir süre ara verdim, öykü yazmayı sonra da roman yazmayı denedim. Koşulların zorluğuna direnebilmenin bir olanağı idi yazmak. Öte yandan bunu isteyerek severek yaptım. Başta çok iddialı değildim, hala da öyle, ama daha çekingen ve kaygılıydım. Sonra bende yaşam tarzına ve direnme biçimine dönüştü. 1993 yılında tutuklandım ve 94'ten itibaren kesintisiz yazmaya başladım.

SORUNLARI SIRADANLAŞTIRDIK

Hapishanede giderek ağırlaşan tecridin tutsakların üretim faaliyetini nasıl etkiliyor?
Sadece yazı ile uğraşmıyorsun elbette, toplumsal sorunlarla ve kendi iç sorunlarınla da uğraşıyorsun. Birçok sorunla hemhal olan, onlara çözüm üretmek zorunda olunan bir yerde kalıyoruz, dolayısıyla da yaşadığımız zorlukları da onun içinde erittik. Aslında aşılmaz gibi görünen engelleri, kısıtlamaları da sıradanlaştırdık.

Çünkü sorunları ne kadar sıradanlaştırırsan, kendine engel olmaktan çıkarırsan o derece yazma iradesine sahip oluyorsun. Yazmak bende bir ibadet gibi. Yazmak bende ruhsal bir arınmaya da yol açtı. Hiçbir zorluğa ve engele takılmadım. Mesela 20 kişilik bir odada yaşıyorsun, üç tane masa var. Nasıl yazacaksın? Koşulları nasıl ayarlayacaksın? Tabi arkadaşların çeşitli şekilde esnek davranmaları ve tolerans göstermeleri, yani dayanışmanın yaşamımızın bir parçası olması durumu kolaylaştırıyor. Kimi zaman ranzada iki kıvrım kimi zaman bulduğumuz küçücük imkanı değerlendirerek yazdım.

İstediğim kitaplara kimi zaman ulaşamadım. El yazısı ile yazıyorsun, onu temize çekme derdi, sonra düzeltme derdi var. Herhangi bir aramada alınıp götürülmesini engelleme derdi var. Tüm bu dertler çözüldü diyelim, o zamanda başına bir kaza bela gelmeden dışarıya ulaştırma sorunu ve dışarıda da bilgisayara geçirecek birini bulmak, yayınlayacak bir yayınevi bulmak gibi sorunlar var elbette. Zorluklar sıradağı ile mücadele ederek yazıyoruz. Bu yüzden içeride yazmak dışarıda yazmaktan çok daha zor.

Hapishanelerdeki tecride karşı dışarıda nasıl bir mücadele olmalı? Tutsakların dışarıdan beklentisi nedir?
Şimdi dışarıdakilerin tecride karşı çabası çok değerli ama yeterli değil, dışarıdaki arkadaşlarımın da toplumun duyarlı birçok kesiminin de emeğini ve çabalarını gözardı etmeden söylüyorum; fakat yeterli değil. Bir kısım arkadaş şanslı, içerideyken ailesi, çevresi ya da dostları aracılığıyla eserlerini görünür kılacak zemini yakaladılar. Ama bunun dışında önemli oranda çalışma yapan arkadaşların eserleri ulaşabildikleri sınırlı kesimlere daralıyor.

UNUTKANLIK SIRADANLAŞMAYI GETİRİYOR
Ben bunu unutmak olarak adlandırıyorum. Unutmak yaygın bir duygu haline gelmiş. Dolayısıyla unutmaya karşı hafızanın geliştirilmesi gerekiyor. Hatırlamanın ve hatırlatmanın olması gerekiyor ki bu sadece kişiye yönelik bir şey değil, onun yarattıklarına dair de olmalı.

İkincisi kanıksama. Şimdi unutmak ile kanıksama birleşince, içeride yapılan şey tamamen bir tür hatıraya, anıya dönüşüyor. İçerideki kişi ara sıra selam verilecek bir insana dönüşüyor. Kanıksamayı ortadan kaldırırsak, tecrit dışarıdan içeriye doğru kırılmış olur. Tecridi kırmanın en iyi yolu, tutsağın yarattıklarının topluma ulaştırılmasıdır. Çünkü onun düşünceleri toplumla buluşuyor ve bu bir nevi tecridi kırıyor. Tutsağın yazdıklarına dair eleştiriler, düşünceler ve görüşler ne kadar artarsa, içerideki insan daha dinç ve diri kalır, dışarıdaki insanlarla buluşmaya daha hazır olur. Dolayısıyla dışarıdakiler içeridekileri unutmamalı ve dışarıdakiler kendilerine dayatılan popülizme karşı koyabilmeli. Kanıksamayı, alışmayı kırıp parçalamalı. Bunlar olursa içeridekinin tecridi de hafifler, bir biçimde dışarıyla olan bağı da güçlenir, iradesine de özgürlük tutkusuna da çok büyük katkısı olur.