21 Kasım 2024 Perşembe

Sosyalist aydın Kutsiye Bozoklar'ın kaleminden | Sosyalist olmak

Sosyalist insan içinde yaşadığı toplumun pisliklerinden tümüyle arınmış insan değildir. Ancak içinden çıkıp geldiği düzenin pisliklerini kolektif yaşama taşıyan insan hiç değildir. Sosyalist insanı diğerlerinden ayıran bireycilikten uzak olması, ortakçılık ve paylaşıma bağlılıktır. Gelişmeye açık olmak ve yaşadığı dünyayla yetinmemek, onu dönüştürmek istemek bir başlangıçtır. Marx ve Engels'in dediği gibi; bulunduğu duruma hücum etmektir, sosyalist olmak.

Marx ve Engels Alman İdeolojisi'nde Feuerbach'ı eleştirirken şöyle derler; "Gerçekte pratik materyalist için, yani komünist için sorun, mevcut dünyayı devrimci bir biçimde değiştirmek, bulmuş olduğu duruma hücum etmek ve onu pratik olarak değiştirmektir." Demek ki komünist ya da sosyalist, devrimci bir kimliğe sahip olanları ayırmak ve tanımak için, hem içinde bulunduğu durumu, hem de mevcut dünyayı değiştirme pratiğini esas almak gerekmektedir. Onlar, gerçek komünist için önemli olanın mevcut bir olgunun doğru bilincinin ortaya çıkarılması değil, "bu mevcut düzeni devirmek olduğunu" söylerken de, değiştirme eylemini esas alırlar. Böyle bir tanım, insanı doğaya karşı etkinlik kurma gücü olan, kaderine boyun eğmeyen, doğa ve toplum ile ilişkilerini biçimlendirme iradesine sahip olan bir varlık olarak görme anlamını da içerir. Devrimci pratik etkinlik bu durumda komünist olmanın bir ayracı olarak görünür.

Dünyanın dönüştürülebilirliğine inanmanın bir başka boyutu insanın değişebilirliğine inanmaktır. Marx ve Engels daha sonra "Marksizm" diye adlandırılacak olan görüşlerini oluştururken bu sorunu da ele alırlar. Tarihin materyalist anlayışına göre; bireyin yabancılaşması ne başlangıçtaki insan doğasının bozulması, ne de insanlıktan çıkarıcı bir tarihsel süreçte meydana gelen değişiklikler süresinde maddi ve manevi kendini yitirmesidir. Tersine insan varlıklarının bireyselleşmesi ve kişiselleşmesi tarihi hareketin ürünüdür. Ele alınan döneme göre her sınıf için özgül olarak sınırlandırmışlardır. Bunlar toplumsal ilişkilerin tümüne; insanın nesnel özüne bağlıdırlar. Bireylerin tek yanlı ve sınırlı gelişmelerinin sorumluluğu, insanın bu nesnel özüne aittir.

Kısaca, Marksizm/in kurucuları insanın özünün hiç değişmeyen bir gerçekliği olmadığı görüşündedir. Marx, Feuerbach ile ilgili tezlerinin altıncısında şöyle der; "Feuerbach, dinsel özü insanın özünde çözümlüyor. Ama insan özü, tek tek her bireyin doğasında bulunan bir soyutlama değildir. Gerçekliği içinde o, toplumsal ilişkilerin bütünüdür." Bu tarihin akışını hesaba katmak, insanal özü tek başına, içkin, değişmez bir kendinde gerçeklik olarak ele almamak demektir. Bu saptamalar kuşkusuz sosyalizmin insan sorununa bakışının esasını oluşturur.

İnsan bilincinin "eylemli değişimini" örgütlenme anlayışının merkezine koyan Lenin, devrimci pratik bakımından "Ortamı değiştirmek için insanlar gerektiğini ve eğiticinin kendisinin de eğitilmeye gereksinmesi olduğunu" dikkate alır. Marx'ın ve Engels'in özgürlük ve zorunluluk arasındaki ilişkiye değin görüşü üzerine durması da bundandır. Kör zorunluluk anlaşıldıktan sonra bilinmeyen ancak bilinebilir olan kendinde şey, "bizim için şey"e, şeylerin özü görüngülere, kendinde sınıf kendisi için sınıfa dönüştürülebilir.

Teoriye devrimci pratiği gözeterek bakması Lenin'in dikkatini "insanın özü" sorununa yöneltmesini gerektirmiştir. Yaklaşık 1914'te Granat Ansiklopedi için kaleme aldığı Karl Marx yazısında, Marx ve Engels'in eski ve yeni materyalizmi (maddeselciliği) karşılaştırmalarını özetler. Eski materyalizmin mekanikliğine, metafizik anlamında antidiyalektik yanına ve tarihsel olmayışına vurgu yapar, eski materyalizm için; "Gelişim görüşüne tutarlı ve kapsamlı olarak bağlı değildi" der. Sonra konumuz açısından anlamlı olan noktaya gelir: "İnsan özü"ne (somut ve tarihsel olarak belirlenmiş) "bütün toplumsal ilişkilerin toplamı olarak değil" soyutta bakıyor, bu yüzden de dünyayı yalnızca "yorumluyordu"; oysa bu bir "dünyayı değiştirme" sorunuydu; yani eski maddeselcilik "devrimci pratik etkinlik"in önemini anlamıyordu.

Parantez içindeki vurgu Lenin'e aittir. İnsanın "somut ve tarihsel olarak belirlenmiş" ilişkilerin dışında bir özü yoksa eğer, tarihsel olarak belirlenmiş toplumsal ilişkiler tümüyle değiştiğinde, insanın özü de dönüşüme uğrayacaktır. Bunun içinse devrimci pratik etkinlik gerekmektedir. Devrimci etkinlikle insanın zorunluluk alanından özgürlük alanına sıçraması, yani doğa güçleri ile toplumsal ilişkilerini denetim altına alması, niteliksel olarak yeni bir aşamaya sıçraması ise; "yeni insan"dan söz etmek demektir. Bilindiği gibi, kapitalist toplum, düşünme yeteneği de içinde olmak üzere bireyin yeteneklerinin gerçek gelişimini yarar ve kâr elde etmek amacıyla sınırlar. İşte tüm bu sınırlamaları aşmak, doğayı ve toplumsal ilişkileri denetim altına alarak bireyin bütün yeteneklerini özgürce ve eksiksiz bir biçimde geliştirmek sosyalistlerin "yeni insan" anlayışının esasını oluşturur.

Marksizm'in kurucularına göre; "Mülkiyet, başkasının iş gücünden serbestçe yararlanma yetkisidir: Kaldı ki, iş bölümü ve özel mülkiyet özdeş deyimlerdir -birincisinde faaliyete göre anlatılan şey,- ikincisinde bu faaliyetin ürününe göre dile getirilmektedir." İş bölümü, ancak maddi ve entelektüel bir iş bölümü meydana geldiği andan itibaren gerçekten iş bölümü haline gelir. İş bölümü yoluyla kafa eylemiyle maddi eylemin, yararlanma ve çalışmanın, üretim ve tüketimin kısaca işin ve ürünlerin üleştirilmesi, nicelik bakımından olduğu kadar nitelik bakımından da eşit olmayan paylaşımı mümkün olur. Bu eylemlerin her biri değişik bireylere düşmektedir. Bu durumda iş bölümü tek bireyin çıkarı ile bütün bireylerin kolektif çıkarı arasında da bir çelişkiyi içermektedir. Bu çelişkilerin çatışma haline gelmeden çözümü iş bölümünün ortadan kaldırılmasıyla mümkündür. Bu da ancak komünist toplumun gerçeğidir.

"Bize göre komünizm" der Marx ve Engels, "Ne yaratılması gereken bir durum, ne de gerçeğin kendisine göre düzenlenmek zorunda olduğu bir ülküdür. Biz, bugünkü durumu ortadan kaldıran gerçek harekete komünizm diyoruz. Bu hareketin koşulları fiilen var olan öncüllerden doğarlar." Nesnel koşullardan kaynaklanan böyle bir devrim kuşkusuz örgütlü devrimci pratiğin ürünüdür. Bilindiği gibi her devrimci mücadele o zamana kadar hükmetmiş sınıfa karşı yönelir. Daha önceki bütün devrimlerde işin başka kişiler arasında örgütlenmesi, eylemin başka türlü bir dağılımı söz konusu olmuştur. Komünizmde durum farklıdır. Komünizmin nihai amacı "işi" yok etmek ve sınıf egemenliğini sınıfların kendisiyle birlikte ortadan kaldırmaktır.

Gelişmenin seyri içinde sınıflarla birlikte iş bölümünün ortadan kalkması da mümkün hale gelecektir. Çünkü bu devrim iktidara geldiği andan itibaren artık bir sınıf diye tanımlanmaktan çıkacak, bu toplum içindeki bütün sınıfların, bütün milliyetlerin yok oluşunun ifadesi olan bir sınıf tarafından yapılacaktır. Marx ve Engels'in öngörülerine göre; özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasından sonra, "her bireyin ayrı ayrı kurtuluşu da tam olarak tarihin tümüyle dünya tarihi haline dönüşmesi ölçüsünde" gerçekleşecektir. Bireyin entelektüel zenginliği gerçek ilişkilerinin zenginliğine bağlı olduğundan bundan sonra artık ayrı ayrı her birey, kendi çeşitli ulusal ve yöresel unsurlarından kurtulacak, entelektüel üretim de dahil, bütün dünyanın üretimiyle ilişkiler içine girecek ve insanların yarattıkları her alandaki bütün dünya üretiminden yararlanma yeteneğini edinecek duruma gelecektir. İşte yeni insan tam da budur.

Kuşkusuz özel mülkiyet ve onun bir başka ifadesi olan iş bölümü devam ettiği sürece, maddi ve manevi üretimle, özel ve genel çıkar ayrımı sürdüğü sürece insanın kendi işi (action) insan için kendisine karşı duran ve köleleştiren yabancı bir güç haline dönüşmüş demektir. "Gerçekten de, iş (travail) başlar başlamaz herkesin ister istemez kabul ettiği ve içinden çıkamadığı, başka faaliyete yer vermeyen belirli bir faaliyet alanı vardır; o avcıdır, balıkçıdır ya da çobandır ya da eleştirici eleştirmendir ve eğer geçim araçlarını yitirmek istemiyorsa, bunu sürdürmek zorundadır. Oysa herkesin başka işe meydan vermeyen bir faaliyet alanı olmadığı ama herkesin hoşuna giden faaliyet dalında kendini geliştirebildiği komünist toplumda, toplum genel üretimi düzenler, bu da benim için, bugün bu işi, yarın başka bir işi yapmak, canımın istediğince, hiçbir zaman avcı, balıkçı ya da eleştirel eleştirici olmaksızın sabahleyin avlanmak, öğleden sonra balık tutmak, akşam hayvan yetiştiriciliği yapmak, yemekten sonra eleştiri yapmak olanağını verir."

Bu, bireylerin yeteneklerinin gerçek gelişimini harekete geçiren tüm sınırlamaların ortadan kalktığı, doğal güçlerin ve toplumsal ilişkilerin çok yönlü geliştiği bir zamanın anlatımıdır. Bireyin yeteneklerinin özgürce ve eksiksiz bir biçimde gerçekleştiği böyle bir dönemde insani öz de değişmiş olacaktır. Çünkü devrim, yalnız ekonomik temelin değişmesi için değil, insanın dönüşümünün önkoşullarını ve bir yeni insan bilincini yaratmak bakımından da bir zorunluluktur. Demek ki, yeni toplum yeni bir insan tipinin doğmasına yol açacak, ancak yeni bir insan tipi ortaya çıkmadan da yeni toplumun yaşaması ve ilerlemesi mümkün olmayacaktır.

Marx ve Engels, Alman İdeolojisi'nde, yığın için bir komünist bilincin yaratılması ve komünist toplumu kurma işinin başarılabilmesi için, insanların kitlevi bir değişikliğe uğratılmasının zorunlu olduğundan, böyle bir biçim değişikliğinin ise pratikteki bir hareketle, bir devrimle yapılabileceğinden söz ederler: "Bu devrim, demek ki, sadece egemen sınıfı devirmenin tek yolu olduğu için zorunlu kılınmamıştır, ötekini deviren sınıfa, eski sistemin kendisine bulaştırdığı pislikleri süpürmek ve toplumu yeni temeller üzerine kurmaya elverişli bir hale getirmek olanağını, ancak bir devrim vereceği için de zorunlu olmuştur." İşte bu, yeni bir toplumun ancak yeni, eski düzenin pisliklerinden arınmış insanlarla mümkün olacağını ve devrimin tam da bunun için gerekli olduğunu söylemektir. Devrimci zorun yaratıcılığına ve bir sürekliliğe vurgu yapmaktır. Ama aynı zamanda kanımca devrimi amaçlayan pratik hareket içinde de kendisine karşı devrim yapabilmiş insanların varlığını gerekli görmektir. Bu ise sosyalist kimliği içselleştirmiş eylemciliktir. Devrimi hedefleyen bir örgütlenme sosyalist kimliğe sahip bireylerden oluşmalıdır. Sosyalist insan yeni insana açılan kapıdır.

Kuşkusuz sosyalist insan içinde yaşadığı toplumun pisliklerinden tümüyle arınmış insan değildir. Ancak içinden çıkıp geldiği düzenin pisliklerini kolektif yaşama taşıyan insan hiç değildir. Sosyalist insanı diğerlerinden ayıran bireycilikten uzak olması, ortakçılık ve paylaşıma bağlılıktır. Devrimci pratik içinde ve örgütlü çalışmada sosyalist insanın ayırıcı nitelikleri kendini daima açığa vurmalıdır. Gelişmeye açık olmak ve yaşadığı dünyayla yetinmemek, onu dönüştürmek istemek bir başlangıçtır. Marx ve Engels'in dediği gibi; bulunduğu duruma hücum etmektir, sosyalist olmak. Sosyalist hep sıradaki olmalıdır. Ama bu asla sıradan olmak değildir. Farklılıkların keskinleştirilmesi önemlidir. Bu da paylaşımı, dayanışmayı, katılımı yalnız devrimci pratik eylemle sınırlamamak, günlük yaşamı pratik bir eylem alanına çevirmek sosyalist devrimcinin yaşamını sürekli değişime açması demektir.

Hem devrimciliğin bir yaşam biçimi olduğunu savunmak, hem de özel mülkiyetten kaynaklanan, bireyci davranış kalıplarına göre hareket etmekten vazgeçmemek genel bir eğilimdir. Bu eğilimden kurtulmak düzene karşı duruşumuzu hayatın her alanında inşa etmek ve kendimize mesafeli bir eleştirel tutum alabilmekle mümkündür. Ölçüt, sosyalist dendiği zaman sıradan insanın aklına; güven verici, sözünün eri, özverili, kapitalist aklı, kapitalist ahlakı reddetmiş, kendini düzenin karşısında konumlandırmış, yetenekli, gelişmiş bir insan tipinin gelmesidir. Sosyalist olmak, önce ileri insan olmaktır. İnsanın tanımlarından arındırılmasının bir hedef haline getirildiği çağdaş toplumda, insan olamayanın sosyalist olamayacağı bir ön kabul haline getirilmelidir. Gelecek düzenin insanı olmak ve geleceğe yürümek! Sosyalist militanın hedefi öncelikle bu olmalıdır.