23 Kasım 2024 Cumartesi

Sosyalist aydın Kutsiye Bozoklar'ın kaleminden: Devrimciler ve devrimci değerler - 4

Militan devrimciliğin kitle faaliyetlerinden ev yaşamına dek tüm bir pratiği kapsadığı unutulmamalıdır. Devrimci değerler yalnızca eylem içinde değil, tüm bir öğrenme pratiği sonucunda benimsenir. Militan devrimci, çözümleme ve tartışmalar, deneyim aktarımları, okuma edimi ve sınıf mücadelesi içindeki konumlanmasıyla öğrenir. Kısaca yaşamın paylaşılması ve ortak eylem, sosyalistliğimizin niteliği konusunda bir fikir verir.

Kırılacak dal değiliz karayellerde/ Savrulacak yaprak değil/ Köküz gövdeyiz ölümsüz/ İzimizden gelenlerle. (Rıfat Ilgaz)

Devrim yapmak, devrimcinin işi. Nesnel olarak devrim koşullarının varlığı da bir gerçek. Devrimci dönüşümün önüne devlet şiddetinin ve politik terörün yarattığı engeller ise bu konuyla ilgili herkesin malumu. Ama kapitalist-emperyalist kültür mekanizmaları tarafından yayılan ve ezilen insanlık tarafından içselleştirilen kültürel-ideolojik değerler konusu söylemde dikkate alınsa da, bu saldırının yarattığı psikolojik ve entelektüel etkileri tartışmak hafife alınabiliyor. Konuya sürekli dikkat çekmek tekrar sayılıyor. Bense inatla tekrar etmekten yanayım.

Hep söyleyegeldiğimiz gibi yaşadığımız coğrafyada yeni dünya düzeni saldırısı 12 Eylül darbesinin yol açtığı yılgınlık ve politikasızlaştırma ortamıyla örtüştü. Zaten Şili ve Türkiye bu saldırının denek ülkeleriydiler. 12 Eylül rejiminin yarattığı devlet terörü, devrimciler arasında maddi manevi bir ezikliğe yol açtı. Devrimci mücadeleden korkmak, kolektiflere güvensizlik, güçsüzlük duygusu, özellikle, içe dönerek özel alana yönelmek, kısaca yenik ruh hali bu koşullarda bir eğilim halini aldı. Uygulamaya sokulan neoliberal politikalar ise yalnız devrimciler arasında değil, emekçiler bakımından da bir güvensizlik ve korku unsuru oldu.

Emeğin yasal güvencelerinin ortadan kalması ve özelleştirme saldırısı, işsizlik, açlık ve gelecek korkusu yabancılaşmayı ve bireysel rekabet eğilimini güçlendirdi. Ortaklaşa tepki koyma istemi zayıfladı. Böylece emekçilerin iradesinin kırılması ve teslim alınması yolunda önemli başarılar kazanıldı. Öte yandan "küreselleşme" kavramının içerdiği her şey emekçi sınıflara tarihsel bir kaçınılmazlık olarak sunuldu. Dünya çapında devrimci hareketlerin yaşadığı geri çekilme süreciyle birlikte sosyalist söylemden kaçan eski solcular da küreselleşme kavramına sarıldılar. Sol ricat ve dağınıklık ideolojik teslimiyet ortamını ve burjuvazinin kapitalizmin seçeneksiz olduğu yollu söylemini güçlendirdi. Neoliberal projenin ideolojik ve politik hegemonyası bu koşullarda pekiştirildi. Bu nedenle eğer devrimci mücadele sürdürülecekse yalnızca sömürüyü doğuran maddi koşullarla savaşmak yetmez. Düzenin kendisini sürdürmesini ve yeniden üretmesini sağlayan ve kitleleri boyunduruğu altına alan değerler bütünüyle de savaşmak gerekmektedir.

Devrimciler, eşitlikçi bir dünyanın, kolektif inançların ve umutların insanıdırlar. Bireyi atomize eden koşullarda onları bir arada tutan güçlü bir dayanışma ve paylaşma duygusudur. Kendi ahlaki ve toplumsal değerlerini bir karşı duruş çerçevesinde gerçekleştirirler. Onların bu konudaki dayanağı kolektif hayat ve onun yarattığı toplumsal dönüşüm bilincidir. Bu bilinç mücadele sürecinde kökleşir ve derinleşir. Kapitalist yaşam biçimine karşı oluş çerçevesinde maddi ve manevi değerler etrafında gelişen bir kimlik oluşmasına katkıda bulunur. Bu kimliğin temelleri dayanışma, maddilikten uzak olmak, paylaşım ve başkaldırıyı bir kişilik özelliğine dönüştürebilme yetisi gibi değerlerdir.

Her insan içinden çıktığı toplumun doğum izlerini taşır. Ve tüm gündelik yapıp etmelerinde reddettiği yaşamla temas halindedir. Üstelik yükseliş dönemlerinde düzenle bağları koparmak çok kolayken, yenilgiyi izleyen dönemlerde bireysellik eğilimlerinin gelişmesini teşvik eden bir ortam vardır. Kapitalizmin kitlelerin önüne sürdüğü değerler, sefalet yaratan koşulların sınıf bilincine dönüşmesini engellediği ve tepkisizliği körüklediği gibi devrimci bilinci de etkileyebilir. Ve gelip geçiciliği besler.

Devrimci, toplumsal dönüşüm için öncülük görevi olan kişidir. İşi, çok yönlü ve önemlidir. O, zor zamanlarda teorik düşünmeyi bilen, geçici olanın içinden kalıcıyı, görüntünün ardındaki özü görebilen olmalıdır. Böyle olmayınca bireysel umutsuzluk ve yalnızlık duygusu, memnuniyetsizlik üretme bir eğilime dönüşebilir. Kimlikleri oturmamış devrimciler, burjuva propagandalarına karşı çıkacak yerde etki altında kalmaya başlarlar. Yenilgiler, hatalar, başarısızlıklar çarçabuk abartılır. Öngörüler, hedefler, hayaller ve düşler avuntu olarak görülmeye başlar. Pişmanlığın zuhur etmekte olduğunun tipik göstergeleridir bunlar. Burjuvazinin ve kapitalizmin abartılması, yenilgilerin mutlaklaştırılması, solun konumunun küçümsenmeye başlanması arkadan gelir. Kötümserliğin yol açtığı ruh hali, düzen tarafından asimile edilmeye hazırlanmayı sağlar. Entelektüalizme kayış ya da lümpenleşme bu sürecin doğal sonucu olur.

Tüm bu olup bitenler ideolojik-teorik temelsizlikten kaynaklanır. Bilindiği gibi solun ilerleyişi asla yenilgilerden uzak olmamıştır. Her yükselme dönemini izleyen gericilik yılları vardır. Ama yenilgiler tarihin ilerlemesini ve devrimleri engelleyememiştir. Komün yenilgisini uzun bir barışçı dönem izlemiş, sosyalizm adı sosyal demokrasiye çevrilmiş ama ilerleme sürmüştür. Devrim, üretim ilişkilerinin nispeten geri ancak sınıf çelişkilerinin keskin olduğu Rusya'da gerçekleşmiş, sosyal demokrat adlandırılması yerini "komünist"e bırakmıştır. Ama ilerleme sürmüştür. Yenilginin abartılması ideolojik bulaşıklığın bir sonucudur.

İleri doğru yürürken de, geriye düşerken de değişim birdenbire olmaz: Usulca başlar, bu yüzden çoğu kez gözden kaçabilir. Önce kimi değerlerden vazgeçilir. Düşünsel planda başlayan değişim, gündelik hayata ve ardından politik pozisyona yansır. Sosyalizme ve devrimci olmaya ilişkin değerlerden vazgeçmemiş olduğunu ifade etmek bir gösterge değildir. Devrimci değerlere sahip çıkılıp çıkılmadığı bireylerin pratik davranışlarına bakarak anlaşılır. Sosyalizmin yalnızca sosyo-ekonomik bir yapı olmayıp aynı zamanda bir yaşam tarzı, dünyayı kavrama biçimi ve bir kültür olduğu unutulmamalıdır. Sosyalizm, her zaman yeni bir akıl ve yeni bir ahlâk demektir.

Sosyalist akıl ve sosyalist ahlak mülkiyet dünyasının reddi üstüne kurulur. Tüm mülkiyetçi ön yargılar reddedilmeden gerçek anlamda sosyalist olmak mümkün değildir. Öncü devrimcilerin bu konudaki yönelimi ve kitleleri eğitme tarzı, sosyalist bir toplum kurmanın, sosyalist bir kültür yaratmanın koşullarını kolaylaştıracak ya da zorlaştıracaktır. Devrimciler mülkiyetten kaynaklanan iktidar biçimlerini terk ettikçe dönüşecektir. Emekçilerin deneyimlerinden öğrenmek, teoriyi gündelik yaşama katarak düşünceyi kitlelerde cisimleştirmek, dönemeçleri zamanında fark ederek manevra yapabilmek, ancak ilkeler konusunda tavizsiz olmak, teoriyi yaratıcı kavrayış devrimciliğin gereğidir.

Kuşkusuz sosyalistler mülkiyet dünyasına karşı değerler oluşturmak zorundadır. Bencillik yerine dayanışmacılık, mülkiyet düşkünü olmak yerine cömertlik ve paylaşımcılık, kolektif ruh hali devrimci değerlerin kimileridir. Ancak mülkiyet ve metalar dünyası kapitalist toplumda yaşayan herkesin iliklerine, dokularına sinmiştir. Böyle bir dünyada yaşayan herkes için değerler, almak ve satmak üzerine, değişim değerine göre belirlenmiştir. Ve yüzlerce yılda içselleşip bireylerin kafasında bir iktidar mekanizması oluşturmuştur. Bu mekanizmalar, ezilen cins ve ezilen ulus söz konusu olduğunda kişinin gündelik ilişkileri içinde kendini özellikle dışa vurmaktadır. Devrimcinin günlük hayat pratiği ve bu pratik sırasındaki duruşu mülkiyet dünyasından kopuşun gerçekleşip gerçekleşmediğinin mihenk taşıdır. Ortak mesai, kadın erkek ilişkileri, kolektifin verdiği görevlerin yerine getirilmesine katılımın niteliği, değerler karşısında pratik, devrimci tarz bakımından bir fikir verir.

Devrimci, somut koşulların değişmesiyle devrimciliğini yenileyen ve kendini dönüştüren kişidir. Bir kolektif bakımından kapitalizmin aklını ve ahlakını reddeden, ideolojik ve politik tutarlığa sahip sosyalist militanlar yetiştirmedeki başarı o kolektifin nitelik yüksekliğinin ifadesidir. Militan devrimciliğin kitle faaliyetlerinden ev yaşamına dek tüm bir pratiği kapsadığı unutulmamalıdır. Devrimci değerler yalnızca eylem içinde değil, tüm bir öğrenme pratiği sonucunda benimsenir. Militan devrimci, çözümleme ve tartışmalar, deneyim aktarımları, okuma edimi ve sınıf mücadelesi içindeki konumlanmasıyla öğrenir. Kısaca yaşamın paylaşılması ve ortak eylem, sosyalistliğimizin niteliği konusunda bir fikir verir.

Sosyalist değerler bakımından açık olan şey, bu değerleri yaşama geçirmek için mümkün bir gelecekte gerçekleşmesi hedeflenen düzenin gelişini beklememek gerektiğidir. Mücadelenin kendisi ve kolektifler, sosyalist değerlerin öğretildiği ve öğrenildiği yerlerdir. Bu değerler kendiliğinden ortaya çıkmazlar ve tek başına üretilemezler. Mülkiyet ilişkilerine karşı değerler ancak eylem pratiği içinde yaşam bulur. Bu nedenle tek başına sosyalist bir yaşam anlayışını sürdürebileceğini iddia etmek kaçış bahanesi değilse boş hayalciliktir. Unutulmamalıdır ki, sınıf ilişkilerini değiştirmek sosyalizm için yalnızca bir ilk adımdır. Başta cinsiyet ve aile olmak üzere, tüm etnik ve bireysel ilişkilerin de değiştirilmesi gerekir. Bu yüzden değişimin mücadele içinde başlatılması çok yaşamsaldır.

Tıpkı sosyalist bir toplum kurmak gibi, sosyalizmin değerlerine sıkı sıkıya bağlı bir militan tipi ortaya çıkarmak da zor bir iştir. Onları düzene bağlayan binlerce görünmez bağ, teslim olmanın koşullarını hazırlamaktadır. Alışkanlıkların bağı, devrimci bireyin kendine karşı teorik ve entelektüel zor uygulamasını gerektirir. Kolektif eylem, paylaşma ve dayanışma ortak sevinçler ve sevgiler yaratır. Kendine devrimci diyen birey, eğer bu ortak sevgileri ve sevinçleri yitirdiyse, devrimciler için yenik solculardan devşirdiği literatürü kullanarak yorumlar yapmaya başlamışsa, devrimci aklın yerini karın aklı almışsa durup düşünmelidir.

Tekil devrimcilikle bireysel düşlerin kimseyi devrimcileştirdiği görülmemiştir. Sosyalist devrimciler, kolektif pratiklerden ve eşitlikçi değerlerden beslenerek militanlaşacaklardır. Bireysellik çıkmaz yoldur, insanı marjinalleştirir ve giderek düzenle bütünleştirir. Düzenin böylesi muhalefetten korkusu yoktur. Hatta Mine Urgan örneğinde olduğu gibi öne çıkmaları için destek bile olur. Onlar düzenin emniyet supabı işlevini görmektedirler çünkü.

Devrimcilik ortak bir hülyaya ortakça yürümek ve ortakçı bir düzen kurmak işidir. Ve dövüşerek yürümek kayıpsız olmaz, bazen en kızıl çiçeklerimiz apansız solar, yeniden çiçeklenmek için toprağa düşenler olur bazen. Ve usulca kopar kimisi dallarımızdan. Teslim olanlar da vardır. Yeniklik psikolojisine esir düşenler de. Bizse rüzgar kanatlı atlılar gibi sürdürülen bir hayata sarılmış geçip gideriz, düşenlerin ardımızda kaldığını bilerek. Ve unuturuz. Vaktimiz yoktur geride kalanların matemini tutmaya. Günler daima yeni savaşlara gebedir. Çünkü bir yasadır bu. Düşenler düşer, devrimler sürer. Yeni savaşçılar alır ardımızda kalanların yerini.

Yürüyüp giderken bir şiir bırakırız belki de geride kalanlara; Kardeşler!/ unutmayınız! Yolumuz puslu pusuludur/ Düşmanı sevindirir tökezleyen her adım/ Zorlu bir dönemeçte/ düşmanca kaçışanlar da unutulmasın/ Yüreği daraltan bir zehir varsa eğer/ o zehri tez elden kusmalı bu kalabalık;/ duralamak hayatın yaralarıdır./ Bakın, zırhlarla çevirmişler,/ tel örgüler ve taş duvarlarla halkın çevresini;/ doğrulsun istemiyorlar bin yıldır ezilenler./ Kardeşler!/ Hızın, özverinin hareketin kardeşleri!/ Sırdaşlarım!/ Bilgi ve dövüşkenlik bizi bekliyor/ Nabzına kulak verin çeliğin/ Yağmurun, kayalığın, denizin nabzına kulak verin/ Görün nasıl nefes alıyor sevinç/ sabır nasıl da çarpıntılı. Ve sabırla sürdürürüz kavgayı, eşitsizliği yeryüzünden silene dek.