Sosyalist aydın Kutsiye Bozoklar'ın kaleminden: Devrimci yaşamak için- 3
Devrimciler açısından, ezilenlerden, mazlumlardan yana mücadele etmek temel bir seçimdir. İyinin, doğrunun ve güzelin tanımlanması sınıfsaldır. Ezilenlerin bu iyiyi, doğruyu ve güzeli kendi öz iradeleriyle benimsemesinin kavgası verilir. Devrimcinin eylemi yalnızca burjuva düzeni reddetmeyi hedeflemez. Aynı zamanda ve daha önemlisi devrimciliğin kurucu özüdür.
Devrimci olmak devrimci yaşamak demektir. Bir insanın devrimci yaşayabilmesi için; devrimci bir yaşam pratiğine sahip olması, devrimci düşünmesi ve en önemlisi duygu dünyasını devrimcileştirebilmesi gerekir. Düşünce ile duygu arasındaki bölünmenin pratik sonucu devrimci insanda yarattığı şizofrenik parçalanmadır. Bu da devrimcide iç tutarlılığın olmamasına yol açar. Bir eylem anının kararlı devrimcisi günlük yaşamında istikrarsız bir unsur olarak ortaya çıkar. Kuşkusuz insanın düşünce dünyasını örgütlemek çok kolaydır. Ancak duygu dünyasının örgütlenmesi daha zor ve uzun erimli bir iştir. İnsanın duygu dünyası toplumsal yaşam tarafından koşullandırılır. Sonuç olarak devrimcilik; verili akla, verili ahlaka ve verili alışkanlıklara karşı mücadele olarak görünür daima.
Toplumsal yaşam koşullarındaki değişiklik, duygusal ve ruhsal dünyada da değişikliklere yol açar. Ancak bu değişimin bire bir olacağı düşünülmemelidir. Bir devrimci gibi yaşayan her zaman devrimci gibi duygulanmaz, onu kuşatan koşullara ve bilinç düzeyine bağlıdır devrimciliği. Reddi olmayan devrimci yaşamak olmaz. Uzlaştığımız ölçüde uzaklaşırız devrimcilikten. Devrimci düşünmek ama devrimci yaşayamamak esaslı bir bölünme yaratır devrimci kişiliğimizde. Mutsuzluklarımızın, bunalımlarımızın, tutarsızlıklarımızın temelinde bu bölünme yatar işte. Düzene karşı savaşırken karşı çıkılan düzenin kavramlarıyla düşünüp yaşamak, çelişkilerimizi, kişisel sorunlarımızı geleneksel yollarla aşmaya çalışmak eksiltir devrimciyi. Sorularımızı ve sorunlarımızı yenileyerek devrimcileşebiliriz. Yeni soru ve yeni sorun da yeni insan demektir.
Kapitalizm mülkiyet üzerine kuruludur. Kapitalist dünyada eşyanın insan üzerine kurduğu egemenlik gittikçe güçlenirken, insan da giderek metalaşmıştır. Öyle ki yaşamanın mülk edinmeden daha önemsiz olduğunu söyleyebiliriz. Sonuçta insan gerçek değerinin ne olduğuna değil, nelere sahip olduğuna bakarak değerlendirilir hale gelmiştir. İnsan kişiliğinin sahip oldukları tarafından ele geçirilmesidir bu. Böyle bir dünyada en dar bireysel çıkarlar yönlendirir insan yaşamını. Çünkü rekabetin yol açtığı bencillik ve bireycilik burjuva dünyanın özüdür. Devrimci saflarda karşımıza çıkan sorunlar da bireycilik ve bencilliğin değişik görünümleridir aslında. Kuşkusuz var olan koşullar değiştiğinde, bu verili koşullardan kaynaklı insan doğası da değişecektir. Marks; "İnsanın özünün toplumsal ilişkilerin toplam sonucu olduğunu" söyler. Böylece insani özün değişebilirliğini ifade etmiş olur. Bu nedenle sosyalizm için devrimci mücadeleyi, insanın özünü değiştirmek yolundaki çabaların en anlamlısı saymak mümkündür.
Devrimciler açısından, ezilenlerden, mazlumlardan yana mücadele etmek temel bir seçimdir. İyinin, doğrunun ve güzelin tanımlanması sınıfsaldır. Ezilenlerin bu iyiyi, doğruyu ve güzeli kendi öz iradeleriyle benimsemesinin kavgası verilir. Devrimcinin eylemi yalnızca burjuva düzeni reddetmeyi hedeflemez. Aynı zamanda ve daha önemlisi devrimciliğin kurucu özüdür. Yalnız yıkıcılıkla değil, kurucu tasavvur ve iradeyle tanımlanan düzen muhalifliğidir devrimcilik. Bu anlamda devrimciliği yaratıcı ve özerk insan kişiliğini hedefleyen bir yaşam biçimi olarak görmek gerekir. İnsanların topluluk içindeki ilişkilerini yeniden düzenlemek ve değiştirmek amacı taşıdığı için de etik bir tavır alıştır. Devrimcinin görev duygusunu doğuran özgür iradesiyle yaptığı seçimdir. Eylemi ise ortak mutluluk anlayışının bir parçasıdır. Kuşkusuz devrimcilik kurulu düzene karşı oluşu ifade eder. Bu, aynı zamanda devrimci insanın kaderine tavır alışı, ona karşı çıkışıdır. Devrimci yaşamayı işte bu karşı oluş yönlendirir.
Devrimci açısından insanlar ne tek başına bireydir, ne de kitlenin içinde kimliksiz bir kişilik. Devrimci için, toplumsallığın onlara içkin olduğu kişiler vardır. Kişi tarihsel-toplumsal somutluğu içindeki birey-insandır. İnsanları toplumsallıkları içinde farklı kılan kişilikleridir. Ancak devrimci kişilik benzersiz bireyselliği içinde, kendi kaderini ele alma ve değiştirme iradesi olarak belirir. Bu değiştirme ve değişim yeteneği, sanırım insan doğasının da özüdür. Ve geleceği bizim için anlamlı kılan da bu değişim yeteneğidir. İş bölümünün ortadan kalkması, kafa emeği ile kol emeği arasındaki bölünmenin sona ermesi insan doğasının değişmesinin koşullarını yaratacaktır. Sosyalizm için devrimci mücadele insan doğasını değiştirme mücadelesidir de. İnsan kişiliği; fizyolojik ve toplumsal özelliklerinin sentezi olarak ortaya çıkar. İnsanları somutlaştıran kişiliğidir. Devrimciyi somutlaştıran ise devrimci kişiliğidir. Devrimci yaşamak için devrimci kişiliğe sahip olmak gerekir. Devrimci kişiliği özgür biçimde kendini ifade eden yaratıcı irade olarak görmek mümkündür. Bu iradeye yön verense paylaşma kültürü ve etiğidir. Devrimci yaşamayı paylaşma kültürü ve etiğinin hayata geçirilmesi olarak görmek gerekir.
"Kapitalizm doğanın dönüşümüne hükmeden bir kader gibi, kendi kendinin reddini bağrında taşır" demişti Marks. Kapitalizmin reddi sosyalizmdir. Bu anlayışa göre sosyalizm, kapitalizmin doğal sonucudur. Ancak; "İnsanların varlıklarını belirleyen onların bilinci değil, tersine onların bilincini belirleyen toplumsal varlıklarıdır" diyen Marks, Kutsal Aile'de tarihin kendi başına bir şey yapmadığını, aksine "gerçek ve canlı insanın tarihi yaptığını", "tarihin, amaçlarını gerçekleştirmek için uğraşan insanın faaliyetinden başka bir şey olmadığını" vurgulamıştır. Bu iki görüşü bağdaştıran halka kuşkusuz proletaryadır. Tüm toplumsal ilişkilerin lağvedilmesi tarihsel görevi bu sınıfın hanesine yazılmıştır. İrade işte bu görevin yerine getirilmesi sırasında devreye girer. Sonuç olarak sosyalizm yalnızca kaçınılmazlık değil, alternatifi barbarlık olan bir seçim sorunudur da. Leninizm bu iradeye kolektif ve örgütlenmiş bir anlam yükler. Seçenek sorumluluğunu paylaştırır. Çünkü sosyalizm sınıf mücadelesinin gelişimi dikkate alınarak öngörülmüş, mümkün bir olgudur. Feuerbach'ında; "İnsani düşüne nesnel bir gerçeklik atfetmek gerekir mi sorusu, kuramsal bir sorun değil, pratik bir sorundur: İnsan gerçeği pratik içinde ispat etmelidir" demişti Marks. Örgütlü kolektif mücadele, teorinin kitlelerin elinde maddi bir güce dönüştürülmesi olarak işte bu pratiğin adıdır. Kapitalist toplumun işleme biçimi yüzünden, insan kalma seçeneklerini yitiren, ayrımları silindiği için tekdüzeleşen ve iradesi kırılmış bir nesneye dönüşen insanların, kendi güçleriyle bu onuru insana iade etme görevini üzerine almasıdır örgütlü mücadele. Bu anlamıyla örgütlü bir tavır alıştır devrimci yaşamak.
Marks, yine Feuerbach'a yönettiği eleştirilerinde; "Eğer insan çevre koşullarıyla yaratılıyorsa, bu çevre koşullarına insani bir suret vermek gerekiyor demektir" diyor. Çevre koşullarına insani bir suret verilmesi devrimdir. İnsanın insanlığıyla, insanın diğer insanlarla ve insanın doğayla olan ilişkilerinin değişebilmesinin yolu devrimle açılır. Çünkü devrimin amacı, toplumsal faaliyeti insanın yaratıcılığının zenginleşmesi hedefine yöneltmek, özel mülkiyetle sakatlanmış insan kişiliğinin değişmesini sağlamaktır. Bütün bu değişimlerin gerçekleşmesini sağlayacak olan örgütlü insan unsurudur. Burada kendiliğindenciliğin rolü olamaz. Marks, bir anlamda sosyalizmi nesnel bir olanak ve etik bir zorunluluk olarak diyalektik bir ilişki içinde sunduğu Feuerbach Üzerine Tezler'in üçüncüsünde mekanik materyalizmi; "Koşulların değişmesi ve eğitim konusundaki materyalist doktrin, koşulların insanlar tarafından değiştirildiğini ve eğitmenin kendisinin de eğitilmesi gerektiğini unutur" diye eleştirir. Ve ekler: "Koşulların değişmesiyle insan eyleminin denk düşmesi ya da öz değişim, devrimci pratik olarak algılanmadıkları sürece ne kavranabilir ne de rasyonel olarak anlaşılabilirler." Kısaca devrimci iradenin örgütlenmesi gerektiği sonucunu çıkarabiliriz söylenenlerden. Devrimci pratik düşünceye hayat verir. Ancak bu pratik için eğitenlerin eğitilmesi, örgütleyenlerin örgütlenmesi gerekir. Devrimci yaşamak; eğitilenlerin ne kadar eğitildiğinin, örgütlenenlerin ne denli örgütlenebildiğinin de göstergesidir.
Marks'a göre; "toplumsal insanlığın" kurulmasının etik zorunluluğu, ıstırap çeken ve düşünen insana aittir. Kanımca bu, Marks'ı Lenin'e bağlayan halkadır. Çünkü Marks, toplumsal insanlığı gerçekleştirecek birleşik gücün; "Düşünen ıstıraplı insanlıkla, ezilen düşünen insanlığın" anlaşmasından ve işbirliği yapmasından doğduğuna inanır. Bu birleşmenin gerçekleştiği yer pratik olarak örgütlü kolektiftir. Kolektif, mevcut toplumu dönüştürmek için emekçilerin fikri ve siyasi olgunlaşmalarının önünü tıkayan her türlü engelin kaldırılması için örgütlü mücadele demektir. Örgütlü iktidar mücadelesi ise partili mücadeledir. Tarihte adı konsun konmasın, partisiz bir mücadeleyle bir toplumsal devrimin başarıldığı görülmemiştir. Çünkü devrim basit bir iktidar değişimi ya da mülkiyetin el değiştirmesi süreci değildir. Devrim, yaşamın tümüyle değiştiği bir toplumsal dönüşüm sürecinin adıdır. Bu süreçte, kapitalizmin yarattığı ancak tekeller döneminde yitirilen siyasi özgürlük yeniden tesis edilecek, siyasi özgürleşme giderek insani özgürleşmeye dönüşecektir. İnsanın pratik yaşamında, çalışmasında, diğer insanlarla ilişkisinde, duygu dünyasıyla düşünce dünyası arasındaki çelişkilerin ortadan kalkması, insanın kelimenin gerçek anlamında insanlaşması demektir bu. Sonuç olarak kapitalizm koşullarında yalnız belli sınıflar için gerçekleştiğini gördüğümüz bolluk toplumu tesis edilecek, böylece insani yaratıcılığın önündeki engellerin kalkmasının ve insanın evrenselleşmesinin yolu açılacaktır. Devrimci yaşamak, bu uğurda mücadele etmek, inandığı yaşam biçiminin temel ilkelerini bugünden yaşama geçirmektir.
Marks, insanlığın gelişiminin somut yasaları olduğunu bulup çıkarmıştır. Ancak, tarihi somut insanların toplam iradesinin yaptığı, geleceğin, somut insanların; inanç, irade, düş ve becerilerinin ürünü olduğu yollu inancıyla diyalektik bir bütünlük içindedir, devrim için ileri sürdükleri. Vorivarts dergisinde 1844'te çıkan bir yazısında; "İnsanın insani olmayan yaşamına bir karşı çıkış olduğu için; gerçek özel birey seviyesinde başladığı için; bundan sonra bireyin ondan ayrılmayı reddedeceği toplumsal site insanının gerçek toplumsal doğasını temsil ettiği için, toplumsal devrim, sadece bir tek sanayi bölgesinde gerçekleşmiş bile olsa, evrensel bir seviyede yer alır" der Marks. İnsanın kendinde bulunan yaratıcı gücün bilincine varması ve ona sahip çıkmasıdır proleter devrim. Evrenselliği insani kapsayıcılığındandır.
Kuşkusuz insan yaratıcılığının özgürleşebilmesi için, bu gelişimi engelleyen arkaik kurumların da tasfiye edilmesi gerekir. Bu durumda siyasi devrim bir gerekliliktir. Ve toplumsal devrim ancak ondan sonra gündeme gelir. Siyasi devrim devlet sorunudur: "Bu nedenle ruhu siyasi olan devrim, bu ruhun sınırlı ve ikiye parçalanmış doğasına uygun olarak, toplumun içinde ve toplumun zararına bir egemenlik alanı organize eder." Devrim: Var olan iktidarın devrilmesi ve eski düzenin lağvedilmesi olarak siyasi bir eylemdir. "Devrim olmadan sosyalizm gerçekleşemez. Sosyalizmin lağvetmeye ihtiyacı olduğu oranda, devrime ihtiyacı vardır. Ama sosyalizmin yeniden kurma faaliyeti başlar başlamaz, kendine özgü amacını, kendi ruhunu ifade eder etmez, sosyalizm bu siyasi kabuğu delip parçalar." İşte devrimci çalışmanın nihai amacı da bunu sağlamaktır. Ama bu siyasi kabuğun parçalanması, siyasi devrimin toplumsal devrime evrilmesi iradi bir müdahale olmadan gerçekleşemez. Devrimci irade, dünyayı dönüştürme ve yaşamı değiştirme mücadelesinin her aşamasında belirleyicilerden biridir. Düzenle mücadelesinde sürekli göz önüne alması gereken bu durum, devrimcinin kendini günübirliğin içinde hapsetmesini engeller. Ancak, yarının bugünden kurulduğuna inanıyorsak eğer, devrimci yaşamanın yaratıcı bir mücadele süreci olduğuna inanmamız gerekir. Sevmenin, acımanın, yardım etmenin, dayanışmanın, anlamanın, bağlılığın ve paylaşmanın, anlamını değiştirmektir bu haliyle devrimci yaşamak. Çünkü bu düzende, insanın olumlu bilinen duyguları ve erdemleri mülk edinmeyle zedelenmiştir. Devrimci yaşamak için, mücadelesinin sonuçlarının bilincinde olan, ufkuyla tutarlı, farklılıklarını netleştirmiş, düzeni gündelik içinde reddetmesini bilen bir devrimciliğe gereksinmemiz olduğu akılda tutulmalıdır. Sorumuz daima; "bugün değilse ne zaman" olmalıdır.