SGDF'li gençler: Mücadeleyi bütün üniversitelere yayacağız
Kayyum rektör politikasına karşı Boğaziçi Üniversitesi'nde başlayan eyleme katılan ve gözaltına alınan SGDF'li gençler, belediyelerden başlayarak üniversitelere yayılan kayyumlara karşı mücadele ettiklerini söyledi. Gözaltında yaşadıkları işkenceleri anlatan sosyalist gençler, üniversitede asıl olmaması gerekenlerin polisler, kayyum rektörler, AKP'nin gerici dernekleri, vakıfları, çeteleri olduğuna dikkat çekti. Kayyum rektörlerin bütün üniversitelerin sorunu olduğuna işaret ederek, "Bu direnişi, mücadeleyi, başka üniversitelere daha güçlü bir şekilde yaymak istiyoruz" dedi.
Kürt halkının iradesine el koyma biçimi olarak yıllardır uygulanan kayyum siyaseti bir süredir üniversitelerde de gündemde. Öğrenci hareketinin en temel dinamikleri arasında yer alan üniversite öğrencilerinin mücadelesini sönümlendirmek için her dönem uygulanan devlete biat eden rektör atamaları, 2016'daki darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL ile birlikte temel bir uygulama haline geldi. İstanbul Üniversitesi, Mimar Sinan, Ege Üniversitesi, ODTÜ gibi birçok üniversitede öğrenciler kayyum rektörlere tepki gösterdi. Boğaziçi Üniversitesi'ndeki protestolara gelene kadar ODTÜ'de en etkili eylemler yapılmıştı. Öğrenciler, 2019 yılı Eylül ayında yaptıkları eylemlerde, "Verşan Kök, ODTÜ'ye rektör olamaz" demişti. Fakat son olarak AKP'li Melih Bulu'nun Boğaziçi Üniversitesi'ne Saray'ın rektörü olarak atanması, en kitlesel, en militan eylemlerin fitilini ateşledi.
4 Ocak günü binlerce üniversite öğrencisi Boğaziçi Üniversitesi'nde toplandı. Saray'ın rektörünün ilk icraatı ise, polisi üniversiteye sokmak oldu. Fakat kayyum rektöre karşı mücadele için buluşan üniversiteli gençler kararlıydı, polis ablukası, şiddeti onları durduramadı. Militan, kararlı bir eylem gerçekleştirerek "Kayyum rektör istemiyoruz" dediler. Öğrencilere akademisyenler de destek verdi. Takip eden günlerde, uygulamaya tepki gösteren akademisyenlerden istifa edenler oldu.
Saray ve sözcüleri gelişen kitle hareketini durdurmanın yöntemi olarak öğrenci gençlik hareketini bölme çabası içine girdi. Çoğunluğu İstanbul'daki farklı üniversitelerden çok sayıda öğrenci büyük bir polis şiddetiyle evleri basılarak gözaltına alındı. Kapılar kırıldı, duvarlar yıkıldı, işkence, taciz, tecavüz tehditleri, devletin, polisin bildiği ne tür yöntemler varsa kullanıldı. En yüksek ağızlardan gözaltına alınanlar, 'terörist' ilan edildi. Gözaltına alınanlara her gün yenileri eklendi, 50'den fazla üniversite öğrencisi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar bir gün olsun yalnız bırakılmadı ve serbest bırakılmaları talebi de mücadele aracına dönüştürüldü ve hepsinin serbest bırakılması sağlandı.
Gözaltına alınan ve 8 Ocak günü serbest bırakılan Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) üyesi gençler ETHA'ya konuşarak neden eyleme katıldıklarını, gözaltında yaşadıklarını ve kayyum rektörlere karşı mücadelenin seyrine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
'KAYYUM BİR DEVLET POLİTİKASI'
İstanbul Üniversitesi öğrencisi, SGDF Eşbaşkanı Deniz Bahçeci, Mimar Sinan Üniversitesi öğrencisi SGDF üyesi Furkan Polatkan ve lise öğrencisi SGDF'li Taylan Özgür Karatepe öncelikle Boğaziçi Üniversitesi'nde yapılan kayyum rektör protestosuna neden katıldıklarını anlattı:
Deniz Bahçeci: Kayyum aslında bir devlet politikası. Seçilmiş belediyelere kayyum atayanlar üniversitelere de kayyum atıyorlar. Kayyum bütün üniversitelerin sorunu. Bunun antidemokratik, hukuksuz ve faşist bir uygulama olduğunu düşünüyoruz. Bölgede Kürt halkının iradesini gasp eden faşist rejim, üniversiteleri de öğrencilerin iradesini tanımayarak kayyum rektörler eliyle yönetmeye çalışıyor. İstanbul Üniversitesi, ODTÜ, Mimar Sinan, Ege, yani birçok üniversite doğrudan Saray'a bağlı kayyum rektörler eliyle yönetilmeye çalışılıyor. Biz de hem öğrenci dayanışmasını yükselmek, hem Boğaziçi'nde arkadaşlarımıza destek vermek, eylem çağrısına yanıt vermek için o gün orada bulunduk. Dediğim gibi kayyum rektör bir bütün olarak üniversite öğrencilerinin sorunu, 'Kayyum rektör istemiyoruz' aslında herkesin talebi.
'LİSELERE DE YANDAŞ MÜDÜR ATIYORLAR'
Taylan Özgür Karatepe: Bana şu soru çok yöneltildi. Sen lise öğrencisinin ne işin vardı orada diye. Aslında bugün üniversitelere kayyumlar atanıyor ama liselere de devlet eliyle yandaş müdürler atanıyor. Bunlar okullarda bizim önümüzü kapatırken, özellikle Anadolu Gençlik Derneği, Ülkü Ocakları, AKP Gençlik Kolları gibi bir nevi çete örgütlerinin önüne açıyorlar. Bizim her türlü çalışmamızı kısıtlarken, Fırat Çakıroğlu'nun, Tayyip Erdoğan'ın fotoğraflarını, afişlerini okullara asıyorlar, bunlar için panolar düzenliyorlar. Ben de buradan bağdaştırarak gittim oraya. Bir nevi öğrenci dayanışmasını yükseltmek için. Boğaziçi'nde üniversiteliler bugünlerini kurtarmak için mücadele ediyorlar. Biz de yarınlarımızı kurtarmak için mücadeleye katılmak istedik. Sonuçta bugün onlar orada Boğaziçi üniversitesi öğrencisi yarın onlar mezun olacak, ama biz de o üniversitelerde okuyacağız ve kayyum rektörlerin olduğu üniversitelerde okumak istemiyoruz.
Furkan Polatkan: Ben Mimar Sinan üniversitesi öğrencisiyim. Bizim okulumuza da kayyum rektör atandı. Kayyum Türkiye'de aslında genel bir sorun. HDP belediyelerinden üniversitelere kadar devletin bir yönetme, el koyma biçimi. Biz de üniversite öğrencileri olarak tabii ki üniversitelerimizde "Kayyum rektör istemiyoruz". Ben de Boğaziçi Üniversitesi'ndeki arkadaşların kayyum rektör karşısında geliştirdiği mücadeleye destek vermek için orada bulundum.
İŞKENCE EVDE BAŞLAYIP EMNİYETTE DEVAM ETTİ
Taylan ve Furkan 5 Ocak sabahı evleri basılarak, Deniz ise 5 Ocak günü sokakta gözaltına alındı. Gözaltına alınan diğer üniversiteli gençler gibi hepsi farklı düzeylerde işkenceye maruz kaldı. Taylan ve Furkan'a yönelik işkenceler evde başladı ve gözaltı süresince devam etti. Ters kelepçe, çıplak arama, kaskla, postalla vurma, otobüsten atma, kafalarını polis araçlarına çarpma şeklinde yaşadıkları işkenceleri anlattılar:
Taylan Özgür Karatepe: Eve geldiklerinde kapıyı zorlayarak içeriye girmeye çalıştılar. Önce koçbaşı ile vurdular. Sonra koştuk kapıyı kırmasınlar diye açtık. Yere yatırdılar 2-3 dakika yerde kaldık, sonra ev arandı. Ardından önce hastaneye sonra karakola götürüldük. Karakolda çıplak arama dayatıldı, kabul etmediğimi söylediğim halde, zorla çıplak arama yapıldı.
Furkan Polatkan: Sabaha karşı 5.50 gibi özel harekat polisleri eve operasyon yaptı. Kapıyı kırmaya çalıştılar. Ben kırmasınlar diye kapıyı açtım. Işık kapalı olduğu için silahların ışıklarıyla etrafı görebiliyordum, silah çektiler, darp ettiler beni. Ters kelepçe taktılar, yerde tekmelediler. "Devletin gücünü göreceksiniz. 'Katil polis' sloganı atmak neymiş göstereceğiz sana" dedi polisler. Daha sonra telefonumun şifresini sordular, ben söylemeyince parmak izimi telefonuma okutmaya çalıştılar. Buna direnince, parmak izimi okutmak için kolumu kırmaya çalıştılar. Daha sonra işkence devam etti. Ben yerde yatarken sürekli kasları ile kafama vurmaya, yerde tekmelemeye devam ettiler. Botlarıyla sırtıma bastırarak sürekli ciğerlerime baskı uyguladılar. Hala bir acı duyuyorum ciğerlerimde. Ev aranırken 50 dakika boyunca yerde kaldık. Ve sürekli botlarıyla sırtıma bastırdılar. Hastaneye kontrole gittiğimizde de büyük bir işkence ile karşılaştık. Bize yapılan işkenceleri videoya çeken doktorları engellemeye çalıştılar. Gözaltı aracının içerisinde, arkadaşlarımıza, bana yine aynı şekilde işkence yapmaya devam ettiler. Bizi otobüslerden aşağıya attılar, kafamızı camlara vurdular, arabanın içerisinde sürekli darp edildik.
'İŞKENCEYİ GÖZALTINDA VE DIŞARIDA TEŞHİR ETMELİYİZ'
Deniz Bahçeci: Gözaltında, hapishanelerde bir devlet politikası olarak devrimcilere, sosyalistlere, yurtseverlere, demokratlara, muhalif olan herkese keyfi uygulamalar, gözaltında işkence, çıplak arama gibi türlü işkence yöntemleri uygulanmak isteniyor. Daha önce birçok gözaltında tanık olduğumuz uygulamalar bunlar. İşkence, ters kelepçe, gözaltında çıplak arama dayatmasına gözaltına alınan birçok dostumuz, yoldaşımız maruz kaldı. Bunlara daha güçlü bir yanıt üretmedikçe hem gözaltında, hem dışarıda bunun politik teşhirini yapmadığımız sürece bu uygulamalar daha fazla yaygınlaşmaya başlıyor keyfi biçimlerde.
Darbe anayasası ile yönetilen bir devlet var. Ancak darbe anayasasının tahammüllerine bile uymayan faşist rejimle karşı karşıyayız. 90'lı yıllarda gözaltında kayıplar bir devlet politikasıydı, bugün belki tam anlamıyla böyle bir devlet politikası yok ama çok yoğun bir biçimde artan gözaltında işkence, çıplak arama, insanlık onuruna aykırı uygulamalar, psikolojik şiddet gibi türevli işkence biçimleriyle karşılaşıyor devrimci demokrat insanlar. Biz de nihayetinde böyle bir eylem sonucunda gözaltına alındığımızda bu tür uygulamalar ile karşılaştık.
'POLİS ŞİDDETİNE DİRENMEK MEŞRUDUR'
Onlar gözaltındayken 'terörist' ilan edildiler. İçişleri Bakanı Yardımcısı, İçişleri Bakanı ve ardından Saray'dan açıklamalar geldi. Yandaş medya özellikle LGBTİ+ aktivisti olan Havin ve Yıldız başta olmak üzere gözaltındaki öğrencilerin hepsini tek tek hedef gösterdi. Troller boş durmadı. Böylece öğrenci hareketini bölmeye, mücadeleyi sönümlendirmeye çalıştılar. Deniz ve Furkan gözaltındayken yapılan açıklamaları değerlendirdi:
Furkan Polatkan: Devlet, eylemin önünü kesmek, öğrencilerin taleplerinin karşılık bulmasını engellemek için bu tür yöntemlere başvuruyor. Bu da devletin siyaseti. Bir şekilde meseleleri terörize ediyor. Kürt halkına yönelik bütün meselelerde olduğu gibi. Artık bu sadece Kürt ulusunu da bağlayan bir şey olmaktan çıktı. Öğrenciler, işçiler, emekçiler, kadınlar, LGBTİ'ler, artık her şey terör torbası içerisinde eritilmeye, yalıtılmaya başlandı. Devletin bu konuda özel bir uğraşı var diyebilirim. Öğrenciler de bundan payını aldı. Bunu yaptığı ölçüde devlet kendisini tahkim edebiliyor, yeniden üretebiliyor. Devletin terör söylemini, bütün olayları, politik hareketleri terörize etmesini biz tabii ki kabul etmiyoruz. Ancak bundan sakınmıyoruz da çekinmiyoruz da. Yaptığımızın 'terör' olduğunu asla düşünmediğimiz gibi, polise karşı kendimizi savunmamız da 'terör' olarak asla düşünülemez. Biz bunun gayet meşru olduğunu düşünüyoruz.
'YANDAŞ MEDYA, POLİS, DEVLET ELİYLE ALGI ÖRGÜTLENİYOR'
Deniz Bahçeci: Biz öğrenciyiz. İstanbul Üniversitesinde okuyorum ben. Pazartesi günü yüzlerce üniversite öğrencisi oradaydı. Hem Boğaziçi üniversitesi öğrencileri vardı, hem de İstanbul Üniversitesi'nden, Marmara'dan, Yıldız Teknik'ten, Mimar Sinan'dan, birçok üniversite öğrencisi o gün oradaydı. Daha sonra polis operasyonuyla gözaltına alınan öğrencilerin büyük bir kısmı dışarıdaki üniversitelerde okuyan öğrencilerdi. Devlet böyle bir algı oluşturmaya çalıştı. Yoksa yüzlerce Boğaziçi Üniversitesi öğrencisini de gözaltına alabilirdi. Ama bilinçli olarak Boğaziçi dışında okuyan öğrencileri gözaltına alarak 'Onlar Boğaziçili değiller. Oraya başka amaçlarla geldiler' diyerek bir algı yaratmaya çalıştı. Biz oraya Boğaziçili arkadaşlarımızın yanında olmaya, kayyum rektörü istemediğimizi bir kez daha güçlü bir şekilde haykırmaya gitmiştik. Yani bu tip algı operasyonları, havuz medyasında da gördük. Yeni Akit gibi birçok gazete eylemdeki görüntüleri paylaşarak insanları doğrudan hedef göstererek, başka bir algı oluşturmaya çalıştı. Ancak biz biliyoruz, bu algı operasyonları havuz medyasına doğrudan polis eliyle yaptırılıyor. Eylemin etkisini kırmak ve içeriğini boşa düşürmek amacıyla yapıldığı durumlarla daha önce defalarca kez karşılaştık. Talebimizi silikleştirmek, hukuksuz ve faşist uygulama olan kayyum rektör uygulamasını gölgede bırakıp, öğrencilerin taleplerini yok sayıp, oradan başka bir alan oluşturmaya çalışıyor devlet havuz medyası üzerinden. Biz de burada hem kendi sosyal medya kanallarımızdan, hem de sokakta güçlü bir yanıt verdiğimizi düşünüyoruz.
'ÜNİVERSİTELERDE OLMAMASI GEREKEN ONLARDIR, BİZLER DEĞİL'
Pazartesi günü onlarca çevik, TOMA, akrep, zırhlı araçla polis Güney kapısı önüne yığınak yapmıştı ve üniversiteye giriş çıkışımızı engellemek istiyordu. Üniversite tüm öğrencilerin girebileceği tüm öğrencilere açık bir mekandır. Üniversitelerin bilime erişebileceği, akademinin imkanlarını kullanabileceği, politik özgürlüğün sağlanabileceği mekanlar olması gerekirken kayyum rektörler polislerle, AKP ile işbirliği yaparak, üniversitelere öğrencileri almak istemiyor. Polis, 'Siz Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi değilsiniz' diyerek üniversiteye bizi almamaya çalıştı. Ancak üniversitede asıl olmaması gerekenler polislerdir, TOMA'lardır, kayyum rektörlerdir, AKP'nin gerici dernekleri, vakıfları, çeteleridir. Üniversitede yeri olmayanlar onlardır, bizler değiliz. Üniversiteler öğrencilerindir, kayyum rektörlerin değildir. Biz bunu daha güçlü bir şekilde haykırmaya, üniversitelerde olmaya, üniversitelerin içinde yürüyüş yapmaya, eylem yapmaya, politik özgürlüğümüzü savunmaya devam edeceğiz.
'GENÇLER OLARAK TOPLUMSAL BİR SORUNLA MÜCADELE EDİYORUZ'
Yıllardır uygulanan kayyum rektörlere karşı mücadele Boğaziçi Üniversitesi'ndeki eylemlerle başta bir düzeye ulaştı. Bu mücadele nasıl devam edecek, Furkan ve Deniz'in yanıtları şu şekilde:
Furkan Polatkan: Biz tabii ki mücadelemizi sonuna kadar sürdürmeyi düşünüyoruz. Devletin bu yaptığı baskılar, terörize etmesi, evimizi basması, şiddet, işkence bunlardan hiçbiri bizi yıldıramayacak. Bunlar bizi daha fazla radikalleştiriyor. Girdiğimiz yolun doğruluğunu bize her defasında daha da fazla kanıtlıyor. Ve ben diliyorum ki, bu mücadele daha da büyüyecektir, daha da büyümesi için uğraşacağız. Devletin bize yönelik yaptığı hiçbir şey bizi bu yoldan geri döndüremeyecek. Çünkü bu bir rektörün gelip üniversiteyi işgal etmesi değil, bu Türkiye'de genel bir sorundur. Biz devletin el koyma biçimi, yönetme biçimi, devletin saldırı biçimiyle karşı karşıya geliyoruz. Toplumsal bir sorunla mücadele ediyoruz gençler olarak. Bunun da en ön saflarında olmaya ve bu mücadeleyi yükseltmeye devam edeceğiz.
'BU MÜCADELEYİ BAŞKA ÜNİVERSİTELERE DE YAYMAK İSTİYORUZ'
Deniz Bahçeci: Başta söylemiştim kayyum rektör birçok üniversitede uygulanan Saray, devlet politikası haline geldi. Birçok üniversite sarayın atadığı kayyum rektörlerle yönetilmek isteniyor. Üniversiteye şirket, öğrenciye müşteri muamelesi yapılıyor. Geçtiğimiz dönem hatırlarsanız İstanbul Üniversitesi'nde yoğun eylemler olmuştu yemekhane zamlarına karşı, ama bunlar çok hızlı bir biçimde kayyum karşıtı eylemlere dönüşmeye başladı. Örneğin ODTÜ'de şenliklerin yasaklanması çok hızlı bir biçimde oradaki kayyum rektör olan Verşan Kök'e karşı harekete dönüştü.
Bizler kayyum rektörlerin üniversitelerdeki faşist uygulamalarına karşı mücadele ediyoruz. İstanbul Üniversitesi'ne, ODTÜ'ye, Mimar Sinan'a, Ege'ye kayyum rektörlerle yönetilen bütün üniversitelerin harekete geçmesini, dayanışmayı çoğalmasını ve birlikte daha güçlü bir mücadele örgütlemesi gerektiğini düşünüyoruz. Ancak kayyum rektörleri böyle üniversitelerimizden kovabiliriz. Bugün Boğaziçi'nde açığa çıkan dinamik ve mücadele deneyimi başka üniversitelere sıçrarsa, başka üniversitelerle buluşursa daha güçlü bir hareketin oluşabileceğini düşünüyoruz. Bu anlamıyla da direnişi ve bu mücadeleyi, başka üniversitelere daha güçlü bir şekilde yaymak istiyoruz.