EMEK
'Ölümde sadece sıra var bize' - PINAR GAYIP
Onbinlerce 3. havalimanı işçisi kendilerine reva görülen insanlık dışı koşullara, açlığa, sefalete razı olmadıklarını direnişin gücüyle gösterdi. Aslında tüm veriler bu ülkede işçilere sadece ölüm vaat edildiğinin kanıtıdır. İşçiler ya iş cinayetlerinde öldürülüyor ya da İsmail Devrim ve Ramazan Kavalcı gibi dayatılan koşullar nedeniyle ölümü seçiyor. 301 işçinin yaşamını yitirdiği Soma Maden katliamında evladını kaybeden bir annenin, adliye önünde ki feryadı bu yazının özeti olsun: "Ölümde sadece sıra var bize."
Basına, "2 bin 363'i erkek, 70'i kadın olmak üzere 3 bin 69 kez canına kıydı" haberi düştü.
Türkiye'nin, oğluna pantalon alamadığı için intihar eden İsmail Devrim'in ölümüyle sarsıldığı günlerde, açıklanan veri "Son 15 yılda toplam intihar sayısı 44 bin 2771" olarak belirtildi.
Bu coğrafyada evladına bakamadığı için ölmeyi son çare gören İsmail Devrim ilk değildi elbette. Ne yazık ki, bu intihar vakaları kamuoyunda çok fazla yer edinemedi. Krize "psikolojik" diyenler sefahat ve şatafat içinde hayatlarına devam ederken haberin duyulması engellenmek istendi. Öyle ki, Devrim'in ailesi ile röportaj yapan Astakoshaber.com internet gazetesi muhabiri Ergün Demir olayı haberleştirdiği için gözaltına alındı.
Demir'in gözaltına alınması da haberin yayılmasını engelleyemeyince yetkililer açıklama yapmak zorunda kaldı. Kocaeli Valiliği, "psikolojisi bozuk" diyerek babayı; Körfez İlçe Milli Eğitim Müdürü İbrahim Okutan ise şu sözlerle çocuğu suçladı: "Çocuk okula normal kıyafetlerle alınmış ve daha sonra evine gitmiştir. Anladığımız kadarıyla aile gururuna yediremediği için yardım isteyemedi." Suçlunun kendileri olmadığı ispatına giden yetkililer bu açıklamalarla ne çocuğu ne babayı ne de aileyi düşünmediğini ayan beyan gözümüze soktu. Sivil kıyafetler ile okula alınan çocuk ne yaşadı da evine geri dönmek zorunda kaldı? Babası oğlunun yüzüne hangi ifadeyi gördü de dayanamadı?
Bunları düşündüğüm sırada gazetede, "Bu kez intihar haberi Çanakkale'de" yazan soğuk bir manşet takıldı gözüme. 6 yaşındaki kızıyla fotoğrafı haberde yer alan Ramazan Kavalcı intihar etmişti. Esnaftı ve borçlarını ödeyememişti. Bazı cümleler sayfalar dolusu yazıdan daha etkilidir. Ramazan Demir'in "Ekmek alacak param bile yok" sözünde bunlardan biri.
İki yüzlülüğün hergün yayıldığı programlarla toplumu zombiye çeviriyorlar. Esnaf kan ağlarken, pazar poşetleri dolmazken ana akım medyada; bir emekçinin evinde asla pişmeyecek yemekler "ucuz malzeme" yalanıyla programlara konu oluyor. Burjuvazinin düzenlediği etkinlikte davetlilerin yemediği yemeklerin atıldığı görüntüler yayılırken; bir baba daha çocuğunun aç kalacağı düşüncesine dayanamayarak sessizce ölümü seçti. Hergün iş cinayetleri nedeniyle üç işçinin yaşamını yitirdiği bir ülkede elbette düşünülen işçiler değil patronlardır. Orduya ayakkabı üreten, ihtiyacını karşılayan Yeşil Kundura'nın da aralarında olduğu 100 firmanın konkordato ilanı da bunun kanıtı. 2018 Şubat'ında iflas erteleme resmen kalktı, konkordato alanı genişletildi. Özetlemek gerekirse konkordato batık durumdaki şirketlerin borçlarını karşılayabilecekleri koşullar dahilinde ödemek için alacaklarıyla yaptıkları ve mahkemece onaylanan anlaşmadır. Borçların yeniden yapılandırılması suretiyle iflasa tabi şirketlerin mali durumunun düzeltilerek iflastan kurtulmasını sağlamak da konkordato nedenleri arasında yer alır.
Peki o şirketlerde çalışmak zorunda kalan işçilere ne olacak? Ancak kıt kanaat geçinmelerine yeter maaşlarını alabilecek mi o işçiler? Şirketin borçları yapılandırılırken işçinin kapısına dayanacak olan alacaklılar ne olacak? Kirasını ödeyemediği için evinden atılan işçi, devlet korumasında olacak mı? Tabi ki hayır!
Memleketin hali malum. Her geçen gün yeni zamlarla açlık, yoksulluk artarken; işçi ücretleri yerinde sayıyor. Kış kapıda! Yoksul için geçmek bilmeyen mevsimdir kış. Çocuğuna ayakkabı, mont alamayacak, tenceresinde bir tas sıcak çorba kaynatamayacak olan emekçilerin; tabir-i caiz ve kendine dayatılan üç kuruşluk maaşa razı gelmesi için bütün baskı ve zulüm devreye sokulmuş durumda.
Başladığı günden bu yana hergün iş cinayetinin yaşandığı 3. havaalanı inşatında karşımıza çıktı bu gerçek. Tahtakuruları yüzünden uyuyamadığını haykıran işçilerin, sabaha karşı kapıları kırılarak, darp edilerek gözaltına alındığı gün, devletin nezdinde işçinin değersizliği yansıdı ekranlara! İşçilerin, insanca çalışma koşulları ve ücret gibi taleplerini duymak ise bile istemediler.
Yaşanan gelişmeler kriz karşısında iki eğilimi gösterdi bize. İlkin, krizin yıkıcı toplumsal sonuçlarına karşı mücadele etme gücü bulamayan, bireysel tepkiler veren, toplumun nasıl çürümeye terkedildiğini, çaresizlik duygusunun yerleştirilmeye çalışıldığını, ikinci olarak da, krize karşı örgütlü ve birleşik bir mücadelenin tek çıkış yolu olduğunu gösterdi. 3. havalimanı işçilerinin eylemi, işçi sınıfının, emekçilerin krizin ortaya çıkardığı en temel gerçek budur. Kriz koşulları arayışı artırır fakat aynı zamanda arayışların doğru bir zeminde birleştirilmesi için imkanları da açığa çıkarır.
Bütün gerçek bundan ibaret değil elbette. Onbinlerce 3. havalimanı işçisi kendilerine reva görülen insanlık dışı koşullara, açlığa, sefalete razı olmadıklarını direnişin gücüyle gösterdi. Aslında tüm veriler bu ülkede işçilere sadece ölüm vaat edildiğinin kanıtıdır. İşçiler ya iş cinayetlerinde öldürülüyor ya da İsmail Devrim ve Ramazan Kavalcı gibi dayatılan koşullar nedeniyle ölümü seçiyor. 301 işçinin yaşamını yitirdiği Soma Maden katliamında evladını kaybeden bir annenin, adliye önünde ki feryadı bu yazının özeti olsun: "Ölümde sadece sıra var bize."