25 Nisan 2024 Perşembe

Olcay Çelik yazdı | Mİ'nin mutabakat metni: Güçlendirilmiş neoliberalizm, eski faşizm

Peşinen söylenmeli ki, 237 sayfalık bu program Türk burjuvazisinin bir kanadının iktidarı geri kazanma ve kaynaklara yeniden sahip olma programıdır. Aralara serpiştirilen birkaç sosyal adaletçi öge dışında işçi sınıfı ve ezilenlerin en temel sorun ve arzularına dair ise hiçbir şey içermemektedir.

Millet İttifakı, Ortak Mutabakat Metni'ni kamuoyuyla paylaştı. Böyle bir programın pek de kimsenin umurunda olmadığı, içeriksiz ve şekilsiz bir AKP karşıtlığına sıkıştırılmış yılgın kitlelerin Erdoğan'dan kurtulmak için, değil kötü bir programa "tavuk dönere" bile oy vermeye hazır olacağını söyleyenler olabilir. Halkı çaresiz bir aptallığa mahkum yığınlar olarak gören bu bakış bize yabancıdır. Egemenlerin çok yönlü teşhirini titizlikle örgütlemekle yükümlü devrimci sosyalistler bu mutabakatın halk düşmanı karakterini kitlelere anlatmalıdır.

Peşinen söylenmeli ki, 237 sayfalık bu program, Türk burjuvazisinin bir kanadının iktidarı geri kazanma, kaynaklara yeniden sahip olma programıdır. Aralara serpiştirilen birkaç sosyal adaletçi öge dışında işçi sınıfı ve ezilenlerin en temel sorun ve arzularına dair ise hiçbir şey içermemektedir. Aksine, emeğe neoliberal saldırıların yeni bir boyuta yükseltileceğini; "terörle" mücadele adı altında Kürt halkı ve devrimcilerle mücadelenin son hızla süreceğini; sömürgeciliğin ve bölgesel yayılmacılığın devam ettirileceğini; faşist rejimin eski formunun restore edileceğini "müjdeliyor". Bu yönüyle, bir nefeslenme aralığı yaratacak değil, sadece nefesimizi kesen eli değiştirecek bir program olarak karşımıza çıkıyor.

MUTABAKATTA POLİTİK ÖZGÜRLÜK NAMINA NE VAR?
Krizden krize yuvarlanan emperyalist-kapitalist üretim tarzı içerisinde ve kesintisiz olarak 42 senedir onu isyanımızdan koruyan faşist-sömürgeci bir rejim altında yaşayan işçi sınıfı ve ezilenler olarak en acil sorunumuz sosyalist devrime yürüyebilmek için faşizmi yıkıp, politik özgürlüğü kazanmaktır. Dolayısıyla bizler için halkçı iddiadaki herhangi bir programın özünü, bir takım ekonomik ve kültürel tavizler değil, tüm halk için sınırsız söz, eylem ve örgütlenme özgürlüğünün tanınması, adaletin tesisi ve Kürt halkının ulusal-kolektif hakların tanınması oluşturur. Bahse konu kazanımları sağlayacak ve güvenceleyecek olan da bu hak ve özgürlükler olacaktır zaten.

Peki, Ortak Mutabakat Metni bu hak ve özgürlüklere dair neler söylemektedir? Örneğin, işkolu ve işyeri barajlarını kaldırıyor mu? Siyasi, dayanışma ve genel grev hakkını tanıyor mu? Grev yasaklamayı yasaklıyor mu? İşyeri işgali, iş yavaşlatma, verim düşürmeyi suç kapsamından çıkarıyor mu? İşçi direnişlerine polis saldırısını engelliyor mu? Asgari ücrete itiraz hakkı tanınıyor mu? Sendikal yetki alma süreçlerini kolaylaştırıyor mu? İşten çıkarmayı zorlaştırıyor mu? Sendikalaştığı için işçiyi çıkaranlara, kara listeye sokana, dövdürenlere, zehirleyenlere, öldürenlere ağır yaptırım getiriyor mu?

Hayır. Dostlar alışverişte görsün kabilinden "Uluslararası sözleşmelere uyum" gibi soyut ve yüzeysel birkaç vaat ve bol "paydaşlı", "diyaloglu" şirket cümleleri dışında sendikal hak ve özgürlükler açısından faşist 12 Eylül Anayasasından fazlasını sunmuyor. Grev hakkını bırakalım, kelimesi dahi geçmiyor. Nasıl geçsin ki? Faşist şef Erdoğan'ın 22 senedir yasakladığı grevlerin çoğu Koç, Sabancı, İş Bankası gibi "muhalif" burjuvazinin işletmelerinde çalışan işçilerin grevleri değil miydi? Bu sermaye blokunun dolaysız temsilcisinin dolaylı olanından daha mülayim olacağını kim bekleyebilir? Programda sendikalaşmanın teşvik edileceğinin söylendiği tek bir yer var. Orada da sendikalı işçinin patronuna "rekabet gücünü koruması için" destek verileceği belirtiliyor. Yani işçinin hakkını patrondan değil, kamu eliyle yine işçiden çıkarmayı vaat ediyor Millet İttifakı. Kıdem ve ihbar tazminatı konusunda da güvence değil, aslanla ceylan arasında gerçekleşecek bir "diyalog" vaat ediyor. Millet İttifakı'nın yakın zamandaki belediye grevlerinde oynadığı işçi düşmanı, grev kırıcı rol düşünüldüğünde, aksini beklemek de hayal olurdu zaten.

Peki, Kürt halkının ulusal-kolektif hakları tanınıyor mu? Kürt halkı anayasal vatandaşlık statüsü kazanıyor mu? Anadilde eğitim geliyor mu? Sömürge valilerinin yetkileri kaldırılıyor mu? Savaşa, sömürgeciliğe ve işgalciliğe son veriliyor mu? Hakikat ve yüzleşme komisyonları kuruluyor mu? Devlet terörü mağdurlarına tazminat öngörülüyor mu? TSK Başûr ve Rojava Kürdistan'dan koşulsuz çekiliyor mu? Siyasi tutsaklara koşulsuz af geliyor mu? Düşman savaş hukukunu sürekli yenileyen Terörle Mücadele Kanunu kaldırılıyor mu?

Yine hayır, elbette. Bilakis, "terör" safsatası rejimin yeni (daha doğrusu, eski) sahipleri için de varoluşsal bir rol oynuyor. Örneğin, "Tüm terör örgütleri ve terörizmle mücadeleyi tüm güç unsurlarımızı kullanarak kesintisiz sürdüreceğiz" deniyor. "Yurtdışına kaçan teröristlerin" peşine düşülüyor, "Üniversitelerde terörle mücadele araştırmalarına özel önem verileceği, terör araştırma merkezleri kurulacağı" belirtiliyor. Savaş, işgal ve yayılmacılıktan vazgeçmek şöyle dursun, Doğu Akdeniz'deki iddia artırılıyor, yerli savaş sanayisinin daha da ileri taşınacağı vaat ediliyor. Şovenizmde de vites küçülmüyor. Kıbrıs "Milli mesele", Azerbaycan "Kardeş ülke" olurken, Rojava Devrimi tanınmıyor, mülteciler sınır dışı ediliyor. Bu haliyle AKP'nin iktidarının ilk yıllarında uyguladığı burjuva restorasyon programından dahi daha geride konumlanılıyor ama sorarsanız, "Yurtta barış, cihanda barış" temel ilke olarak belirleniyor! Kayyum uygulamasına son verileceği ve seçim barajının yüzde 3'e düşürüleceği vaatleri de haliyle sadece bir makyaj ögesi olarak kalıyor. Sokağa çıkmayı "provokasyon" olarak gören bir siyasi yapının toplantı-gösteri yürüyüşü hakkına yönelik keyfi kısıtlamaları kaldıracağını söylemesi ise elbette inandırıcı olmuyor.

Millet İttifakı'nın metninde Erdoğan ve şürekasının siyasi olarak yargılanmasına dair de herhangi bir ifade ya da ima dahi göremiyoruz. 20 senelik neoliberal talanın, 8 seneden bu yana işlenen savaş suçlarının, katliamların, yaratılan mağduriyetlerin, çalınan hayatların, çürütülen ömürlerin, yaşanan sürgünlüklerin hesabı bu alçaklardan sorulmayacak mı? Elbette sorulmayacak. Çünkü bu bizzat altılı masanın yargılanmasını da gerektirir, Davutoğlu'nun, Babacan'ın yargılanmasını gerektirir. Tabii burada mesele sadece Millet İttifakı'nın bütünlük kaygısı değildir. Türk burjuvazisinin muhalif bloku, iktidardaki blok ile arasındaki iktidar kavgasını devr-i sabık yaratmadan, hesaplaşmadan çözmek istiyor, çünkü muhtemel bir iç savaş veya ayaklanma anında işçi sınıfı ve Kürt halkının, kendi aralarındaki çelişkilerden faydalanıp burjuva-faşist rejimi tehdit etmelerini istemiyor. Son tahlilde iktidara muhalif, rejime ortak olduğunun bilinciyle hareket ediyor.

GÜÇLENDİRİLMİŞ NEOLİBERALİZM
Hadi hak ve özgürlükleri geçtik (!) diyelim, bari en azından emekçi halkımıza ekonomik yönden bir nefeslenme aralığı yaratabilir mi bu program?

Metnin hacim olarak en zengin kısmını oluşturan ekonomi politikaları ile ilgili bölümler tamamıyla TÜSİAD'ın programını dillendiriyor. Ancak her ne kadar Erdoğan'ın tuttuğu yolun zıddı gibi gözükse de en az faşist şefinki kadar emek düşmanı, proemperyalist ve tutarsız bir program bu. "Güçlendirilmiş neoliberalizm" diyebileceğimiz bu programda, Türkiye kapitalizminin yüksek teknoloji üretimini ve üretkenliği artırarak emperyalist işbölümünde, yüksek fiyatlı/katma değerli üretim yapan yukarı halkalara sıçrayacağı, dışa bağımlılığı azaltacağı ve böylece yaşanacak (yıllık yüzde 5) büyümeden herkesin pay alacağı iddia ediliyor. Bunun için yapılması gerekenler ise dijital dönüşümü gerçekleştirmek, nitelikli iş gücü yetiştirmek, yabancı sermaye girişini özendirmek, Merkez Bankasını "bağımsız" kılmak ve kaynakları doğru kullanmak olarak sıralanıyor.

Birçok yerde tekraren ve etraflıca teşhir ettiğimiz üzere, bu sanrının gerçekle bağının koptuğu ilk yer küresel kapitalizmin 10 seneden fazladır inişli-çıkışlı bir durgunluk içerisinde olduğu gerçeğini pas geçmesi. Yatırım, istihdam, üretkenlik ve ticaretin artış hızı tüm dünyada sıfıra yakınsarken ve yeni bir küresel çöküş beklentisi böylesine artmışken, Türkiye kapitalizmine bir büyüme hikayesi yazmak elbette ki imkansız. Kaldı ki, dünya kapitalizmi 2000'lerin başında genişleme konjonktüründeyken dahi Türk burjuvazisinin tüm blokları kendilerini emperyalist üretim hiyerarşinin düşük teknolojili, emek-yoğun süreçlerine konumlandırmışlardı. Çünkü emperyalizmin bir mali-ekonomik sömürgesi olarak sermaye birikimi yetersiz olan bir ülke burjuvazisi için "rasyonel" olan şey, uzun yıllar kar getirmeyecek bir yüksek teknolojili/katma değerli üretim atılımı macerasına girişmek değil, ucuzlamış döviz ile ucuz hammadde ve ucuz sermaye malını bir an önce ucuz emek gücüne ürettirmekti. Millet İttifakı'nın temsil ettikleri şimdi sanki zamanında bu politikalar kendilerine dayatılmış gibi isyan ediyor gözükseler de 22 sene boyunca onları palazlandıran da bu strateji oldu. Peki, şimdi ne değişti?

Deniz bitti. Kapitalizmin krizi artık iki burjuva kanadın çıkarlarını uzlaştırmaya pek müsaade etmiyor. Bu koşullarda Millet İttifakı'nın dolaysız temsilcisi olduğu sermaye bloku da karlarını korumak için öncelikle kamu kaynakları üzerinde hakimiyeti ele geçirmek istiyor. Bankaların ve dolar borçlusu büyük sanayinin sahibi olan bu blok ayrıca Merkez Bankası'nın uluslararası sermayenin akışına uygun hareket etmesini, yani faizlerin yükseltilmesini istiyor. Böylece, döviz kurunun ve enflasyonun düşmesini arzuluyor ki dış borç yükü hafiflesin, faiz gelirleri enflasyonla erimesin. Acil eylem planı olarak bir IMF anlaşması yoluyla mevcut zararın tabana yayılması ise bu stratejinin zorunlu sonucu. Tüm bu gelirlerin de yüksek teknoloji üretimine değil, Türk burjuvazisinin emperyalist üretim hiyerarşisinde kendi sermaye birikiminin müsaade ettiği rolün modernize edilmesine, yani halihazırda üretilmiş yüksek teknolojinin dışarıdan satın alımına harcanması planlanıyor. Bilimsel eğitim vaatleri de "robot üretecek mucitler" yaratmayı değil, üç kişinin işini tek kişinin yapmasını sağlayarak üretkenliği artıracak olan bu ithal teknolojileri "kullanacak" personeli yetiştirme amacını güdüyor. Ortak Mutabakat Metni'nin tüm iktisadi hedefleri bu amaçlar doğrultusunda tasarlanıyor.

Erdoğan, küresel kriz koşullarında doları salıp faizi tutmak suretiyle bol ve ucuz kredi dağıtarak büyük burjuvazinin bir kısmı ile beraber orta ve küçük burjuvaziyi üretir halde tutmaya çalıştı. Bildiğimiz üzere bunun maliyeti rekor düzeydeki enflasyon, yoksullaşma ve borçlanma oldu. Erdoğan'ın tersini yapmayı vaat eden Millet İttifakı ise belki enflasyonu dizginleyebilecek ancak bunu yüksek faiz yüzünden patlayacak olan iflaslar ve nitelikli işgücü safsatası ardına gizlenmiş (daha) yüksek işsizlik ve IMF anlaşmasının dayatacağı ağır bir kemer sıkma politikası yoluyla sağlamak zorunda kalacak.

Programdaki birkaç sosyal adalet maddesinin nesnel zeminini boşaltan şey de işte güçlendirilmiş neoliberalizm ile burjuva sosyal devlet vaadi arasındaki bu çelişki olacak. Programdan geriye, "sermayeyi tabana yaymak" için "melek yatırımcıların" kanatları altında "mikro-kredi" kullanarak büyüyecek "girişimcilerden" oluşan kapitalist bir distopya kalacak. Kısacası, işçi sınıfı ve Kürt halkına hiçbir temel hak ve özgürlük vaat etmeyen Millet İttifakı, ekonomik taviz namına da bize bir şey sunamıyor, sunamayacak.

ANAHTAR OLMAK VEYA KİLİDİ KIRMAK
Yaşanan ekonomik ve siyasi krizin temel sebebini sadece Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak tespit edip, "bu sistemin artık devlet için bir beka sorununa dönüştüğünü" söyleyerek kavgayı emek ile sermaye, devlet ile halk ve/ya faşizm ile özgürlük arasında değil, burjuva rejimin eski ve yeni sahipleri arasında kuranlardan daha da fazlası beklenemezdi zaten.

Bu program iki yanlıştan bir doğru çıkmayacağını; faşist rejimin tarihsel sahiplerinin faşizme karşı birleşilecek bir güç, bir kader ortağı olarak görülemeyeceğini; sömürüyü, sömürgeciliği ve yayılmacılığı artırmanın Türk burjuvazisinin tüm bloklarının temel çıkarı olduğunu bir kez daha ve bu sefer nihai olarak göstermiştir. İlkeler ile siyaset yaptığını belirtenler için Millet İttifakı'nın adayının kim olacağının artık bir önemi kalmamıştır. Hiçbir zaman vaat edilmemiş olanı ısrarla varsayma bönlüğünü sürdürmekte "gerçekçi" değil, sanrılı bir şeyler vardır.

Ezilenler cephesi kendisini bir an önce "anahtar" rolünden sıyırıp, işçi sınıfına ve Kürt halkına vurulmak istenen bütün kilitleri kıracak tek siyasi öncü olduğunu hatırla(t)mak zorundadır. Onu kuran da yaşatan da budur. Bunun ilk somut adımı da şüphesiz ki Emek Özgürlük İttifakı'nın bir an önce kendi adayını açıklaması olacaktır. Burjuva cepheler iki turda da desteklenmemeli, işçi sınıfı ve ezilenlerin antifaşist mücadelesi fabrikadan okula, mahalleden kıra her alan ve düzeyde örgütlenmelidir. Zira yolun zorluğu, hakikatini eksiltmemektedir.