4 Aralık 2024 Çarşamba

Görüntü ve gerçeğin algısı

Bugün kapitalizmin gelişmişlik düzeyine bağlı olarak, toplumsal yaşamın ilişkilerini yorumlamak, gerçek ile görüntünün iç içe girmesini, yaratılan görüntünün gerçeğin önüne geçtiğine tanık olmaktayız.
Algı ya da idrak kelimelerinin anlamı‚ bir şeye dikkati yönelterek o şeyin bilincine varma ya da idrak, gerçeğin bizzat kendisi değil gerçeğin bir yorumudur. Yani belleğin katkıları ve bir duyusal izlenimle ortaya çıkan, karmaşık, nesnel bilinç içeriği. Özellikle görsel algılar, dışımızdaki varlığın, şeylerin, nesnelerin biçim ve durumları konusundaki betimlemelerimizin yapısına girer.
 
Teknolojinin ve görsel araçların devasa gelişmesi, insan zihnindeki algının da değişmesine, o teknolojinin kimin elinde olduğuna bağlı olarak yaşamın içeriğini enfüsi yani sübjektif olarak yorumlamasına yol açmaktadır.
 
Bugün kapitalizmin gelişmişlik düzeyine bağlı olarak, toplumsal yaşamın ilişkilerini yorumlamak, gerçek ile görüntünün iç içe girmesini, yaratılan görüntünün gerçeğin önüne geçtiğine tanık olmaktayız.
 
İnsanlık, kendisine gösterilene inanmaya, yaratılan "gerçeği" savunmaya başlayınca, sınıfsal ayrışmada toplumsal gerçek, egemen kapitalist sisteminki olmaktadır. Dün, teknolojinin bu kadar gelişmemesi, toplumsal algının oluşturulması bu denli olmuyor, yoğunlaştığı lokal düzeyde kalıyordu. Şimdi ise küreselleşen sermayenin dünya genelindeki hâkimiyeti, toplumsal idraka da yön veriyor.
 
Türkiye'de yüzde 40'ı aşan bir 'yığın' bu yanılsamanın peşinden gidiyorsa eğer, işte bu gerçeğin görüntü ile yok edilmesinden başka bir şey değildir.
 
Görüntü nedir, nasıl oluşturuluyor?
 
Örneğin, komşu devletlerle kriz içerisinde olan, ABD, İsrail, AB vb. emperyalist devletlerle ya da ülkelerle kavgalı görüntüsü yaratırken, sermayenin gelişmesine hizmet eden tüm anlaşmaları gizlerler. Oysa mesela ABD karşıtlığı ile toplumsal algı oluşturulurken, aynı Amerika ile anlaşmalar yaparlar.
 
2012 yılında yapılan bir araştırmada, Türkiye'de ABD'ye duyulan tepkinin yüzde 85'e çıktığı açıklandı. Şimdi düşünüyoruz, nasıl oluyor da ABD'ye bu kadar tepki duyan bir ülkede Amerikancı bir iktidar var. Erdoğan Amerika karşıtı bir görüntü yaratıyor. AKP yetkililerinin, siyasi çalışmalarında kullandıkları argüman anti Amerikancılık. 15 Temmuz "darbe" girişiminde söylem 'arkasında Amerikan var, dış mihraklar var"dı. Teröre destek diyor, hain diyor vs. Kitleler sanır ki, Amerika'ya savaş açmış. İsrail ya da Fransa ve Almanya'ya karşı argümanlarda da aynı siyaseti izliyor.
 
Ama tabii ki görüntü ile gerçek bambaşkadır. Görüntünün "her şey" olduğu toplumsal yaşam "gerçeği", onun gerçeği gizlemesini kolaylaştırmaktadır.
 
Şimdi biz gerçeğe bakalım. Emperyalizm ile kurdukları "derin" ilişki ve anlaşmalar, planlar takır takır işliyor. İktidar gücüyle bunlar çalışmaya devam ediyor. "Alışveriş merkezleri, yol ve bankalar" takır takır çalışıyor. Tüketim toplumu yaratarak çürümenin nesnel zemini yaratılmış ve yanılsamayla gerçek gizlenmiştir. Gerçek ne peki?
 
'Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları' adlı kitabın yazarı olan ünlü Amerikalı ekonomist John Perkins, emperyalizmin kendi arabasını üretmeyen ülkeye borç verip otobanlar yaptırdığını, sonra onlara ürettikleri arabaları sattığını yazar. Aynı emperyalizmin daha sonra o ülkenin bankalarını satın aldığını, o bankalardan halka ucuz krediler verip daha çok araba almalarını sağladıklarını belirtir.
 
Perkins, şöyle devam eder: "Ayarlanan kredi asla o ülkenin hazinesine gitmez. O ülkede proje yapan bizim şirketlerimizin kasasına girer. Enerji santralleri, sanayi alanları, limanlar, dev hava yolları yapılır. Aslında insanların işine yaramayan bir yığın beton. Bizim şirketlerimiz kazanır, o ülkedeki birileri de nemalanır. Toplum bu düzenekten hiçbir şey kazanmaz. Ama ülke büyük bir borcun altına sokulmuş olur. O kadar büyük bir borçtur ki, ödenmesi imkânsızdır. Plan böyle işler. Sonunda ekonomik danışmanlar-tetikçiler olarak gider onlara deriz ki: Bize büyük borcunuz var. Ödeyemiyorsunuz. O zaman… Askeri üslerimize yer gösterin, askerlerinizi birliklerimize destek olmak için savaştığımız bölgelere gönderin, BM'de bizim için oy verin. Elektrik, su, kanalizasyon sistemlerinizi özelleştirin. Onları Amerikan şirketlerine ya da diğer çokuluslu şirketlere satın. Sosyal hizmetleri, teknik sistemleri, eğitim kurumlarını, sağlık kurumlarını, hatta adli sistemleri ele geçiririz. Bu ikili, üçlü, dörtlü bir darbeler serisidir." (Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları, John Perkins)
 
İşte gerçek budur. Ne kadar tanıdık bir ekonomik ilişki ağı değil mi? Görüntü ile yaratılan yanılsama sayesinde siyasette, ekonomide gerçekler ters yüz edilir. Efrin gerçeği tam da bu değil midir? Görsel araçlar sürekli, işgalin "gerekçelerini" pompalarken dakika dakika, duvarın arkasında takır takır işleyen kapitalist sistemin çarkları…
 
Gazeteci Deniz Yücel'in serbest bırakılma süreci ve sonuçlarına da bakarsak, gerçeklere ulaşmanın aslında o kadar da zor olmadığını göreceğiz. İşte emperyalist kapitalist sistemin, ideolojik saldırılarına karşı gerçeği anlatmanın Efrin'de zafer kazanmayla aynı anlam taşıdığını idrak ettiğimizde, toplumsal gerçeğe ulaşmada büyük adımlar attığımızı göreceğiz. Bu bakımdan bunun araçlarını ortaya çıkarmak, hakkıyla kullanmak ve geliştirmek de kapitalizme karşı mücadelede yanılsamaların önüne geçeceğini bilmeliyiz…