Efe Dağlı yazdı | Muz ortası
Kılıçdaroğlu'nun kuşkusuz herhangi bir faşist hissiyatla değil kasaba politikacısı faydacılığıyla ortaya attığı kanuni düzenleme/güvenceleme hamlesi kadük olacaktır. Bir de öyle basiretsiz bir isim ki Kılıçdaroğlu, bir başka diktatörlük olan ve yanı başımızda özgürlük isyanıyla çalkalanan İran'da kadınlar, bu kez başörtüsü takma mecburiyetine karşı mücadele ederken bu hamleye girişince, iyice boşa düşmüş oldu.
Kemal Kılıçdaroğlu'nun başörtüsü açıklaması bir tür muz ortası oldu. Tayyip Erdoğan topa yükseldi ve tarihsel CHP'nin kalesine gol attı.
Muz ortasının amacı ön almak, neredeyse kesinleşen adaylık öncesinde puan toplamaktı. Konu siyasal özgürlük mantığı ile çerçevelenmemişti. Günü kurtarmaya çalışan Kılıçdaroğlu, CHP'nin geleneksel yüzeyselliğiyle davranınca sonuç beklediği gibi olmadı.
Son yıllarda muarızlarının faşistlikten diktatörlüğe pek çok sıfatı yakıştırdığı Erdoğan, bir başka dönemde, geleneksel faşist diktatörlük yıllarında büyük bir zalimliğe dönen başörtüsü yasağına karşı özellikle Anadolu taşrasında gelişen öfkeyi arkalayan siyasal pratiğini öne çıkararak ne denli özgürlükçü olduğunu "gösterme" fırsatı buldu.
İkisi de haklı diyebilir miyiz? Bir bakıma.
Kılıçdaroğlu'nun, Erdoğan'ın şimdiki zamanına dair analizleri büyük oranda isabetli.
Erdoğan'ın tarihsel CHP tecrübesine ilişkin değerlendirmeleri de hakeza.
Nihayet Türkiye bir faşizmler cennetidir. Yüz yıllık tecrübesinin ezici çoğunluğu bu zalim tecrübe altında ezilen on milyonların çığlığıyla geçti.
Her iki siyasal merkez, ikisinin de işine ve kolayına gelen bir saflaştırmayla toplumu paralize ederek merkezkaç eğilimleri önlemiş oluyor.
Sözgelimi Erdoğan, geçici bir süreliğine de olsa, Yeniden Refah gibi adreslere kaçan veya kararsız seçmenini durdurabilir, hatta istediği doğrultuda etmesi de mümkün.
Kılıçdaroğlu için durum vahim. Cumhurbaşkanlığı adaylığı için Akşener'le zımnen anlaşmışlardı. Erdoğan da rakip olarak onu istiyordu. Özellikle Macaristan'da Orban karşıtı muhalefet yenildiğinden beri İYİP tarafı anlaşmanın gözden geçirilmesinden yana. Masanın diğer bileşenleri de gönülsüzlüklerini yer yer göstermekten kaçınmıyor.
Paradoks şurada: Erdoğan'ın tazyiki fazla etkili olursa Kılıçdaroğlu'nun pamuk ipliğine bağlı adaylığı zayıflar. Bu durumda, sözün şehvetine kapılan Erdoğan, kendi eliyle karşısına daha güçlü bir adayın çıkmasının önünü açmış olur.
Kılıçdaroğlu'nun tarihsel CHP laikliğiyle hemhal olan ve bunu kuşaklar boyunca siyasal miras olarak devralan kendi tabanı bakımından zorlu bir mücadeleyle karşı karşıya kalması muhtemel. O nüfusun bir bölümü Zafer türü ırkçı paramiliter örgüte gidiyor.
Kalanların önemli bir bölümü diş gıcırdatıyor ve Kılıçdaroğlu sonrasında partiyi kuruluş kodlarına döndürmeyi umuyordu. Bu saatten sonra atağa geçmeleri mümkün. Öyle birkaç ihale verilerek susturulmaları, belediyelerin mücavir alanlarının kendilerine aktarılmasıyla yetinmeleri mümkün değil.
Bu ekip, bazı genel doğrular üzerinden kendi ırkçı ulusçu saldırganlıklarını rasyonalize etmeye çalışıyor. Başörtüsüne düşmanlıkları böyle. İçlerindeki kadın aktivistlerin 28 Şubat günlerinde üniversitelerde hangi rezillikleri yaptığını unutmadık. Toplumun kültürel dokusuna düşmanlık olduğu için geniş kitlelerin unutması da mümkün değil.
Kılıçdaroğlu'nun kuşkusuz herhangi bir faşist hissiyatla değil kasaba politikacısı faydacılığıyla ortaya attığı kanuni düzenleme/güvenceleme hamlesi kadük olacaktır. Bir de öyle basiretsiz bir isim ki Kılıçdaroğlu, bir başka diktatörlük olan ve yanı başımızda özgürlük isyanıyla çalkalanan İran'da kadınlar, bu kez başörtüsü takma mecburiyetine karşı mücadele ederken bu hamleye girişince, iyice boşa düşmüş oldu.
ABD'ci ekibi, hırsı ve kurnazlığıyla öne çıkan Ekrem İmamoğlu'na kıyasla Kılıçdaroğlu'na kendi siyasal yakınlarının bile 'Pazar'a kadar İsmet Abi' modelinden öteye misyon biçmediğini kesinlikle söylemek mümkün. Bu bakımdan bir yalnız adam görüntüsü vardır ve başarısızlık halinde derinleşmesi kaçınılmazdır. Şayet cumhurbaşkanlığı seçimleri alınamazsa bu defa fatura ona kesilecek ve jübile bile yapamadan futbolu bırakmak zorunda kalan Arda Turan'dan kötü bir duruma sürüklenecektir.
Bu arada Yunanistan gibi "oyuncaklı" bir kartı var AKP'nin ve ihtiyaç duyuldukça oynanıyor. Sağ siyasetin sevdiği fütuhatçı, Osmanlıcı argümanları kullanarak erimeyi geciktirmesi, Avrupa'yı bekleyen ve Macron'un gülünç tedbir tavsiyeleriyle bir büyük çaresizliği anlatan kış da iktidar bloğunun lehinedir. Kaynağı belirsiz denilen kayıt dışı sıcak para girişinin piyasaları geçici olarak canlandırması da Erdoğan'ın lehine yazacaktır.
Birbirlerinin geçmiş zamanı ya da şimdiki halleriyle ilgileniyorlar. Bu bir kısır döngü. Buradan özgürlük çıkmaz, tam hak eşitliği temelinde bir yeni toplum paradigması yeşermez, yatay toplumsal kutuplaşma aşılamaz. 100'üncü yıla böyle giriyorlar ve tuhaf ama yüzyıl önce de durum aşağı yukarı böyleydi.
Arada şöyle bir farktan bahsedilebilir: M. Kemal devlet denetiminde bir İslam istiyordu. Ona muhalefet eden siyasal İslam devlete ram oldu ve buna karşılık kendisine pay aldı. Orta vadede devlet aygıtı onlardan silkelenecektir ancak bir ekol olarak siyasal İslam sürecektir. Diğer taraftan sol ve Kürtler yüz yıl önceki gibi devletin ve "muteber" sayılan mekanizmaların dışındadır. Onların yeri genellikle nezarethaneler ve hapishaneler oldu, hala öyledir.
Kapitalizmin çöküş evresinde dünyanın pek çok yerinde iki dinamik öne çıkıyor: Din ve milliyetçilik. Liberal bakış ikisini de ret üzerine inşa edildi ancak sonuç vermedi. İster ortaçağa geri dönüş denilsin ister yeni bir kaos evresi adı verilsin bu iki dinamik birer vakıadır.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika'ya bakalım, ikisi de kuvvetlidir. Diğerlerini geçelim ve Türkiye siyasi coğrafyasına gelelim. İslamın serüveni ve bunun egemenlerce istismarı ortada ve şu anda ne yazık ki karşıdevrimin şu ya da bu bileşeni orasıyla oynuyor ve oraya anlamlı devrimci müdahale yok. Diğeri Kürt orijinli olandır ve tarihinin en güçlü dönemini yaşamaktadır, üstelik son derece riskli bir alanda stratejik yanlışlar yapmadan yürümeyi başarmaktadır. Sadece bunlar değil, Türk kimliği de iğdiş edilmektedir ve eşitlik hukuku temelinde Türk ulusal onurunu sahiplenerek öne çıkaran ve yabancı olan ne varsa hepsini düşmanlık potasına atan faşist istismarcıların elinden kurtarmak gerekmektedir ki bunların tamamı birbirini destekleyen politik ve düşünsel bir yoğunlaşmayı gerekli kılar.
Dar grup dünyalarına sıkışmayı reddeden politik akıl, bu 'kimlik'leri aşmayı ve onların kendi içlerinde demokratikleşmesi için sürekli çabayı ortaya koyacaktır. Genel geçer, ilkelere hapsolan, konum bildiren, siyasal doğruculukla yetinen ezberci geleneksel kendini var etme biçimlerinin kaderi büyük siyasal savaşların dışına düşmektedir. Evet karşıdevrimden yarar yok, biri kırk katır diyor diğeri kırk satır ama alternatif ne; önümüzdeki dönem buna yoğunlaşan ve içinden geçilen anda uygulanabilen ikna edici çözümler ortaya koyanlar milyonlara ulaşan bir siyasal hareket halini alacaktır.