19 Mayıs 2024 Pazar

Efe Dağlı yazdı | Livaneli'ye karşı kolektif devlet refleksi

Zülfü Livaneli'nin İrfan Aktan'a verdiği röportaj ve ardı sıra yapılan tartışmalar önemli. Türkiye'de sosyalistlerin türlü vesilelerle pek çok defa dile getirdikleri ciddi bir mesele, bu vesileyle tekrar gündeme geldi.

Z. Livaneli, 1996 ve 2000 yıllarındaki her iki ölüm orucu eylemi döneminde Yaşar Kemal ile birlikte arabulucu heyette yer aldı. Yakın zamanlarda, 2000 yılındaki eylemlerde, ölüm orucu eylemi taleplerinin dönemin Başbakanı Bülent Ecevit tarafından reddedildiğini açıkladı.

O tanıklığa ilişkin açıklaması da önemliydi. Eylemlerde tıkayıcı olanın tutsaklar değil, katliam hazırlığı yapan devlet olduğunu bir de bu anlatım doğruladı. Hatırlanacağı gibi Ecevit'in şahsında devletin o tutumunun ardından 19-22 Aralık 2000'de, 28 devrimci tutsağın katliyle sonuçlanan operasyonlara girişildi, dışarıda binlerce devrimci demokrat gözaltına alındı. Türkiye siyasi tarihinde adalet başlığı altında ele alınmayı bekleyen stratejik konulardan biri olarak 19-22 Aralık günleri devrimci adalet arayışının konusu olmayı sürdürecektir.

İslamcısından milliyetçisine pek çok kesimi Deniz Baykal'ı savunmaya iten son açıklamasında Livaneli, NATO-Türkiye ilişkilerinin mantığına, körüklenen antikomünizme, Türkiye soluna dönük saldırılara, devrimci sol yapılanmaları yok etmeye kilitlenen ABD ve devletin, kendilerine sadık kadrolarla mesela CHP'yi şekillendirdiğini (elbette bunun amacı devrimci solu kırıp korkutulmuş kitlelere CHP'yi adres olarak göstermektir, ki benzerini 12 Eylül ardından SHP aracılığıyla gördük) anlatıyor.

Livaneli'nin söyledikleri orijinal mi? Değil.

Türkiye ve Kürdistanlı sosyalistler ve devrimciler ölümlerle, hapislikle, işkencelerle, sürgünlerle bütün o dönemi tecrübe etti. Soğuk savaşın ardından Kürdistan halkı da kitleler halinde o zulme maruz kaldı. Soğuk savaş döneminin histerik saldırganlığı, '91 sonrasında bu kez anti-Kürt argümanlarla Kürdistan'da sürdü. Halihazırdaki zalimlik ve direnişin köklerinden biri oradadır.

CHP'nin bir sol parti olmadığı ifadesinin, o cümlenin on milyonlara ulaşması bakımından kayda değer. CHP, Türkiye'de kurumsal devlet partisidir. Düşünce ve davranışlarında, kritik anlarda ve virajlarda aldığı pozisyonlarda bu bilinç ışıldar. Bu bakımdan CHP, marksist literatürde lanetle anılan ve bilhassa Alman devriminin akamete uğramasında önemli payı olan Almanya'daki sosyal demokratlardan bile daha geri konumdadır.

Cumhuriyet tarihi boyunca devlet politikası her ne ise CHP bazen derhal, bazen gecikerek, hatta bazen daha erken davranarak kendisini ona göre konumlandırıp yapılandırageldi.

Ancak CHP'ye dair bunları -ki çok daha fazlasını hak etmektedir- söylemek "Türkiye'de sol aslında sağdır ve sağ aslında soldur" gibi basitliklere varacak genellemelere varamaz.

Zira Türkiye'deki sağ uluslararası tekellerin ihtiyaçları, daha politik ifadesiyle ABD'nin çıkar ve ihtiyaçlarıyla son analizde buluşarak ona hizmet eden bir şekillenişe sahip.

Türkiye'deki siyasal sağ şemsiyesi politik İslamcılardan milliyetçilere uzanan DP-AP ve türevleri olarak kitlesel biçimlerde ortaya çıkan parti ve organizasyonları kapsar.

Bu çerçevede AKP de Türk sağına dahildir. Onun geleneksel kodlarını kullanır. Ortaya çıkış süreci, TÜSİAD, generaller ve ABD'den onay alması (D. Baykal eliyle Tayyip Erdoğan'ın önündeki yasal pürüzlerin giderilmesi dahil) da diğer sağ parti oluşumlarını andırır.

1946'dan bu yana Türkiye'de parti formlarıyla ortaya çıkan partiler soğuk savaşta doğmuş oldular. O dönemin patronu ABD'dir. Türk sağı ABD'nin önünde eğilmeyi amentü haline getirmiştir. Ancak ve sadece, ABD, herhangi bir işbirlikçisinden vazgeçeceği zaman, kenara atılmaya katlanamayanlar birden ABD karşıtı oluverirler.

En açık ve trajik/gülünç örneği 'Generaller Partisi' olarak andığımız, NATO ilişkileri çerçevesinde antikomünizm ve kontrgerilla bilinciyle orduyu sevk ve idare eden generallerin, onca yıl ABD'ye hizmet ettikten sonra Ergenekon vb. operasyonlarla tasfiye edilirken canhıraş bağırışlarıdır. Birdenbire Avrasyacı olanlara bile rastlandı. Sonuç olarak güçleri kırıldı.

AKP'nin hikayesi de benzer bir siyasal-tarihsel eğriyi andırıyor. AKP sadece Türkiye halklarıyla ilişkisinde tükeniş eğiliminde değil; uluslararası tekellerle ilişkiler de oraya ilerliyor.

Bütün partilerin ABD'ci olması ile ABD'nin onlardan birini-ikisini öne çıkarışı arasında ABD'nin seçenek bolluğu, Türkiye'deki partilerin açık-örtük ilişkilerle ABD'ce kabul edilme yarışı bir aradadır. Unutmayalım, cemaat şebekesi adlı halk düşmanı organizasyon 'saf İslam' söylemini katalizör olarak kullanıp sola-Kürtlere karşı kışkırtıcılık yaparken bir casusiye teşkilatı halini aldı. Bunların hepsi, 'komünizme karşı ABD ehvenişerdir' diyen karşıdevrimci çoğunlukla faşist ruh haline sahip çevreler halinde teşkilatlandılar.

NATO merkezli soğuk savaş döneminde Türkiye ABD'nin pek çok yolla kendi çıkarlarına göre organize ettiği bir devlet haline geldi.

1) Ragıp Gümüşpala'nın kuşkulu ölümü ve Süleyman Demirel'in (Marisson Süleyman) Adalet Partisi (AP) Genel Başkanı olması,
2) Alpaslan Türkeş'in Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CMKP) Genel Başkanı olması (ki o da dalavereli bir süreçtir),
3) İsmet İnönü yönetimine bayrak açan Bülent Ecevit'in CHP Genel Başkanı olması aynı on yıl içinde meydana gelen önemli değişimlerdir.

Sol yükselişin ani ve önlenemez hal alması, Ecevit CHP'nin ABD ile uyumlu ilişkisinde, Ecevit'i teşhir edeceği için kesintili biçimlerle sürmüştür. Onun işlevi 'ortanın solu' olmakla, emekçi sola karşı duvar örmek, onu marjinal sınırlar içinde tutmaktır. TKP'nin bilinçli desteği ile CHP bu imkanı katı biçimde kullanmak istemiş, ancak 1971 devrimciliğinin ardıllarının kitleselliği ve yaygınlığı bunu akamete uğratmıştır.

O arada emekçi sola düşman, Kürdistan'ın kurtuluşu ihtimalinden dahi korkuya kapılan sağcı dernekler, gazeteler, dergiler mali bakımdan desteklendi. İstihbarat teşkilatı bu uğurda modernize edildi. 'Sivil savunma' adı altında on binlerce yurttaş muhbir ve kontrgerillanın "beyaz kuvvetler" mekanizmasıyla ilişkilendirildi.

Kısacası devlet cihazı tepeden tırnağa dizayn edilirken devlet-toplum ilişkilerini düzenleyen ideolojik-kültürel hegemonya aygıtı olan basın ile dernekler yeniden dizayn edildi. Zor olmakla birlikte benzer taktikler akademide de denendi ve kısmen yol alındı. 1960'lar, 70'ler dönemi Türk sağının yayınlarına bakıldığında bugünkü iktidar medyasını andıran biçimde Kürt ve sosyalizm karşıtı konularda bir elden çıktığı belli manşetlerle haberlerin her tarafı kapladığı görülür.

Antikomünist, anti-Kürt, Türk sağı kirlidir ve kimisi hala yaşayan pek çok isim insan içine çıkamayacak kadar "günahkar”dır.

Dolaysısıyla, Livaneli'nin sözleri önemli ve fakat konu CHP ile sınırlı değil. 'Türk sağı' derken 'devlet solu'nu oluşturan CHP ve türevleri gibi egemen siyaseti kastediyoruz. O cenahtan herhangi bir adresi diğerine tercih etmek kendine katil seçmektir. Zaman zaman gelinen ve Kılıçdaroğlu gibi isimlerle 'değiştiği ispat edilmeye çalışılan CHP'nin kurumsal kimliği, onun emekçi sol halk taleplerini içermesine, savunmasına kategorik olarak engeldir. Ne dolaylı ne doğrudan ittifak gücü olabilir.

AKP ile devlet aygıtı yeni tipte bir örgütlemeye vardı. Bir tür şeflik sistemi olan bu yeni düzen burjuva cenahta da rahatsızlık yarattı. CHP'nin merkezinde durduğu organizasyonun vaadi ve görevi devleti restore etmektir.

'Restorasyon' nedense, kendi halinde 'güzel' duran bir kelime gibi algılanabiliyor. Düzeltme, aslına uygun hale getirme vb. herhalde cazip bulmuyor. Zira herkes kendi isteğini o restorasyona bina edilirler. Bu bir büyük yanılsamanın da kaynağı oluyor.

Nedeni basit; AKP'nin bozuma uğrattığı devlet yapısı geleneksel faşist yapı idi. Onu aldı, kendi çıkarları doğrultusunda reorganize etti. Faşizm el değiştirdi. Şimdi CHP odaklı cephe rejimi eski biçimde yeniden düzenlemeyi vaat ediyor. Elbette kimi esnemelerle beraber. Aksi halde halkın ilgisini çekmek zor. K. Kılıçdaroğlu da kendi politik yolculuğunu, böyle bir yeniden yapılanmaya cumhurbaşkanı olarak refakat ederek tamamlama eğilimini saklamıyor.

K. Kılıçdaroğlu veya diğerleri. İsimler geçer, kurumsal yapılar sürer. CHP'nin bir yeraltı refleksi vardır. Antikomünizm ve Kürtlerin kolektif özgürlük arayışına karşıtlık o kurumsallığa içerilidir.

Asıl gündem, milyonlarca Alevi ve emekçi sol dünyaya aşina yoksulun CHP'de ne aradığı ve onların hangi yollarla emekçi sola, daha somut bir adres olacak demokratik cephe partisi HDP'ye kazanılacağı olmalıdır. Popülerleşen tartışmalara bu eksende katılmak, tartışmak, anlatmak CHP ile ittifak olur mu olmaz mı spekülasyonlarıyla vakit kaybetmekten çok daha anlamlıdır.

Türkiye'nin geleceği mi? Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimcilerin öncülüğündeki siyasal özgürlükler devrimi ve demokratik halk cumhuriyeti Türkiye siyasi coğrafyasının geleceğidir.