Efe Dağlı yazdı | Devlete nizam merkezleri
AKP, buradan, daha fazla MHP'ye benzeyerek kurtulamaz. Halihazırda kaybettiği oyların bir kısmının MHP'ye gitmesi o tür MHP diline öykünmekle engellenemez. Bloğun çelik çekirdeğinde Türkiye'deki iç savaş dönemlerinde özel harp düzeninin idarecileriyle onların takipçileri var. Erdoğan onlar açısından muteber değil. Uygun şartlar oluşursa, dillere destan pragmatizmiyle kendilerine musaf olacağının da farkındalar. Dolayısıyla "devlet" retoriğine abanma stratejisine sürdürülecektir.
Kişilerin ve partilerin kendileri hakkında söylediklerine mi, yapıp ettiklerine mi bakacağız? Neredeyse bütün idarecileriyle AKP'nin siyasal davranış çizgisiyle retoriği o denli birbirinden uzak ki tepeden tırnağa bir şizofreniyi yaşadığı kolaylıkla iddia edilebilir.
Bütün rüyası post-Erdoğan evresinde AKP'yi ele geçirmek olan Ahmet Davutoğlu, sorulunca, o konuşma metinlerinin kimlerce ve nasıl hazırlandığını bildiği için, Erdoğan'ın "Türkiye Yüzyılı" nutkundan etkilenmediğini ve ortada riyakarlık gördüğünü söyleyiverdi.
Güzel. Demek profesyonel yazıcılar, liderin düşüncelerini toparlayıp metine dönüştürmüyor. Dolayısıyla konuşulurken duyduğumuz sözler yazıcı ekibin kişisel arzularıdır ve kendilerine "Çal kemancı" denilince başlamaktadırlar. Ve biz, metne bağlı kalınmadığı anlarda, bu da konuşmanın şehvetine kapılmak ya da bozulan prompter ile mümkün olmaktadır, biz ilgili liderin hakiki fikirlerini öğrenebiliyoruz. Elbette "fikir" demek lafın gelişi. Zira o anlarda kopkoyu bir saldırganlık hissiyatı dışa vuruyor.
Peki neden? İktidarı farklı konuşup farklı yapmaya iten ne? Gerçek eylemlerinizin saygın ve savunulabilir olmadığını bildiğinizde açığı retorikle kapamak istersiniz. Bir de bir umut, o sözlere kananlar olur. İlginç olan, ne söyleniyorsa tam zıddının, üstelik kolektif araçlarla gerçekleştirilmesi.
Altılı masa rölantide. İktidar patinaj yapıyordu. Yakın zamanda "Türkiye Yüzyılı" bir vizyon belgesi olarak sunuldu. Pek tabii D. Bahçeli onu "Türk Yüzyılı" olarak tashih etti. Kendisi aleme değilse bile AKP'ye nizam verme gücünü cömertçe kullanıyor. O da prompterden konuşuyor. Ancak konuşmalarını bizzat yazdığı belirtiliyor. Takır tukur, kafiye değişkenliği ve 1930'ları hatırlatması itibariyle evet muhtemel öyle. Ancak Bahçeli'nin düşünceleriyle eylemi arasında açı farkı çok daha az.
AKP'li Mahir Ünal, daha önce, "çözüm süreci" buzdolabına kaldırılınca kızağa çekilmişti. O günlerde MHP camiasında ona karşı epey hınç birikti. Tekrar vitrine çıkarıldığında şedit bir Kürt karşıtıydı. Ne var ki, Türkçe merkezli malum ve aslında gayet sıradan konuşması ardından D. Bahçeli'nin konuşması ardından tekrar kızağa çekildi. MHP ile bloklaşma sürdükçe yeniden öne çıkması oldukça zor.
Burada dikkat çekici detaylara rastlıyoruz. M. Ünal aynı zamanda gayet milliyetçi olan bir siyasal islamcı. Türkiye'de bu iki ekol, 1970'lerin başında MHP'den İslam karşıtı ırkçılar tasfiye edildikten sonra siyasal eküri oldular. Bakalım siyasal islamcı yayınlara, bakalım MHP etkisindeki yayınlara son otuz yılda bunu defalarca görürüz.
Ancak bu tasfiye Bahçeli'nin kişisel rezervinden ibaret değil. O bilmiyor mu AKP idarecilerinin genelde böyle düşündüğünü, biliyor. Bunları değiştirmelerini istiyor mu hayır. İstese de değiştiremez çünkü o iddiaların toplumsal karşılığı var.
Bahçeli'nin tavrı şunu anlatıyor: AKP ile MHP ve diğer milliyetçi-ulusal ekibin koalisyonu "devlet" kavramı etrafında şekillendiği için o çerçevenin dışında kalan ne varsa hiçbirinin kamusal alanda dile getirilmesine izin yok.
Erdoğan'ın en zayıf anında bu koalisyon/blok kuruldu. Ana kuvveti AKP'ydi. Zaman içinde, AKP-Erdoğan zor durumda kaldıkça MHP ve diğer aktörler güçlenerek blok içi dengeyi sağladı. An itibariyle bu denge AKP aleyhine bozulmaya başladı. Nereye varacağını göreceğiz.
AKP, buradan, daha fazla MHP'ye benzeyerek kurtulamaz. Halihazırda kaybettiği oyların bir kısmının MHP'ye gitmesi o tür MHP diline öykünmekle engellenemez. Bloğun çelik çekirdeğinde Türkiye'deki iç savaş dönemlerinde özel harp düzeninin idarecileriyle onların takipçileri var. Erdoğan onlar açısından muteber değil. Uygun şartlar oluşursa, dillere destan pragmatizmiyle kendilerine musaf olacağının da farkındalar. Dolayısıyla "devlet" retoriğine abanma stratejisi sürdürülecektir.
Siyasetin goygoyu CHP-AKP-MHP atışmalarından ibaret. Tümü devletin yeniden yapılandırılması amacına bağlı. Bütün zorlamalarına rağmen iktidar bloğu bu yapılandırmayı tamamlamış değil. Bürokrasi hala mayınlı tarla halinde. CHP'nin-İYİP'in, "AKP devleti" ajitasyonu kışkırtma ve siyasal anksiyete yoluyla kitleleri konsolide etmeyi amaçlıyor. İlk zamanlarda dalgalanmaya yol açan o ajitasyon, muhalefet bloğu rölantiye girince dindi. Bürokrasinin sinik ve korkak karakteri ile güç merkezi nere ise orada konumlanma, erketeye yatma huyu burada da açığa çıkmış oldu.
AKP muhitindeki isimlerin her eleştiriyi devlet ve milli güvenlik karşıtlığıyla ele alması, sanki, henüz nasıl bir siyasal kapanda olduklarını anlamadıklarını anlatıyor. Erken kemalist dönemle barışma mecburiyetini de kabullendiler. Kamusal alanda kemalizm korkusunda epey kısıtlı bir dile meylediyorlar.
AKP'nin siyasal islamcıların rüyasını gerçekleştirdiği iddiası cari-iddia, laik-modern-kentli nüfustaki "ülke elden gidiyor" iddiasına dayanak sayılıyor. Oysa aynı AKP andığımız mecburi barışma ve kısıtlı dil ile birlikte siyasal islamcı gelenekten uzaklaşma mecburiyeti de yaşıyor.
Merkezde "devlet" olunca milliyetçi ajitasyon kaçınılmazdır. İktidar bloğu gibi muhalefet cenahı da "devlet" ve milliyetçilik kutsamalarıyla halkın "rızası"nı kazanma yemini etmiş gibi. K. Kılıçdaroğlu en hakiki ülkücünün kendisi olduğunu söyleyiveriyor. "Şöyle şöyle yapmak bu ise ben de buyum" biçimindeki basitlik daha önce iktidarca tepe tepe kullanıldı. Orada işlemeyen düzenek burada da iş görmeyecek ve siyasal değil magazinel olmaklığıyla kalacaktır. Şu anda bir paratoner gibi AKP'nin bütün hıncını üzerine çeken Kılıçdaroğlu'nun ABD-Avrupa'ya meyleden vizyonu o milliyetçi söylemi denedikçe, kendisine karşı 1970'lerdeki gibi bir üçüncü dünyacı milliyetçi dille hücum edilmesini beraberinde getirecektir.
Marjinal unsurları da barındırmakla birlikte şu anda devletin ve sermayenin iki cephesinin kıyasıya çatışması sürüyor. Kimi stratejik konularda hepsi müşterek düşünüp davranıyor. İki blok da cumhuriyetin ömrüne atıfla yüzyıllık dönemleştirmeye girişmiştir. Kuruluşta Kürtler, dindarlar ve sol sistem dışında tutuldu. AKP oraya siyasal İslam üzerinden, devlet çıkarları doğrultusunda terbiye edilmiş bir dindar kitleyi koymaya çalıştı. Bu dindarların cumhuriyetin içinde olduklarından çok, devlet ideolojisinin bu kitlelerde de yer ettiğini anlatması bakımından dikkate değer. Sola ve Kürtlere malum, hala sistemin rezervi var.
İki blok da bu hususlarda anlamlı bir değişim önermiyor. Cumhuriyeti ihya veya inşa etme üzerinden bir cebelleşme nihayet. Bloklara değil ama on milyonlarca yoksulla, ezilmişe halkçı sol-sosyalist bir teklifle gitmek başarılmazsa onlar o iki güç merkezi arasında da öğütülmeye ve bıkıp usanmaya devam edecektir. En güncel kapsayıcı on milyonların kolaylıkla benimseyebileceği bir halk cumhuriyeti, demokratik cumhuriyet bütün emekçi solun ve Kürt demokratik hareketinin ortak teklifi biçiminde sunulabilirse, marjlara takılmayan, genel geçer dile hapsolmayan bir alternatif ana akım siyaset parkuruyla siyasal özgürlüğün tesisi amacı da zafer kazanacaktır.