21 Kasım 2024 Perşembe

Efe Dağlı yazdı | Bilir o beni

Erdoğan'ın "son kez" ve "gelecek kuşaklar" vurgusu olağan, tabii ki bir politikacı böyle söyler. Asıl önemlisi son kez oy isterken vefaya odaklanması. Bu bir tür yenilgi itirafı olarak düşünülebilir. Çünkü Türk sağı ve bilhassa AKP icraatla, işle oy istemeyi bir övünç meselesi haline getirmiştir. Ne kadar yol yaptıklarını anlatıp oy istemek gibi. Hatta geleneksel bağlılıkları reddederken CHP'nin hatır gönül için oy dilenciliği yapması epey eleştirilmiştir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan 2023 seçimlerinde son kez yetki istediğini ve sonraki dönemde "bayrağı gençlere devredeceği"ni belirtti.

Eş zamanlı olarak CHP'nin gündemi diploma meselesi, bir kez daha aday olma hakkı bulunup bulunmadığı gibi işlevsiz, çok zaman mana da taşımayan klişelerdi.

Belli bir ideali olan siyasal akımlarda gelecek tasavvuru önemli olageldi. Sonraki kuşaklar içinden hangi isimleri davayı-ideali sürdüreceği güncel meseleler olarak kaldı. Bu uğurda kanlı tasfiyeler de yaşandı. Bilhassa Osmanlı sistemi ve eş zamanlı devlet dışı örgütlenmelerde bunun pek çok örneği bulunuyor.

Ulus odaklı bir ideoloji partisi olarak CHP benzer sıkıntıları yaşadı, türlü sancılara boğuldu. Sözgelimi İsmet İnönü'nün Mustafa Kemal'den sonra ikinci bir tek adam olarak ortaya çıkması, yer yer hala sindirilememiş durumlardandır. Kimi ateşli kemalistler, başka isimleri tuttukları için, İnönü'yü bugün bile kabullenmez.

Tarikatlarda akrabalık bağı-oğul/damat/yeğen vb. önce olduğu için kimi bölünmeler bu tür tümüyle kişisel dertler etrafında şekillenmiştir ki varlığını hala devam ettiriyor.

Artık herkes bir şeyin başkanı olduğu ve şeflik sistemi tuhaf bir biçimde yatay düzlemde de varlık sahasını genişlettiği ve taklitlerini ürettiği için söz konusu bakış yöre derneklerine kadar geçerli ve bazen taşlı sopalı muhtar kavgalarının kökeninde bile bu var. Hepsinden bağımsız olarak ömrünün sonuna kadar çekilmesini bilmeden, büyük bir hırsla ve siyasal-ekonomik konforunu kullanarak iktidar-yönetici olma pozisyonunu terk etmeme takıntısı veya hastalığı başlı başına ele ele alınmasını gerektiren bir sıkıntı alanı. İnönü, Demirel, Ecevit, Erbakan; feragat etmeyi bilmeden yaşadılar ve son anlarında bile retleri iktidardı.

Dolayısıyla Erdoğan'ın bayrağı gelecek kuşaklara devretme vaadi, bu bakımdan olağan. Elbette, şunlar sorulabilir. Siyasal islamcılığın artık bir mefkuresi var mıdır?! Diriliğini muhafaza eden bir ideali kalmış mıdır? Nispeten küçük burjuva ekonomisini öven, en fazlasından "orta burjuvazi" şartlarında yaşam idealleri bulunan ama iktidar olduktan sonra değerlerine yabancılaşma hakikatiyle kapitalizmin bütün biçimlerine teslim olmuş bir siyasal projenin başlangıç koşullarındaki gibi "dava" inancı bulunan genç kadroları bulunmakta mıdır?

Teorik, siyasal ve güncel cepheleriyle birlikte bunlara olumlu cevap vermek mümkün değil. AKP; bu bahiste siyasal islamcı idealin teorik-moral kaynaklarını kurutmuştur. Sesi pek çıkmasa da birçok dindar entelektüel bunu görüyor, tartışıyor, hayal kırıklığını ortaya koyuyor.

Böyle bir ortamda gelecek kuşak tipolojisine en uygun isim Selçuk Bayraktar olarak ortaya çıkıyor ve muhtemelen siyasal islamcı gençlerin onun gibi isimleri örnek alması umuluyor. Güzel ama hani elinde silah değil bilgisayar olan bir kuşak olacaktı bu? Gerekçesi ne olursa olsun, savaş sanayi üretiminde öne çıkmak, sorulsa MHP etrafındaki gençlerin ideali olabilirdi geleneksel AKP taklitçilerinin değil. Şimdiki siyasal yakınlaşma, kültürel ve kadro-insan kaynağı bakımından da yakınlaşmayı getiriyor. Bugün değil on, yirmi yıl sonra bu alaşımın kültürel, siyasal, ideolojik cephelerinde ne gibi sonuçlar doğuracağı önemli sorular olarak ortada duruyor.

Erdoğan'ın "son kez" ve "gelecek kuşaklar" vurgusu olağan, tabii ki bir politikacı böyle söyler. Asıl önemlisi son kez oy isterken vefaya odaklanması. Bu bir tür yenilgi itirafı olarak düşünülebilir. Çünkü Türk sağı ve bilhassa AKP icraatla, işle oy istemeyi bir övünç meselesi haline getirmiştir. Ne kadar yol yaptıklarını anlatıp oy istemek gibi. Hatta geleneksel bağlılıkları reddederken CHP'nin hatır gönül için oy dilenciliği yapması epey eleştirilmiştir.

Döndük dolaştık ve tekrar oraya geldik. Şimdi bir kez daha vefa nedeniyle oy isteniyor. Durum bir Pinhani şarkısındaki gibi "bilir o beni- bulur o ben" kıvamında ele alınıyor olmalı. Karşılığı var mı yok mu seçim günü göreceğiz. Ancak bizimki gibi toplumlarda duygusal davranış başat yönelim olagelmiştir. Erdoğan bakımından mağduriyet söyleminin karşılığı kalmadı. Bağlılık, sadakat ve geçmişe referansla rıza üretmeye çalışması bir tür mecburiyet.

Ne var ki toplumsal rahatlama denilebilecek adımların atılmaması, bizzat geleneksel AKP kitlesinde öfke doğuran türlü pratikler onu yarı yolda bırakabilecek, amacına ulaşmasını engelleyebilecek faktörler arasında. Sıcak para akışı buna yetmeyebilir.

Altı yaşından itibaren sistematik cinsel saldırıya maruz kalan genç bir kadın etrafında ortaya çıkan gerçekler, resmi makamların olayın üstünü örtmek için gösterdiği gayret ve merkezinde iktidarla ilişkileri güçlü bir tarikat-sermaye grubunun olması iktidarın bütün aksi ifadelerine rağmen toplumsal öfkenin oraya dönmesine yol açtı mesela. Ancak şimdi birileri, çalışılmış bir eski dönem planı uyarınca devrededir.

Çalışılmış eski dönem planı, Türkiye'nin ana akslarından birini oluşturan ve laik, şeriatçı diye ifadelendirilen yatay iç savaş senaryolarıdır. Geçmişte örnekleri görüldü. Devrimci sosyalistler 1994'ten beri o riske dikkat çekti. Böyle bir gerici iç savaşın patlayıcı maddeleri hala güçlü biçimde vardır ve bugün iyice ayrışan yaşam tarzları ile birlikte siyasal islamcı çevre ve holdingleşen tarikatların zulmüne dönük kendiliğinden öfkede yansımasını bulmaktadır.

Daha önce işaret ettik. Türkiye'de muhalefet genellikle iktidarda olan hakim yaklaşımın antitezi olarak yapılandı. Siyasal islamcılık geleneksel faşist diktayı ifade eden MGK diktatörlüğüne karşı öfkeyi örgütledi. Bugün de siyasal islamcılığa karşı, türlü varyantlarıyla kemalizm bir direniş ideolojisi olarak yapılandırılmaya, sunulmaya çalışılıyor ve herkes o bayrak altında toplanmaya çağrılıyor.

AKP'nin yapıp ettiklerini kontrolsüz, dizginsiz, eşi menendi görülmemiş bir faşizm ve bununla birlikte şeriatçılık olarak sunuluyor, kemalizm elbette ona yeğ tutulup ehvenişer sayılıyor. Kimi sol çevreler bu zokayı çoktan yuttu. Toplumu böyle bir saflaşmaya itiyorlar ve işte Demirel'in has adamı, geleneksel faşizm temsilcilerinden Hüsamettin Cindoruk yine sahneye çıkarak "şeriatçılık" kelimesini kullandı ve devleti geri alma mücadelesinin hangi formülle olacağını açıklamış oldu.

Öncelikle ordunun hassasiyetini kaşımaya odaklıdırlar, geçmişte çok yaptılar ve ekmeğini yediler ama artık ortada kendi aletleri olan yekpare bir ordu yok ve şimdi bütün güç merkezleri birden ordu içinde vardır. Bu şartlar altında eskisi gibi bir sonuç elde etmeleri zor olduğu gibi başarmaları halinde tıpkı 12 Mart ve 12 Eylül'deki gibi bir kez daha halkın canı yakılacaktır.

Yanı sıra bu ajitasyon, türlü nedenlerle AKP ile ittifak yapan ama orijin olarak Ergenekoncu-ulusalcı takımdan olan kişilerin o ittifaktan uzaklaşması amacıyla da ilgili.

Halk şu veya bu menfaat grubunun veya devlet cephesinin iş görme, çıkarını maksimize etme planlarının aleti edilmesin diye anlatma, aydınlatma, özgürce tartışma kanallarını oluşturma ihtiyacı acildir. CHP ya da burjuva laik cephenin dilinden, argümanlarından, meseleye yaklaşımlarından kesinlikle uzak durmak, başka bir dil inşa etmek zorunludur, aksi halde yedeklenme tehlikesi bütün emekçi sol için günceldir. Pek çok zulümle de anılan AKP'ye duyulan öfke "Laik darbecilerle" yan yana veya aynı kulvarda bulunmayı zerrece meşrulaştırmaz ve bu yan yana oluşları "işçi emekçi" gibi kenar süsü ifadelerle rasyonalize etmeye çalışmak muhataplarını ileride utandırır.

Siyasal islamcılık yorgun. Arkalarındaki ABD desteği çoktan çekildi ve bu çekiliş bütün Ortadoğu-Kuzey Afrika sahasında türlü etkilere yol açtı. Şimdilerde burada "at değiştirme" çabası baskın. Ulusalcılar ve onlarla etkileşim halindeki çevreler rövanşizm hayalini yaşıyor ve o hayalde ne Kürde yer var ne devrimcilere. Üçüncü alan, cephe ve toplumsal mekanizmalarını inşası, varolanların hakkı verilerek işletilmesi, yenilerinin yaratılması, siyasal özgürlük devrimine hazırlananların bunu gerçekte isteyip istemediklerinin ayırıcı özelliği olacaktır. Genel, soyut, kitabi, uzaktan konumlanış değil 7/24 halkın içinde, yoksul nüfusla birlikte yaşamak, anlatmak, özsavunmalarını her anlamda gerçekleştirmeleri için kolaylaştırıcı olmak zorunlu. Devrimler genellikle böylesi kaos ve dağılma demlerinde olmuştur, dolayısıyla cumhuriyetin bir halk cumhuriyeti olarak inşası gayet mümkün, o halde oraya odaklanmalı.

Pinhani demiştik. Leonard Cohen'le bitirelim. Ne diyordu ihtiyar: "Herkes biliyor zarlar hileli/ Herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini." İşte tam da bu momentte halk cumhuriyetleri birliği ufuktadır.