30 Mart 2025 Pazar

Arzu Demir yazdı | Sınırsız romanı üzerine

Ivana'nın bu arayışını, eylemini, Serpil Arslan, Sınırsız romanıyla edebiyata kazandırdı. Ceylan Yayınları'nın kısa bir süre okurla buluşturduğu roman, Rojava'dan Avrupa'ya göç eden bir Kürt ailenin hikayesi ile başlıyor. Göç yollarında yaşanan acılar, kayıplar, göçmenlik duygusu, pişmanlıklar, geride kalana özlem, hayatta kalma savaşı, dayanışma, değişen akrabalar gibi birçok insani duyguyla, aslında yabancısı olmadığımız bir hikayeyi anlatıyor yazar. 

"Eğer bir gün dönersem, yoldaşlarıma ve çevreme mücadele ruhu ve çelikten irade taşıyacağım. En güzel şarkılar olup, herkesi büyüleyeceğim. Sevgi ve umut dolu bir gerilla olacağım."

Böyle yazmıştı Ivana Hoffman, yola çıkmadan önce yoldaşlarına ve partisi MLKP'ye bıraktığı mektubunda. 2015 yılının 7 Mart günü, DAİŞ çetelerine karşı Rojava devrimini savunurken ölümsüzleşti. Aynı yılın ocak ayında Serêkaniyê cephesinde görmüştüm O'nu. Su yatağını bulmuştu. Sanki o topraklarda doğup büyümüştü. Enerjisi yüksek, neşesi yerinde, mutlu bir devrimci vardı karşımda.

Alman bir anne ile Togolu bir babanın çocuğuydu Ivana. Almanya'nın Duisburg kentinde emekçi bir ailede büyümüştü. Önce çok genç yaşta antifaşist gençlik hareketinde yer almış, ardından Komünist Gençlik Örgütü ile tanışmıştı. "Rojava devriminin bir parçası olmak istiyor, orada kendimi geliştirmek istiyorum" diyerek Avrupa'dan devrim topraklarına doğru yola çıkmıştı.

Afrika kökenli bir Alman olarak, kaderini, Kürt halkı başta olmak üzere Rojava halklarının kaderiyle ortaklaştırmış enternasyonal bir devrimciydi. Lezbiyen bir kadın olarak Rojava devriminin gökkuşağıydı da. Almanya'da başlayıp Rojava'da son bulan yaşamı, sınırsız devrimcilik arayışıdır aynı zamanda. Ivana'nın bu arayışını, eylemini, Serpil Arslan, "Sınırsız" romanıyla edebiyata kazandırdı. Ceylan Yayınları'nın kısa bir süre okurla buluşturduğu roman, Rojava'dan Avrupa'ya göç eden bir Kürt ailenin hikayesi ile başlıyor. Göç yollarında yaşanan acılar, kayıplar, göçmenlik duygusu, pişmanlıklar, geride kalana özlem, hayatta kalma savaşı, dayanışma, değişen akrabalar gibi birçok insani duyguyla, aslında yabancısı olmadığımız bir hikayeyi anlatıyor yazar. Ayrıca okur, siyasi mülteci olarak Almanya ve Yunanistan'a gelen iki ailenin de hikayesine ortak oluyor. Bu göçe eşlik eden tersine bir göç daha var romanda. Ivana'nın, Dildar'ın ve Demhat'ın sınırsızlığa uzanan yolculuğu.

Dildar, Ivana'nın ayak izlerini takip eder: "Her türden ‘mışlı' yaşanmışlıktan, kaçak dövüşten çıkarsa avunurdu. Belki o, gerçek anlamda o dindirecekti yürek ağrısını. Kanatlanmalıydı artık! Hazırdı ruhunu besleyecek hayatın, onu güçlendirecek zenginlikleri ile tanışmaya. Ancak böyle sakınımsızca kendisini bırakırsa özgürleşebilirdi."

Kaybedilen bir sevgilinin ardından başlayan bu yolculuk, Dildar'ın aynı zamanda kendini yeniden inşa etmesidir. Dildar'dan bir devrim savaşçısına dönüşür. Öyle ki, Rojava'nın ardından Şengal'e uzanır: "Aşk ile savaşacağı, Derwêşê Evdî'nin, Edûlê'nin ülkesindeydi."
Dildar, Rojava'da Ivana'nın adını alır. Demhat ise göç yolunda kaybettiği kardeşi Roni'nin. 
Demhat, Türkiye ve Yunanistan üzerinden Almanya'ya uzanan göç sırasında, topraklarını terk ettiği için ağır bir pişmanlık duyar. Ailesinin düzenini kurduktan sonra, ülkesine dönmeye karar verir: "İçinde bir süredir çarpışan iki Demhat'tan, Avrupa'da yeni yaşam düşü kuran Demhat yenilmiş, ‘Sınırlarını yık, yeniden düş yollara' çağrısı yapan Demhat kazanmıştı. Acıları doğuran nedenlerden kaçılamadığına göre, oraya gitmenin, onu doğuran nedenlerle çarpışmanın zamanıydı artık."

Sınırsız romanında, Ivana'nın, Dildar ve Demhat'ın sancılı dönüşümü ve iç hesaplaşmalarına tanık oluyoruz. "Hayatı başka türlü duyumsamak' dediği buydu demek… Duisburglu, Maraşlı, Bolivyalı, Togolu, Mapuçeli, Ninovalı ya da Mezopotamyalı olmak. Her yerden ya da hiçbirinden… Bilge, cahil, siyah ya da beyaz… Ya da hiçbiri… İnsana çizilen bütün çitlere, sınırlara duvarlara, öfkeli olmaktı tüm mesele. Yıkmak istiyordu o nedenle sınırları, duvarları… Dimdik yürüyenlerin ayak izlerine basarak ilerlemek, yürümek, daima yürümek istiyordu."

Serpil Arslan, yoldaşım, Özgür Tv'de birlikte çalışıyoruz. Uzunca bir süredir Sınırsız romanına çalışıyordu. Sınırsız bir edebiyat türü olarak kurmaca elbette ancak yazarın tanıklıklarının, biriktirdiklerinin, hafızasına silinmez bir şekilde kazıdıklarının da özeti. Genç ömürlerini, ikircimsizce bir devrime armağan edenlere ödenmesi gereken bir vefa borcu. 
Serpil'in ilk romanında yabancısı olmadığımız bir hikâyeyi, dili ve kurgusuyla, akıcı bir hale getirmeyi başarmış olması önemli. Bir edebiyat okuru olarak diyebilirim ki, bu alana iyi bir giriş yaptı. 

Kendi tarihimizi, deneyimlerimizi, edebiyatın ve sanatın her formunda anlatmamıza, geleceğe taşımaya ihtiyacımız var. Bunu kadınlar olarak bizlerin özel olarak yapma sorumluluğu da bulunuyor. Serpil bu anlamıyla da önemli bir görevi yerine getiriyor. 8 Mart'a giderken, Sınırsız romanını, bir kadın yazarın, "kendi tarihimizi yazma eylemini" desteklemek bakımından özellikle de kadınlara tavsiye ediyorum.