Arif Çelebi yazdı | Türkiye'de 'demokratik dönüşüm' mümkün mü
Kürt ulusal hareketi ile sömürgeci faşist burjuva Türk devleti arasındaki uzlaşı arayışlarına seyirci kalmak politik tasfiyeden, "etkisiz eleman" olmaktan başka bir sonuç doğurmaz. Türkiye'deki bütün devrimci demokratik güçlerin birleşerek "faşizmin tasfiyesi ve politik özgürlüğün elde edilmesi" için atılması gereken adımları açık biçimde ortaya koyması ve bu yönde harekete geçmesi öncelikli görevdir.
Tarihinin hiçbir döneminde Türkiye'de demokrasi yoktur, sadece demokrasi sosu vardır, askeri darbeler bu sosun ekşimesinden ve daha sonra tazelenmesinden ibarettir. Türk egemen sınıfı demokrasiyi bir tehdit olarak görmektedir. Demokrasi Türk egemen sınıfı için bir korku tünelidir, bu tünele girmesi halinde başına bin bir türlü melanet geleceğini düşünür, bu nedenle tarihinin hiçbir döneminde böyle bir maceraya girişmemiştir. Demokrasi, her zaman "mış gibi" olmuştur.
Burada söz konusu edilen Lenin'in ifade ettiği gibi "kimin için, hangi sınıf için demokrasi" değildir. En saf haliyle, politik özgürlüktür kastedilen. Söz, eylem ve örgütlenme özgürlüğünün, bu bağlamda Kürt ulusu başta olmak üzere bütün ezilen ve yok sayılan ulusların ulusal haklarının tanınması ve güvence altına alınmasından, Aleviliğin bir inanç sistemi olarak kabul edilmesinden, bu hakları dışlayan anayasa ve bütün yasaların çöpe atılarak yenilenmesinden söz ediyoruz.
Böyle bir yenilenme, böyle bir "demokratik dönüşüm" mümkün mü?
Bu tip örnekler var. Herhalde en çarpıcı örnek İspanya olsa gerek. Franko'nun 46 yıllık faşist diktatörlüğünün ardından 1975'te başlayan "demokratik dönüşüm" tartışması ve çatışması, İspanya'nın 1986'da AB üyesi olmasıyla tamamlanmıştır. Hiç kuşkusuz bu "tamamlanma" burjuvazi için geçerlidir.
İspanya'da "demokratik dönüşüm" süreci iki katmanlı olarak ilerledi. ABD, İspanya büyük burjuvazisi ve uluslararası sermaye faşist Franko'nun en önemli destekçileriydi. Faşizme karşı büyüyen muhalefet ve ekonomik kriz nedeniyle faşist diktatörlük bir yönetememe krizi içindeydi. Devletin yeniden yapılandırılması, İspanya büyük burjuvazisi, uluslararası sermaye ve ABD'nin arzusu haline gelmişti. AB, İspanya'yı üye kabul etmek için AB uyum yasalarını kabul eden bir "anayasal monarşi" istiyordu. Devrimci demokratik muhalefet ise faşizmin yıkılarak yerine "demokratik cumhuriyet" kurulmasından yanaydı. Hedefleri farklı da olsa hem egemen sınıflar katmanı hem de ezilen sınıflar katmanı faşist yönetimin değişmesinden ve devletin yeniden yapılanmasından yanaydı. Demokratik muhalefet faşist devletin hızla tasfiye edilmesini istiyordu ve bu amaçla demokratik muhalefet grupları bir "Demokratik Koordinasyon" oluşturmuşlardı. Görüleceği gibi burada iki katman arasında Franko sonrasında devletin demokratik dönüşümünün gerekliliğine dair uzlaşma söz konusu iken bu dönüşümün hangi yönde ve içerikte olacağına dair çelişki ve çatışma vardı. Hem Bask ulusal mücadelesinin hem de işçi sınıfı hareketinin güçlü basıncı altında egemen sınıflar kimi tavizler vermek zorunda kaldı. Demokratik muhalefet "cumhuriyet" istiyordu, büyük burjuvazi "anayasal monarşi"de diretiyordu. Sonuçta büyük burjuvazi kralın yetkilerinin sembolik düzeyde olmasını demokratik muhalefet de "anayasal monarşi"yi kabul etti. Demokratik muhalefet, hem ulusal mücadele veren Bask gibi örgütler hem de komünist ve sosyalist partiler, İspanya'daki ulusların ulus olarak varlıklarının tanınmasını savunuyordu. Sonuçta bunların ulusal varlıkları tanınmadı, buna karşın anayasada "bölgesel özerklik hakkı" kabul edildi ve "özerk topluluk"ların kendi kendilerini yönetme hakları olduğu belirtildi. Bugün her özerk topluluğun kendi hükümeti, yasama organı ve resmi dili vardır.
Hiç kuşkusuz İspanya'da işçi sınıfı ve ezilenler bakımından politik özgürlük sorunu bütünüyle çözüme kavuşturulmuş değil, daha alınması gereken çok yol var; İspanya'daki ulusların ulusal varlıklarının ve kendi kaderlerini tayin hakkının tanınması gibi. İspanya anayasası hala "İspanya ulusunun bölünmez birliğini" vurguluyor.
Türkiye'ye gelelim. Türk egemen sınıfları, sömürgeci faşist devleti yönetenler bir demokratik dönüşüm fikrini benimsemiş görünüyorlar mı? Kürt ulusal hareketinin basıncı, bölgesel koşullardaki hızlı değişim, ekonomik çıkmaz ve yayılmacı hevesler Kürt ulusal hareketiyle uzlaşmayı ve devlet yapısında kimi dönüşümler yapılmasını zorunlu kılıyor. Ne var ki bugünkü devlet yöneticileri için de ona muhalefet eden Türk burjuva muhalefeti için de bu "dönüşüm" ırkçı, inkarcı, sömürgeci faşizmin tasfiye edilmesini değil, olsa olsa revize edilmesini içeriyor. 12 Eylül faşist Anayasa'sının ilk 4 maddesinin değiştirilemez olduğundan söz edenlerin burjuva içerikte de olsa bir demokratik dönüşümden yana oldukları ileri sürülebilir mi? Yine "mış gibi" bir demokratik açılım peşinde Türk egemen sınıf katmanı. Üstelik aralarında bir uyumdan da söz edilemez. Yaptıkları birkaç eleştiri nedeniyle TÜSİAD yöneticileri hakkında dahi ceza davası açıldı. Bu bakımdan İspanya'daki egemen sınıf katmanından farklı bir durum söz konusu. Kimi nüansları bir kenara bırakacak olursak, Türk egemen sınıf katmanı istiyor ki; Türk egemenliği korunsun, Kürtlerin ulusal varlıkları inkar edilsin, Kürtçe resmi dil olmasın, Alevilik bir inanç olarak kabul edilmesin vb. Kürtlere ve inkar edilen diğer uluslara tam hak eşitliği tanınmadan, Alevilik bir inanç olarak kabul edilmeden Türkiye'de demokratik dönüşüm gerçekleşemez. Türk egemen sınıf katmanı bırakalım bunları, sadece Kürtçenin resmi dil olarak kabul edilmesinin dahi Türkiye'yi bölünmeye götüreceği korkusu içinde.
Ezilen sınıf katmanları bakımından durum nedir? Ne yazık ki İspanya ile bir kıyaslama karşılıksız kalmaktadır. Kürt ulusal hareketi, demokratik Alevi hareketi ve ilerici devrimci kimi gruplar dışında Türk işçi sınıfı politik özgürlük mücadelesinin etkili bir tarafı değildir. İspanya'da hem sosyalist partiye hem de komünist partiye bağlı sendikalar örgütledikleri siyasal genel grevlerle "demokratik dönüşüm"de belirleyici bir rol oynadı. Sadece işçi sınıfının ekonomik demokratik hakları için değil, Bask, Katalonya gibi ulusların ulusal hakları için mücadele ettiler. Oysa Türkiye'de Türk işçi sınıfı bugün ırkçı-inkarcı ideolojinin derin etkisi altındadır. Ne yazık ki işçi sınıfının öncüsü iddiasındaki kimi partiler şovenizme karşı mücadeleyi sınıf mücadelesinin odağına oturtmak yerine sosyal şoven bir rol oynamaktadırlar. Türk işçi sınıfı, burjuva egemen ideolojisi ve şovenizmden kurtulmadıkça politik özgürlük için adım atamaz. Çünkü şovenizm, işçi sınıfını burjuvaziye bağlayan güçlü bir bağdır. Bu bağ Türk işçi sınıfı ve genel olarak Türk toplumunu burjuvaziye sıkıca bağlamakla birlikte giderek artan biçimde fiziki ve manevi çürümeyi derinleştirmektedir.
Buradan nasıl bir sonuca ulaşıyoruz?
Türk egemen sınıfı hem bölgesel ve dünya koşullardaki değişimin yayılmacı hevesleri için büyük fırsatlar yarattığını düşünmektedir. Kürt ulusal hareketine karşı uzun yıllara varan savaş sona erdirilmeden bu fırsatları realize etmek mümkün değildir. Bu nedenle hem Kürt ulusal mücadelesini 40 yıldır bastıramaması, buna karşın Kürt sorununun uluslararası bir nitelik kazanması ve hem de Ortadoğu'da ortaya çıkan hegemonya boşluğunda baş aktör olma hevesi nedeniyle Kürt ulusal hareketiyle bir uzlaşı arayışındadır. ABD ve AB emperyalistleri, uluslararası sermaye bu uzlaşı arayışını desteklemektedir. Bu bakımdan İspanya ile bir benzerlik olduğu söylenebilir.
Ne var ki bu, demokratikleşme, sorunu çözme yönünde bir arayış değildir.
Türk egemen sınıfı, burjuva anlamda dahi demokrasiden korkmakta, böyle bir adımın Türkiye'yi böleceği ve dağıtacağı, Türk egemenliğini yok edeceğini düşünmektedir. Bu bir realitedir. Türk egemen sınıfı Kürtlere sınırlı bireysel haklar ve Alevilere kültürel çeşitlilik dışında bir şey vaat etmemektedir. Bunun ötesindeki isteklerin bir yıkım ve beka sorunu olduğunu ileri sürmektedir. Türk egemen sınıfı korkmakta haklıdır, çünkü politik özgürlük için mücadele bir demokratik dönüşme değil zorunlu olarak bir devrimci kırılmaya, bir devrimci dönüşüme yol açacaktır.
Türk egemen sınıfını Kürtlerin ulusal varlığını ve Aleviliği bir inanç olarak tanıması için zorlamak, faşist şeflik rejimi ve anayasasının tasfiye edilmesini sağlamak Türkiye işçi sınıfı ve antifaşist güçlerin başlıca görevi olmalıdır.
Kürt ulusal hareketi ile sömürgeci faşist burjuva Türk devleti arasındaki uzlaşı arayışlarına seyirci kalmak politik tasfiyeden, "etkisiz eleman" olmaktan başka bir sonuç doğurmaz. Türkiye'deki bütün devrimci demokratik güçlerin birleşerek "faşizmin tasfiyesi ve politik özgürlüğün elde edilmesi" için atılması gereken adımları açık biçimde ortaya koyması ve bu yönde harekete geçmesi öncelikli görevdir. Bu yöndeki her adım hem Kürt ulusal hareketine nefes alma imkanı verecek hem demokratik Alevi hareketini cesaretlendirecek hem de işçi sınıfının demokratik bilince kavuşturulmasına hizmet edecektir.