18 Ekim 2024 Cuma

Amed iradesinin yolundan ileri 

Kürt halkımızın kolektif haklarının tanınması mücadelesi, ancak Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerin politik özgürlük mücadelesiyle Kürt halkımızın ulusal özgürlük mücadelesinin birleşmesine, faşist saray rejiminin bir halk ayaklanmasıyla yerle bir edilmesine bağlıdır. Bunun için öncelikli ve güncel görev, Türkiye cephesinden emekçi solun Kürt sorununun adil, onurlu ve demokratik çözümü için harekete geçmesi, işgalci sömürgeci savaş politikalarına tutum alması, şovenizme ve sosyal şovenizme karşı mücadeleyi yükseltmesidir.

Faşist Devlet Bahçeli'nin, 1 Ekim'de Meclis açılışında DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan'ın elini sıkmasıyla başlayıp, devam eden günlerde faşist şefin bunu destekleyen açıklamalar yapması, ardından Kürt halk önderi Abdullah Öcalan'ın Kandil'le görüştüğü şeklinde bir haberin servis edilmesi, 'yeni bir çözüm süreci mi başlıyor?' tartışmasını başlattı. Faşist şeflik rejiminin tasfiyeci saldırılarını en gaddarca arttırdığı, gerillaya ve devrimci harekete karşı soykırımcı saldırganlığın zirve yaptığı dönemlerde bile bu durum uyuşturucu bir beklenti yaratıyor. El sıkışması hareketi, gerek burjuva liberaller tarafından gerek havuz medyası ve AKP'nin kimi kalemşorları tarafından, gerekse de Kürt ulusal demokratik hareketi içindeki devletle uzlaşmacı çizgideki dar ulusalcı kesimler tarafından üstüne atlanılan bir durum oldu. Hepsi de boş, kitleleri beklenti içine sokan, mücadele eğilimini zayıflatmaya hizmet eden ham hayaller olmanın ötesine geçemez.

Bir yandan 'yeni bir çözüm süreci mi başlıyor?' tartışmaları sürerken, diğer yandan Kürt demokratik hareketi "Komploya karşı direniyoruz, özgürlük için Amed'de buluşuyoruz" şiarıyla Kürt sorununa demokratik çözüm ve Kürt halk önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talepleriyle Amed'de miting kararı aldı. Türkiye ve Kuzey Kürdistan'ın birçok kentinden binlerce kişi bu talepler etrafında Amed'e akın etti, engellendiği her yeri eylem alanına çevirdi. Bir kez daha Kürt halk iradesini ortaya koydu, İmralı kapılarının açılmasını, mutlak tecride son verilmesini, Kürt sorununda adil, onurlu çözüm taleplerini güçlü biçimde sokağa taşıdı. Amed iradesi, çözüm tartışmalarına güçlü bir halk müdahalesinde bulundu. İşte 'Devlet'in gerçek yüzü de niyeti de çözümü de o zaman devreye girdi. Önce miting yasaklandı, sonra her yerden Amed'e doğru yola çıkanlar engellendi, geri adım atmayıp yürüme iradesi sergileyen halka kent çıkışlarında ve Amed'de polisiyle saldırdı, gözaltına aldı. Amed'de milyonların adil, onurlu çözüm ekseninde buluşmasını engellemeye çalıştı. Kürt halkı iradesini ortaya koymaya çalıştığında her zamanki devlet refleksi baskı, yasak, yok sayma biçiminde devreye girdi. Peşi sıra faşist Bahçeli, grup toplantısında 'teröristle masaya oturmamızı bekleyenler avuçlarını yalarlar' minvalinde bir konuşma yaptı ve Abdullah Öcalan'a PKK'ye silah bırakma çağrısı yapmasını, PKK'nin de teslim olmasını istedi. Bunu 'çözüm için' en temel şart olarak bir kez daha ortaya koydu. Yani bir kez daha malumun ilanını yaptı. Unutulmamalıdır aynı faşist Bahçeli, 2019 yılında İmralı'daki mutlak tecritle ilgili "Abdullah Öcalan'da tüm diğer tutuklular gibi avukatlarıyla görüşebilir” demişti. Bu açıklamalar üzerine yine benzer çözüm tartışmaları alevlenmiş, fakat bırakın Öcalan'ın avukatlarıyla görüştürülmesini, peş peşe avukat görüş yasakları, ne olduğu belirsiz disiplin cezalarıyla aile görüşlerinin engellenmesi, ailenin yaptığı tüm başvuruların reddedilmesi takip etti. Ve 2019 yılından bu yana Kürt halk önderi Öcalan'dan hiçbir biçimde haber alınamamasına neden olan mutlak tecritle ilgili olumlu hiçbir gelişme yaşanmadı. Bir gelişme olması bir yana, bir yandan tecrit ağırlaşırken diğer yandan gerillaya dönük askeri operasyonlar yoğunlaştı, Rojava'ya dönük tehditler arttı, suikastlar hız kazandı ve en nihayetinde Kürt halk iradesinin kazandığı belediyelere kayyum saldırısı gerçekleştirildi. Analiz ve çözümlemeler, bu tarihsel gerçeklikten, deneyimlerden ve sömürgeci Türk burjuva devlet gerçekliğinden, onun faşist karakterinden koparılıp ele alınamaz ve tartışılamaz. Bu sadece halk iradesini ve çözüm yolunu zayıflatır, çürütücü ve uyuşturucu bir beklenti koridoru yaratır.

Faşist Bahçeli'nin el sıkması, peşinden yaptığı açıklamalar, bunların faşist şef tarafından desteklenmesi elbette yeni bir gelişmedir. Faşist Bahçeli ve saray şürekası bu hamleyi niye yapıyor? Gerçekten bir çözüm süreci mi geliyor? Bu gelişmeye hangi olgular yol açtı?

Bunun için öncelikle yaklaşık on yıldır uygulanan ve halen de süren devletin çöktürme planı ile merkezinde gerilla mücadelesinin durduğu PKK arasındaki amansız mücadelede ne değişti sorusunu sormamız ve yanıtlamamız gerekiyor. Eğer ki 'yeni bir çözüm süreci'nden bahsedeceksek, faşist saray rejiminin bu çöktürme iradesiyle PKK'nin önderliğindeki Kürt ulusal kurtuluş hareketinin iradesinde bir durum değişikliği olması gerekiyor. Bir başka deyişle, her iki taraftan birinin iradesinin kırıldığı yeni bir durumun gerçekleşmiş olması gerekiyor. Şu an henüz bunun bir işaretini göremiyoruz. Gerilla mücadelesinin odağında durduğu direnişe batıdan ikinci bir cephe açılarak dengeyi değiştirecek, devletin iradesini kıracak birleşik bir halk hareketi geliştirilebilmiş değil. Bu durum, özellikle de Türkiye cephesinde devrimci-demokratik hareketin önemli bir zayıflığı ve yetmezliği olarak sürüyor. Faşist saray rejimi ise tüm saldırılarına ve zorbalığına rağmen, gerillayı ve devrimci hareketi tasfiye etmeyi, PKK'nin iradesini kırmayı başarmış değil. Bunu başarmak bir yana son bir yılda karşısında Kuzey Kürdistan'da canlanan halk hareketi, gerillanın Güney Kürdistan'da güçlü askeri vuruşları, kazanılan belediyeler ve kayyum saldırısı karşısında geliştirilen direnişi buldu. Bütün bunlar karşısında tam bir çaresizlik içinde. Son yaşananlar, 2014'teki MGK toplantısında alınan kararla başlatılan çöktürme siyasetinin çöktüğünü de açıkça gösteriyor.

Bütün bir süreci etkileyen diğer önemli durumsa, emperyalist ABD'nin desteğini arkalayarak siyonist İsrail'in bir bölgesel savaşı zorlaması, Ortadoğu'nun her an bir kıvılcımla savaş cehennemine dönme ihtimali ve bunun Türk burjuva devletini de doğrudan içine alması riskidir. Böyle bir savaş cehenneminde silahlı ve örgütlü bir PKK ve tasfiye edilememiş bir devrimci hareket gerçeği faşist saray rejimini ve Türk burjuva devletini oldukça korkutmaktadır. Bu zeminde, Kürt özgürlük hareketi bakımından silahtan arındırılmış ve kolektif değil bireysel haklar zemininde çözüm zemini yoklaması yapılmaktadır. Dolayısıyla bu yaklaşım çöktürme planıyla uyumludur, onun bölgesel savaş riski altında bu yolla devamıdır. Haliyle Türk burjuva devletinin Kürt halkımızın haklarının tanınması, kabul edilmesi ve bunlar için Kürt özgürlük hareketiyle masaya oturmaya çalışması, bugünkü zemin içinde ham hayalden öte bir şey değildir. Olsa bile Kürt halkımızın kolektif haklarının tanınmasını eksen almayacağı kesindir. Tersine tüm bu yaklaşımların ana doğrultusu devletin bekasının güvencelenmesidir.

Kürt halkımızın kolektif haklarının tanınması mücadelesi, ancak Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerin politik özgürlük mücadelesiyle Kürt halkımızın ulusal özgürlük mücadelesinin birleşmesine, faşist saray rejiminin bir halk ayaklanmasıyla yerle bir edilmesine bağlıdır. Bunun için öncelikli ve güncel görev, Türkiye cephesinden emekçi solun Kürt sorununun adil, onurlu ve demokratik çözümü için harekete geçmesi, işgalci sömürgeci savaş politikalarına tutum alması, şovenizme ve sosyal şovenizme karşı mücadeleyi yükseltmesidir. İşçi sınıfı ve emekçilerin, Kürt halkımızın, içi boş hayallerle bekletme koridorlarında çürümeye terk edilmesine izin vermemeliyiz. Halklarımızı, birleşik mücadeleyle emekçi çözüm yolunu açmak için seferber etmeye öncülük etmeliyiz.

*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 18 Ekim tarihli 189. sayısında yayımlanan başyazısı.