14 Ocak 2025 Salı

30 yıllık tecridin özeti: Yazmasaydım direnemezdim

30 yıllık tutsaklığını; tecridin yazdıkları ve yaşamı üzerindeki etkisini, "Yazmasaydın direnemezdim" sözleriyle anlatan yazar Nevzat Güngör ile konuştuk. Güngör, tecridi kırmak için herkesin bireysel olarak yapacağı şeylerin olduğunu belirtti. "Mektup çöldeki su etkisi yaratır cezaevinde" diyen Güngör, yağmurun yağışını, çiçeğin açmasını, bir metrobüsü kaç saat beklediğinizi, sabah saatindeki kalabalığı, boğazda yapılan bir yürüyüşü mektupta yazmanın önemli olduğunu anlattı.

Hapishanelerde yaşanan hak gasplarından birini de, İdare Gözlem Kurulları aracılığı ile tutsakların tahliyelerinin engellenmesi ve infazlarının yakılması oluşturuyor. Birçok tutsağın tahliyesi, infazlarını tamamlamalarına rağmen "iyi halli olmadığı" bahanesi ile engelleniyor, tahliye süresi defalarca uzatılıyor. 30 yıllık tutsaklığın ardından hayata başlamak ve tecridin etkileriyle baş etmek ise ayrı bir mücadele konusu oluyor. 

1991'in sonlarına doğru tutuklanan Nevzat Güngör, Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde gıyabında yapılan yargılama ile 30 yıl hüküm aldı. 30 yıllık tutsaklık döneminde Bayrampaşa, Bartın ve F tipleri dahil birçok hapishanede kaldı. Hapishanede "tutsak yazar" olarak birçok kitap çıkardı. Hayatını, özlemlerini, düşlerini kağıda döktü, kendi deyimiyle "Yazarak kendini daha çok insan kıldı". Şimdi yazamaya, üretmeye dışarıda devam ediyor. 30 yıllık tutsaklığın ve ağır tecridin etkilerini ise yazarak, yaşayarak aşmaya çalışıyor.

Nevzat Güngör ile hapishanelerdeki tecridi, tecridin yazma üzerindeki etkisini ve tecridin nasıl kırılabileceğini konuştuk. Güngör'ün ETHA'ya verdiği cevaplar şöyle:

Hapishanedeki tecridin tutsaklar bakımından nasıl yaşandığını anlatabilir misiniz?
Tecrit 1999'dan sonra F tipi cezaevlerinin açılmasıyla çok daha yoğun uygulanmaya başladı. Tecrit, yalıtmak, yani bir odaya, hücreye kapatmak ve insancıl temaslardan uzaklaştırmaktır. Tecridin etkilerini, ancak dışarıya çıktıktan sonra daha derin ve kapsamlı olarak görmek, anlamak mümkün. Geçmişte 40-50 kişilik koğuşlar vardı. Şimdi ise 3 kişilik hücreler var ve bu dünyanızın daha da daralmasını beraberinde getiriyor.

Uzun süre hücrede kalmanın bazı etkilerini tahliye olduktan sonra görmeye başladım. Mesela 4-5 kişiden fazlasının ismini hafızamda tutamıyorum, çünkü hep üç kişi kalıyorsunuz ve dünyanız üç kişi oluyor. Tutuklanmadan önce İstanbul'da yaşıyordum. Yani İstanbul bildiğim bir şehir, ama çıktıktan sonra sürekli kaybolmaya başladım. Yaşamımda 30 yıl hapishanede, bunun 18 yılı da 3 kişilik hücrede geçmiş. O dar mekanda sağ taraf, sol taraf belli. Tahliye olunca mekanı haritalandırma meselesinin bende olmadığını gördüm. Daha önce yaşadığım yerlerde bile sık sık kayboldum, sürekli aileme konum attım ve gelip beni aldılar. Tahliye olduktan sonraki ilk bir yıl sürekli kayboldum. Bir senedir yaşadığım evin çevresinde bile kaybolduğum oluyordu, çünkü mekanı kafanızda oturtamıyorsunuz. Oysa hücrede sağ tarafta ne var, soldan gidersen kaç adımda duvara ulaşırım biliyorsunuz. Ama daha geniş bir mekana girdiğinizde o haritalandırma yeteneği ortadan kalkıyor.

TECRİT GEÇMİŞ OLUŞTURMANIZI DURDURUYOR
Tecridin tutsakların yaşamına etkisi sadece hücrede bulunduğu sürede olmuyor. Tecrit bütün yaşamı ve yaşamla ilişkisini etkiliyor. Örneğin, yaşanmazlık diye bir kavram var. Cezaevindeki zamanla, dışarıdaki zaman arasında fark var. Dışarıda zamanı yaşamak o zamana bir şeyler eklemek ve o zamanı geçmiş haline getirmektir. Çünkü yaşıyorsunuz ve yaşadıklarınız sizin geçmişiniz oluyor, ama içeride o tür bir geçmiş zaman olmuyor. Örneğin 10 yıl hapishanede kalıyorsunuz, bu 10 yılı yıllara böldüğünüzde hep aynı şeyleri yaptığınız ortaya çıkıyor. Sabah kalkmışsınız, yemek saatleri, okuma, yazma saati hep aynı. Bu katı benzerlik durumu ister istemez bir tür geçmişsizlik durumu ortaya çıkarıyor. "Cezaevine girdiğiniz yaşta kalırsınız" derler ya, işte tam olarak budur. Fiziki anlamda yaşlanırsınız, ama ruhsal anlamda yaşlanmazsınız. Biz 50'li yaşlarımıza doğru gidiyorduk, ama ruhsal anlamda hapishaneye girdiğimiz yaşta kalıyorduk. İnsanın tükettiği zamanı geçmişine ekleyebilmesi gerekiyor ve bunu içeride yapamıyorsunuz. Bu da yaşamamazlık durumunu ortaya çıkarıyor.

ÖMRÜMDE 30 YILLIK BOŞLUK VAR
Ömründe 30 yıllık bir boşluk var aslında. Yaşlanma kavramını dışarıya çıktıktan sonra anlıyorsunuz, çünkü içeride birlikte yaşlanıyorsunuz. 20 yıl beraber kalıyorsunuz ve karşınızdaki ne kadar yaşlanıyorsa siz de o kadar yaşlanıyorsunuz. Zaman ikiniz içinde durmuş gibi. Ne o senin yaşlandığını anlıyor, ne de sen onunkini. Tahliye olduktan sonra çocukluk arkadaşımı gördüm, evlenmiş, torun sahibi olmuş ve ben onu çok yaşlı gördüm. Arkadaşlarım da beni yaşlı buluyor. Ama hapishanede birbirimizin yaşlandığını fark etmiyoruz.

F TİPİ SUSKUNLUK YARATIR
Tahliye olduğumda toplu bir yere gittiğimde konuşamıyordum. Çünkü F tipinde üç kişisiniz. Birbirimizi o kadar iyi tanırdık ki birkaç sene sonra konuşulan her şeyin tüketilmesi anlamına geliyor bu. Anıları tekrar tekrar anlatıyorsunuz, hatta bazı arkadaşlar kendi anılarını bitirip başkalarının anılarını anlatıyor. Çünkü sabah kalkarsınız, günaydın ya da rojbaş dersiniz, sonra oturur çalışırsınız, yemek yersiniz. Bazı günler kullandığınız cümle sayısı 5'i 10'u geçmez. F tipi bir tür suskunluk yaratır. Bir de tahliye olunca toplu taşımaya binerdim, aşırı kalabalık olduğunda inerdim, beklerdim ki boş bir tane gelsin. O dolunca ben geri inerdim. Bazen yarım saatlik yol, birkaç saate çıkardı. Ya da yürürdüm, çünkü cezaevinde volta atmak önemlidir. Sosyalleştirir sizi. Çünkü voltada dünyalar birbirine karışır. Volta atarken sürekli yazacağım öykü ve romanlar üzerine düşünüyordum. Birçok şeyi o voltada bulmuşumdur. Tecritte yazmak varoluşsal bir durumdur.

YAZMASAYDIM DİRENEMEZDİM

Üretmek, politik tutsakların sadece tecride karşı direnme biçimi değil elbette, aynı zamanda mücadeleyi büyütme süreci de. Yazmak da üretme biçimlerinden biri. Hapishanede yazma serüveniniz nasıl başladı?
"Yazmasaymışım delirdim" diye çok bilinen bir söz vardır. Ve hakikaten cezaevinde yazmasaydım direnemezdim diyebilirim. Yazarak direnme gibi bir durum var gerçekten. İçeridekinin yazması ile dışarıdakinin yazması çok farklı. Dışarıda olaylara tanık oluyorsun, kimisinde başrol oluyorsun ya da kenarından köşesinden katılıyorsun, bazen olayları etkiliyorsun ya da olaylar seni etkiliyor. Olaylara kişisel gölgen düşüyor ya da olaylar seni bir biçimde peşinden sürüklüyor. Ve sen bunu yazıyorsun, sonra tanık olduklarını işliyorsun. Oysa içerideyken yazmak çok farklı.

YAZDIĞINIZ KARAKTERLE GEÇMİŞ İNŞA EDİYORSUNUZ KENDİNİZE
F tipinde yazma, çok temel bir direniş meselesidir. Üstelik sadece direnmekle ilgili de değil, kendini daha çok insan kılmakla ilgili aynı zamanda. Çünkü 30 yıl dört duvar arasında kalıyorsunuz ve ruhunuzda bir tür çölleşme yaratıyor tecrit. Sizi yoksullaştırmaya çalışıyor ve o yoksullaşma meselesi ruhumuzda bir tür daralmaya yol açıyor. Yazarak kendinizi zenginleştiriyorsunuz, kendinize bir şeyler katıyorsunuz ve en önemlisi yazarak kendinize bir geçmiş yaratıyorsunuz.

Mesela dışarıdaki bir yazar kendine bir roman kahramanı yaratır ve o roman kahramanı bazı şeyleri yaşar ve kahramanın yaşadıklarında yazardan da bazı şeyler vardır. Roman bittikten sonra o roman kahramanı ile yazar arasında pek bir şey kalmaz; ama içeride öyle değildir. İçeride yazarken roman kahramanlarının yaşadıklarını kendi geçmişinize ekliyorsunuz. Sanki onunla birlikte yaşıyormuş, onunla birlikte geziyormuş ya da onunla birlikte farklı maceralara atılıyormuş gibi yaşıyorsunuz.

50 yaşına gelmişsiniz ama ruhunuz 18-19 yaşında, arada kocaman bir uçurum var ve yazarak o uçurumu daraltma, kendinize bir geçmiş yaratma imkanı çıkıyor ortaya. Yani ben yazarak kendimi daha çok var etmeye çalıştım. İçeride yazmak için sadece kağıt ve kalem lazım. Oturur yazarsınız ve yazdığınızda artık o duvarlar yok olur. Bir süre sonra edebiyat hayatınızın merkezine oturur ve duvarlar, demir parmaklıklar önemli olmaz. Çünkü siz yazdıkça dışarıdasınızdır, gezip dolaşıyorsunuzdur. Benim en mutlu olduğum anlar, yazabildiğim anlardı.

Hapishanelerde giderek ağırlaşan tecridin tutsakların üretme faaliyeti üzerindeki etkisi nasıl yaşanıyor?
30 yıl hapishanede kalıyorsunuz. 30 yılda dünya değişmiş, insanlar değişmiş. Sen o değişimin dışındasın ve yaşamı yazmak istiyorsun. 2024 yılında geçen bir roman yazmak istemiştim. Karakterin belediye otobüsüne binmesi lazım, ama benim dönemimde belediye otobüsünde bilet vardı. Oysa 2024'te geçen bir romanda karaktere, büfeden otobüs bileti aldıramam, bu romanın gerçekliğinin çökmesine neden olur. Ama akbil ne bilmiyorsun. Ya da karakter cep telefonu kullanacak, ama sen bilmiyorsun cep telefonunu. Yazdığım öykülere, romanlara yansıması oldu tecridin. Üç dört kişiden fazla karakter ekleyemiyorum romana ya da öyküye. Tecrit öyle katı bir gerçeklik ki, ister istemez edebiyata da yansıyor. Tahliye olmadan önce uzun bir roman yazmıştım, karakterlerin sayısının 6-7 olması gerekiyor, ama yazabildiğim en fazla dört karakter idi.

ZAMANIN RUHUNA YETİŞMEYE ÇALIŞIYORUZ
Felsefede "zamanın ruhu" diye bir kavram var. 30 sene sonra dışarıdaki zamanın ruhu nedir? İnsanları etkileyen şey nedir? Bunları bilmiyorsun ve bir sürü bilinmemezlik... "Yazabilmem için çok okumam gerekiyor" diyordum sürekli kendime. Edebiyat dergilerini, yeni çıkmış kitapları daha sık okumaya çalışıyordum. Yeni çıkmış kitaplardan alabileceğim şeyleri almaya çalışıyordum. Anahaber bültenlerinin sonunda gösterilen yaşama dair 3. sayfa haberlerini izlerdim ve aklımda tutmaya çalışırdım. Çünkü insan gerçekliğini bunların dışında gözlemleme imkanı yok. Ben daha çok okuduğum kitaplardan dışarıyı anlamaya çalışıyordum ve bunu yazdığım kitaplara uyarlamaya çalışıyordum. 

MASA İÇİN SAĞLIK RAPORU ALIYORDUK
Bir kalem, masa lazımdır yazmak için, ama F tiplerinde masa yoktur. Gece yazmak istersiniz, ama gece lambası yoktur. Güzel kalemler istersiniz, ama kantindeki kalemi almak zorundasınız. Daha kalın, daha parlak kağıtları olan defter almak istersiniz, ama kantinde olanlarla yetinmek zorundasınız. Ben tahliye olduktan sonra ne zaman kırtasiye görsem defter, kalem almışımdır.

Masa almak için doktordan rapor almak ya da üniversiteye kayıt yaptırmak zorunda kalıyorsunuz. Ben sağlık raporu almıştım masa sahibi olmak için. Hapishanede plastik bir masa ve sandalye sahibi olmak İstanbul'un yarısına sahip olmak gibi bir şey. Hapishanede kitap sınırlaması var, ama sen neredeyse günde 10 saat okuyorsun. Araştırma yapmak istiyorsun, internete erişimin yok ki hemen aradığın bilgiye ulaşasın. 15-20 tane kitap istemen gerekiyor, ama 3 kitap sınırlaması var. Dolayısıyla 1-2 ayda bitirebileceğin bir çalışma 1-2 yıl alıyor. Dışarıda yazma kurslarına katılma imkanı var, sosyal medyadan video izleyip fikir alma imkanın var; ama biz el yordamıyla sıfırdan başlayarak öğrenmek zorundayız. İlk öykümü yazdığımda dünya edebiyatına katkı yaptığımı falan düşünüyordum. Çünkü yazdığını kıyaslayacak, değerlendirecek kimse yok.

MEKTUP ÇÖLDEKİ SU GİBİDİR

Hapishanelerdeki tecride karşı dışarıda nasıl bir mücadele olmalı? Tutsakların dışarıdan beklentisi nedir?
F tipindesiniz ve mazgal açılıp da tanımadığınız birinden bir mektup geldiğinde şenlik olur yaşamınız. Mektup çöldeki su etkisi yaratır cezaevinde. Yağmurun yağışını, çiçeğin açmasını, bir metrobüsü kaç saat beklediğinizi, sabah saatindeki kalabalığı, boğazda yapılan bir yürüyüşü mektupta yazmak gerekiyor. İçerideyken kitaplarımı okuyanlar mektup yazmıştı, birkaç ay aklımın bir tarafında gülümseme olarak kaldı. Mektup, kitap göndermek bireysel olarak tecridi kırmak içim yapılacak şeyler. Bir arkadaş bana bir kitabın içinde çiçek göndermişti. Ben o çiçeği 13 yıl yanımda taşıdım. Tutsakları yazmaya cesaretlendirmek, yazdıkları ile ilgili fikir vermek çok önemli. Tutsaklar üzerinde çok büyük etkisi oluyor bunların.