19 Aralık katliamının tanıkları anlatıyor: Direnen devrimci kadın tutsakları teslim alamadılar
19 Aralık katliamının yıldönümüne giderken yaşananları o dönem Niğde Hapishanesinde tutsak olan AVEG-KON Eşbaşkanı Asiye Esra Güden ile konuştuk. Güden ETHA’ya yaptığı aktarımda, devletin vahşice saldırdığı katliamın adım adım planlandığını, 3 gün öncesinden tatbikatların yapıldığını belirtti. Niğde hapishanesinde kalan devrimci kadın tutsaklara cinsel işkence yapılarak teslim alınmaya çalışılsa da devletin büyük bir direniş ile karşılaştığını vurguladı. Bugün tecridin giderek ağırlaştığına dikkat çeken Güden, hapishanelerde yaşanan hak gasplarının ve saldırıların tüm toplumun gündemi olması gerektiğini ifade etti.
Takvimdeki aylar devletin kanlı tarihine ilişkin bir katliamla anılıyor bu ülkede. 19 Aralık hapishaneler katliamı da bu ayın payına düşenlerden biri. 19-22 Aralık 2000 tarihinde dönemin siyasi iktidarı DSP-MHP-ANAP kolisyonu, IMF politikalarını hayata geçirmek için hapishanelere kanlı bir saldırı planladı. IMF ile yapılan antlaşmada yer alan maddeler işçi ve emekçilerin sırtına ağır yükler bindirdi, hükümetin ekonomi politikalarının faturasını halka yükledi. Dönemin koalisyon hükümeti, bu acı reçetenin uygulanması sırasında oluşacak toplumsal hareketleri ve direnişi önlemek için doğrudan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) tarafından planlanan ve yönetilen bir saldırı başlattı. 20 ayrı hapishanedeki siyasi tutuklu ve hükümlülerin kaldığı koşuşlara kimyasal gazlar ve silahlarla düzenlenen saldırıda 28 tutsak katledildi. 19 Aralık hapishane katliamı devletin insanlığa karşı işlediği suçların en kanlı katliamlarından biri olarak tarihe geçti. DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetinin F tipi tabutluk dayatmasına karşı çıkan tutsaklar 20 hapishanede açlık grevi direnişine başladı. 19 Kasım 2000 tarihinde açlık grevini ölüm orucuna çevirdi. Tarihsel sıralamaya kısa bir göz attığımızda MGK’da planlanan ve devrimci tutsakların direnişi ile yanıtlanan katliamın nasıl adım adım planlandığını bir kez daha görüyoruz.
BAKAN TÜRK İTİRAF ETTİ: AMAÇ DEVLETİN OTORİTESİNİ SAĞLAMAKTIR
22 Nisan 1999: Ankara Sincan, Bolu, İzmit Kandıra, Edirne, Tekirdağ ve İzmir Kırıklar F Tipi hapishanelerinin inşası için ihale tamamlandı ve bu haipsahenelerin yapımı başladı.
Ocak 2000: IMF ile 17. Stand-by anlaşması imzalandı. Birkaç hafta sonra Başbakan Bülent Ecevit, "Hapishaneler sorununu çözmeden geleceğe güvenle bakamayız" dedi.
8 Mayıs 2000: Yapımı biten 6 F Tipi hapishaneyi basına tanıtan Adalet Bakanı H. Sami Türk, Kocaeli F Tipi Hapishanesini basına gezdirdi.
10 Haziran 2000: Yeni Şafak gazetesine açıklama yapan Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun, "Her türlü protestoyu göze aldık. F Tipine mutlaka geçilecek ve bu sorun bitecek" dedi.
20 Ekim 2000: Siyasi tutsaklar süresiz açlık grevine başladı.
19 Kasım 2000: Siyasi tutsaklar süresiz açlık grevini ölüm orucuna çevirdi.
19 Aralık 2000: Saat 04.00 sıralarında ülke çapındaki 20 ayrı hapishaneye aynı anda saldırı başlatıldı. Adalet Bakanı Türk, "Asıl amaç ölüm oruçlarını bitirmek değil, devletin otoritesini sağlamaktır" diyerek katliamın amacını itiraf etti.
19 Aralık katliamını ve tutsakların can bedeli direnişini dönemin tanıkları ile konuştuk. Röportajımızın ilkini o dönem Niğde Hapishanesinde MLKP dava tutsağı olan Avrupa Ezilen Göçmenler Konfederasyonu (AVEG-KON) Eşbaşkanı Asiye Esra Güden ile gerçekleştirdik. Güden’in sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
3 GÜN ÖNCE KATLİAM PROVASI YAPTILAR
19 Aralık katliamında hangi hapishanedeydiniz ve o gün yaşananları biraz anlatır mısınız?
19 Aralık katliamında ben Niğde hapishanesindeydim. Niğde sürgün yeriydi. Biz Burdur katliamı sonrası yoldaşlarımla beraber Niğde’ye sürgün edildiğimizde, Ulucanlar katliamından hasbelkader sağ kurtulmuş politik tutsak kadınlar kalıyordu Niğde Hapishanesinde. 19 Aralık katliamı göstere göstere geldi. Biz sadece gününü bilmiyorduk ama saldırının olacağını biliyorduk. Devletin daha önce başlamış açlık grevi ve ölüm orucuna yönelik tavrı, aydın ve sanatçılardan oluşan görüşmeci heyetlerin verdikleri bilgiler, bu saldırının gelebileceğinin açık göstergesiydi. Niğde Hapishanesinde saldırıdan üç gün önce bizim nasıl direneceğimizi ve kendilerinin nasıl saldıracaklarını görmek için tatbikat yapıldı. Biz o gün, yani 19 Aralık günü sabaha karşı yapılan saldırıda işkencenin ve silahların pervasızca kullanıldığı bir saldırı yaşadık. Tek şansımız şuydu, daha önce Ulucanlar ve Burdur hapishanesindeki katliamdan sağ kurtulan kadınlardık ve kişisel olarak ben de Uşak Hapishanesinde bu tür saldırılarla çok sık karşılaşmıştım. Örneğin barikat kurmayı da devletin ne kadar vahşice saldırabileceğini de biliyorduk.
ÖNCE ÖLÜM ORUCU DİRENİŞÇİLERİNE SALDIRDILAR
Saldırı beklentimiz olduğu için geceleri nöbet tutuyorduk. Saldırı olduğu gece ben nöbetçiydim ve sabaha karşı 05.00’te nöbeti devrediyordum. Saldırı beklediğimiz için kıyafetlerimizle yatıyorduk ve kendimizi nasıl savunacağımızı planlamıştık. Burdur’da olduğu gibi Eğirdir Komando Birliği gelmişti saldırı için. Elektrik ve sular kesilmişti. Bizim barikatlarımızı yıkarak yatakhanenin olduğu yere geldiler. MLKP dava tutsakları olarak 10 günlük açlık grevindeydik. Asker içeri girince ilk olarak ölüm orucu direnişçilerinin olduğu bölüme girdi. Gece aydınlatması ile yüzümüze ışık tuttular ve ismimizi söyleyerek içimizden önce ölüm orucu direnişçilerini almaya çalıştılar. Biz canımızla bedenimizle barikat kurmuştuk ve o barikatı yıkamadılar. Elimizde ne varsa direnmeye başladık. Kitaplarımız vardı, o gün ailelerimizle açık görüş yapmıştık ve ailelerimizin getirdiği çiçekler vardı. Elimize geçen kitap ve çiçekler dahil her şeyi onlara atmaya başladık. "Teslim ol" çağrısı yapıyorlardı ve biz de teslim olmayacağımızı haykırdık. Birbirimize kenetlenmiştik, kenetlenen ellerimizi döverek açmaya çalıştılar ve yerde sürükleyerek karanlık bir odaya götürdüler. Ellerimiz arkadan kelepçeliydi ve gözlerimiz bağlıydı.
CİNSEL İŞKENCE YAPARAK İRADEMİZİ KIRMAYA ÇALIŞTILAR
Göz bağının arasından gördüğümüz kadarıyla karanlık ve boş bir odaydı orası. Adımızı söylememizi dayatıyorlardı. Oysa içeri girdiklerinde adımızla hitap ediyordu asker, yani biliyordu ismimizi ama irademizi kırmak için sırtımıza oturmuştu ve ismimizi söylememizi dayatıyordu. Biz daha önceki hapishane saldırılarından dolayı deneyimliydik. İsmimizi söylemedik, saldırı öncesi birbirimizden haberdar olmak için kendimize numaralar vermiştik. Birbirimize numaralarımız ile seslenip bilgi alıyorduk odada kimin olduğuna dair ama askere ismimizi söylemiyorduk. Slogan atıyorduk sürekli. Çünkü çırılçıplak soymaya çalışarak bize cinsel işkence yapıyorlardı. Sırtımıza oturarak ve elleri ile boğmaya çalışarak nefes almamızı engellemeye çalışıyorlardı. Biz onların soyamayacağı kadar çok kıyafeti üst üste giymiştik ve bir aşamadan sonra hepsini zorla çıkaramayacaklarını ve cinsel işkence ile bizi teslim alamayacaklarını gördüler.
NASIL OLSA ÖLECEKSİNİZ
Daha sonra bizi Niğde Devlet Hastanesine götürdüler. "Öleceksiniz ne de olsa" diyerek bizi morgların olduğu bölüme koydular. Yoldaşlarımızı ve diğer hapishanede olan siper yoldaşlarımızı merak ediyorduk ama hiçbir haber alamıyorduk. Bir süre sonra tekrar bizi hapishaneye götürdüler. Ring aracında yine ellerimiz arkadan kelepçeli ve gözlerimiz bağlı idi. Bir yandan öfkeyle birbirimizin ellerini ve gözlerini açmaya çalıştık, bir yandan da slogan atıyor ve marş söylüyorduk bir taraftan da ringin koltuk döşemelerini ağzımızla parçalıyorduk. Çünkü çok öfkeliydik.
SALDIRILAR 19 ARALIK’TAN SONRADA DEVAM ETTİ
Koğuşa gittiğimizde eski koğuşumuza götürmediler bizi. Yeni bir koğuştu ve bütün eşyalarımızın kullanılamaz biçimde olduğunu gördük. İç çamaşırlarımızdan kıyafetlerimize, kitaplarımıza kadar her şey çamaşır suyu ile kullanılmaz hale getirilmişti. İlk olarak televizyonu çalıştırmaya başladık çünkü diğer hapishanelerde ne olduğunu merak ediyorduk. Sonra Boran adındaki muhabbet kuşumuza ne olduğunu anlamaya çalıştık. Boran yaşıyordu, bu bizi mutlu etse de televizyonda naklen hapishane katliamlarını gördük. Direnişin devam ettiğini, bazı hapishanelerde inşaat halindeki F tiplerine sürgünlerin olduğunu gördük ve direnişi devam ettirmeye karar verdik. Bir ay boyunca yemekhane işgali yaptık, süresiz açlık grevimizi devam ettirdik ve bir aşamadan sonra ölüm orucuna çevirdik. Ben de ölüm orucunun 2. ekibindeydim. O aşamadan sonra fiili direnişler, kapı dövme, slogan, yemekhane işgali, açlık grevi ve ölüm orucu ile direnişimiz devam etti. O dönem devletin dayattığı hiçbir uygulamayı ve onursuz dayatmayı kabul etmedik. Ara ara saldırılar devam etti. Bir süre genelgelerle yönetmeye kalktılar. Örneğin bir gün gelip tüp operasyonu yapıp saldırdılar, bir gün çaydanlık operasyonu yapıp saldırdılar. Ama Niğde Kadın Hapishanesinde direnen devrimci kadın tutsakları teslim alamadılar.
HAPİSHANE TOPLUMU SİNDİRMENİN ARACI
Aradan geçen bunca zamanda devletin hapishane politikasında sizce bir şey değişti mi?
O günden bu yana hapishanelerde yaşanan tecrit daha da ağırlaştı. Türkiye ve Kürdistan’daki baskıya, zulme, savaşa ve sömürüye karşı çıkanlar, Rojava devrimini sahiplenenler, direnişte olan işçi ve emekçiler, bu direnişleri destekleyenler, kadın özgürlük mücadelesinin güncel talepleri ile sokağa çıkanlar, daha eşit bir dünyada yaşamak isteyen gençler ve ezilen her kesim bugün faşist saray rejiminin baskı ve şiddeti ile yüz yüze. Bu baskı kimi zaman gözaltı ve tutuklama saldırısı olarak da yaşanıyor. Bundan kaynaklı hapishanelerdeki politik tutsak sayısı artıyor. Direniş sürdükçe hapishanelerin sayısı da ve saldırganlık da artıyor. Farklı alanlardaki direnişlerin birleşmesinden korkan faşist şeflik rejimi de tutuklama saldırısı ile doldurduğu hapishanelerdeki baskı ve tecridi ağırlaştırıyor. Dün olduğu gibi bugün de bir taraftan hapishanelerdeki tutsakları teslim almaya diğer taraftan da ezilenlerin direnişini tutuklama saldırısı ile sindirmeye çalışıyor.
TECRİT GİDEREK AĞIRLAŞIYOR
Ancak hapishanelerdeki tüm hak gasplarına, hak ihlallerine, hasta tutsakların tahliye edilmemesine rağmen devrimci tutsakların iradesini teslim alamıyor. Bunun içinde yeni tecrit modelleri uyguluyorlar. Y ve S tipleri açılıyor, sürgünler oluyor buralara. Demir parmaklıklardan güneşin sızmayacağı bu hapishanelere sürgünler yapılıyor. İmralı’da sayın Öcalan’a uygulanan ve giderek diğer hapishanelerde de yaygınlaşan tecrit, pişmanlık dayatması, idare gözlem kurulları ile tahliyelerin ertelenmesi, iletişim engelleri, ziyaret yasakları ve yayın yasağı gibi devletin hapishane terörü devam ediyor. Özelde de politik tutsak kadınlara yönelik cinsel işkence yaygınlaştırılıyor. Geçtiğimiz yıl ağır tecrit odasında sistematik cinsel, psikolojik ve fiziksel işkence gören Garibe Gezer intihara sürüklendi. Garibe Gezer, işkencenin en somut örneğidir. Tüm bu uygulamalara karşı politik tutsaklar teslimiyeti kabul etmeyerek direnişe devam ediyor. Bu direniş bizi güçlendiriyor ve daha fazla politik tutsaklarla omuz omuza olmamız gerektiği gerçeğini hatırlatıyor.
HAPİSHANELER SADECE TUTSAKLARIN GÜNDEMİ OLMAMALI
Nasıl bir mücadele hattı önerirsiniz?
Faşist saray rejiminin saldırılarına karşı dışarıda güçlü bir mücadele gerçekleştirilemezse dün olduğu gibi bugün de devrimci tutsaklara karşı saldırının artacağı açıktır. Bu nedenle devrimci tutsakları sahiplenmenin tüm devrimci demokrat kamuoyunun sorumluluğu olduğu kabul edilmelidir. Çünkü hapishanelerdeki direnişin konusu herkesi ilgilendiriyor. Bugün en ufak bir hak talebinde bulunan herkesin yolu hapishaneden geçiyor. Emekçi solun her öznesi politik tutsakların aileleri ve yoldaşları ile birlikte hareket etmelidir. Bu sorun ne sadece politik tutsakların direnişi ne de aileleri ve yoldaşlarının mücadelesi ile çözülecek bir sorun değildir. Sadece bu kesimlerin gündemi ve tutsak örgütlerinin mücadelesinin konusu da değildir. Türkiye, Kürdistan ve Avrupa’daki göçmenler, gençlik örgütleri, kadın örgütleri, işçi ve emekçilerin bulunduğu her yerden politik tutsakların taleplerini ve direnişlerini kuşatan ve sahiplenen bir biçimde ilişkilenmelidir. Politik tutsakların talepleri içeriden ve dışarıdan kuşatılan ve birbirini tamamlayan bir mücadele ile ortaklaştırılmalıdır.
Röportaj dizimize yarın, 19 Aralık katliamı döneminde Bursa Hapishanesinde bulunan TKP/ML dava tutsağı Tekin Yıldız ile devam edeceğiz.