1 Mayıs 2024 Çarşamba

'Sessizlik zinciri' konferansı: Ateşten gömleği bile bile giydik

İki gün boyunca TJA'nın çağrısıyla bir araya gelen çok sayıda kadın, sessizlik zincirini nasıl kıracaklarını tartıştı. Tecridin her geçen gün derinleştiğinin altı çizilen konfrenasta, tecridin tüm yaşam alanalrını etkilediği ve toplumun nefes alması için İmralı'daki teecridin kırılması gerektiği vurgulandı.

Tevgera Jinên Azad'ın (TJA), farklı ülkelerden kadınların katılımıyla "Sessizlik Zinciri: Kadın Siyasi Mahpusların Etrafındaki Duvarları Yıkmak" şiarıyla iki gün Demir Otel'de konferans gerçekleştirdi.

Gazeteciler Öznur Değer ve Esra Çiftçi'nin moderatörlüğünde "Medya ve Basın" başlığı altında "Kadın siyasi mahpusların savunuculuğunda medya ve basının rolü ve etki kullanımı" tartışıldı. Burada ilk olarak konuşan gazeteci Öznur Değer, hapishanelerin herkesin yaşamında yer aldığına dikkat çekerek, Kürt sorununun ve tecridin derinleşmesi ile beraber tutsaklığın kaçınılmaz olduğunu söyledi.

'SAVAŞA AYRILAN BÜTÇE CEZAEVLERİNİN İNŞASINDA DA KULLANILIYOR'
Öznur, "Savaşa ayrılan bütçenin içerisinde cezaevlerinin inşası da yer alıyor. Sistem cezaevine başka anlam üretiyor. Cezaevleri tecrit etme politikasıdır, orada yeni kimlik yaratıyor. Cezaevi deyince aklına işkence mekanı geliyor, tutsaklarda 'acınası' görülür ama oranın yaşam alanı olduğu görülmüyor. Yeni yaşam inşa edilmeye çalışılması gölgede kalıyor. Cezaevi direniş mekanı, bunu görünür kılmak gerekiyor. Orada sürekli kendini yenilemek durumunda kalıyorsun" dedi.

'POPÜLER TUTSAKLAR GÖRÜNÜR KILINIYOR'
Daha sonra söz alan Esra Çiftçi, hapishaneler sorununu yüz yıllık olduğuna dikkat çekti. Hapishanelerdeki sorunalrın yeteri kadar yansıtılmadığını, sorunun temeline inilmediğini kaydeden Çiftçi, burada asıl tartışılması gerekenin özgür, muhalif medyanın tutumu olduğunu belirtti. Çiftçi, "Hasta tutsaklar ölüme terk edilmiş durumda. 2022 yılında Aysel Tuğluk cezaevindeydi. Hepimiz bir araya gelerek Aysel için kampanyalar yürüttük. Aysel cezaevinden çıktıktan sonra diğer tutsaklar için neler yapabiliriz dedik ve kampanya başlattık ama Aysel için gösterilen duyarlılık diğerleri için gösterilmiyor. Popüler kültür burada da ortaya çıkıyor. Cezaevlerinde binlerce insan var. Onların sorunlarını görünür kılmıyoruz, daha popüler olanları görünür kılıyoruz. Onlar da kıymetli ama diğer tarafı görmüyoruz" ifadelerini kullandı.

'TECRİT KIRILMADAN YENİ ANAYASA TARTIŞMASI MÜMKÜN MÜ'
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Milletvekili Çiçek Otlu ve TJA aktivisti Bedia Akkaya'nın moderatörlüğünde "Siyasetin Misyonu" başlığı altında "Kadın siyasi mahpusların savunuculuğunda siyasetçilerin rolü ve misyonu"  tartışıldı.  Atölyede sunumunda kadın tutsakların tecrit, izolasyon, işkence ve tacize karşı iki aydır açlık grevinde olduğuna dikkat çeken Bedia, "Açlık grevine yer bırakmayacak düzeyde bir mücadele nasıl ortaya çıkar, bunu konuşabiliriz. Şu an bir anayasa tartışması var, 2'nci yüzyıl anayasasında varlık ve kimlikler yok mu sayılacak yoksa görünür olacak mı? Bizim bu konuda bir şüphemiz var. Çünkü ilk yüzyıl inkar anayasasıyla geçti, bugün de cezaevlerinde bir tecrit rejimi var. Tecrit kırılmadan yeni anayasa tartışması meşru mudur? Bir torba yasayla infaz yasası çıkarılıyor, siyasiler dikkat etmiyor, içeriğe çok bakılmıyor. Toplumsal olarak da bir bilinçlendirme olmadığı için bu yasa kolaylıkla geçti. Sonuçları cezaevlerine, ailelerimize ve topluma dönüyor" dedi.

'DİRENİŞ GELENEĞİMİZİN ÇOK DAHA GÜÇLÜ ANLATILMASI GEREK'
"İlk tutuklandığımda örgütsüz bir gençtim. İlk işkencede 'Burada Allah yoktur' yazıyordu ama orada insanlık da yoktu" diyen DEM Parti Milletvekili Çiçek Otlu da, "HDP'den belediye eşbaşkanlarımız ve vekillerimiz tutuklanınca herkesin gözü birden hapishanelere döndü ve orada insanların olduğu gerçeği hatırlandı. İçeride ve dışarıda tecrit olduğu söylemi bence içerideki tecridi normalleştiriyor. İmralı'daki tecrit diğer bütün cezaevlerine ağırlaştırılmış tecrit olarak yansıdı. Renkler yasak, mektuplar geç gidiyor ve anı yakalayamıyorsunuz. İnsanları görmek için hastane, mahkemeye gitmeyi bekliyorsunuz. Dışarıda bir ağır baskı, zulüm var ama bunlar normalleşmemeli. İnanılmaz bir yoksulluk var. Adli tutuklular yoksulluktan dolayı doğum yapacakken geliyordu. İçeride de korkunç bir yoksulluk var. Aileler gelemesin diye ta diğer uçtaki şehre yolluyor. Mektubun ücretsiz olması için talepte bulunulmalı mesela. Kitap sınırlı, 10 kitap veriliyor size birçok yerde. Önceden kütüphanemiz vardı ve birlikte yaşamayı daha uygun buluyorduk. Yemekle uğraşmıyorsunuz, temiz su akmazdı, sıcak su akmazdı, su mücadelesi yüzünden infazı yananlar oldu. Hapishaneler erkeklere göre kurulmuş. Temsilciler erkek, muhataplar erkek. 19 Aralık katliamında kadın arkadaşları diri diri yaktılar. Direniş geleneğimizin çok daha güçlü anlatılması gerek" diye vurguladı.

'TUTSAK AİLELERİNİN GREVİNE İLGİ ÇOK AZ'
Otlu, şöyle devam etti: "'99 yılında sayın Abdullah Öcalan İmralı'ya götürüldüğünde F tiplerinin bize doğru geldiği fark edilemedi. Mutlak tecridin hapishanelerde nasıl ağırlaştırılmış tecride döneceği anlaşılamadı. İlk infaz yakmalarda 'yatarız biz' algısı oluştu. Vekiller ve toplum olarak her gün işlemeliyiz. Tutsak ailelerinin grevine ilgi o kadar az ki, ilk bunu kırmalıyız. Türkiye ve Kürdistan hapishanelerinde deneyimler çok güçlü. Uluslararası bir dayanışma ağı güçlenmeli. Aydınlardan çok uzaklaştık, bu kanalları oluşturup arkadaşlara görev vermeliyiz. Avukatı olmadığı için aslında özgür kalabilecekken tutsak edilen öyle çok arkadaşımız var ki. Unutulmamak ve oradakilerin var olduğunu bilmek bambaşka bir direniş gücü katıyor."

'DÜŞMAN CEZA HUKUKUYLA YAKLAŞILIYOR'
Avukat Elif Tirenç İpek Ulaş ve Psikolog Jiyan Ay'ın moderatörlüğünde  "Hukuk ve Hak Savunuculuğu" başlığı altında, "Kadın siyasi mahpusların savunuculuğunda hukuki yollar, hak savunuculuğu ve etkili stratejiler" tartışıldı. İlk söz alan Ulaş, düşman ceza hukuku ile yaklaşıldığını kaydetti ve ekldei: "Gözaltında çıplak aramalar, cinsel, fiziksel ve psikolojik şiddet çok yaygın. Tutuklandıktan sonra hak ihlalleri esas orada başlıyor. Tekrar çıplak arama, koğuş yönlendirmesi var, tecrit altına alınma, sağlık, eğitim, haberleşme hakkına erişimi kısıtlanıyor. Bir kişi tutuklu bile olsa maddi ve manevi varlığını geliştirme durumu yasada mevcut ama devlet manevi varlığı geliştirmeyi engelliyor. İnfaz yakma mevzuları da çok gündemde, infazını dolduran kadın mahpuslar sudan sebeplerle uzatılıyor. Kadın siyasi mahpuslar iyi halden indirimi de artık uygulanmıyor. Bütün her şey cezaevi gözlem kurullarının insafına bırakılmış durumda" dedi.

'KADINLAR BİRÇOK İHTİYACINI KARŞILAYAMIYOR'
Psikolog Jiyan Ay da cezaevlerinde bulunan 292 bin kişiden 12 bin 62'sinin kadın olduğunu kaydetti. Ay, Türkiye'de annesiyle birlikte kalan çocuk sayısının 383 olduğu verisini paylaşırken, şunları dile getirdi: "Hapishanede kalan kadınların yaş ortalaması 18-43 arası. İşkence ve kötü muamele de birinci sırada. Tecrit konusunda şu anda vurgu yapmamız gereken en önemli şey S ve Y tipleri. Gittikçe sayıları artıyor. Türkiye'de var olan görüntülü görüşme hakkı siyasi mahpuslara uygulanmıyor. Çalışma hakları yok, hayatlarının sonuna kadar hapishanede kalıyorlar. Bazen iki haftada bir çıkarılıyorlar. Görüşe giden ailelerin de çıplak aramaya maruz kalması gibi sorunlar var. Tecride yönelik de çok şikayetler var. Kadınlar birçok ihtiyacını dahi karşılayamıyor, bir ped dahi almakta zorlandıkları zaman oluyor. Kelepçeli muayene ve ağız içi arama dayatılıyor. Kurumlara yaptığımız insan hakları başvurularına yanıt çok düşük 2012'den kalan emsal kararlar mevcut. İç hukuk sürelerinin tamamlanması gerekiyor ki AİHM'e taşınsın."

'HERKESİN BİR GÜN BU BOŞ SAYFALARA İHTİYACI VAR'
Ressam Sevinç Altan ve sanatçı Fatoş İrwen'in moderatörlüğünde "Sanatın Gücü" başlığı altında  "Kadın siyasi mahpusların mücadelesini yaratıcı yollarla görünür kılmada sanatın gücü" konuşuldu. Atölyede ilk olarak konuşan İrwen, "Direniş formlarını geliştirmeyi unutuyoruz. Sahip olduğumuz beden sonsuz bir direniş alanına dönüşüyor. Hakikaten bir savaş alanıdır. Daha çok cezaevi tecrübelerim hep böyle yaratmak direnmek ve yaşam üzerinden ilerlemeye çalışıyorum. Kendime odaklı beden odaklı çevremdeki her materyali yaratarak çalıştım. Bunların içine arkadaşlarımın saçlarıydı, bir kuşun yumurtasıydı. Her sabah spor yaparken avluda yeni bir şey ile karşılaşırdık. Kütüphanedeki kitapların boş sayfalarını kopararak desenler yapın dedim. Şimdi hangi yayınevinde gidersem, 'Her kitapta daha fazla boş sayfa yapın' diyorum. Herkesin bir gün bu boş sayfalara ihtiyacı var" diye ifade etti.

'SANAT VE POLİTİK ALANI BİRBİRİYLE NASIL OLUŞTURABİLİRİZ'
Devamında söz alan Sevinç Altan ise kolektif çalışmanın önemine dikkat çekerek, "İçerideki insanların sesini dışarıdakilerle buluşturan imkanlar nelerdir? Bunun olması gerektiğini düşünüyorum. En basit malzemeyle en az şeyle bir şey söylemeye çalışıyorum. Sanat ve politik alanı birbiri ile nasıl oluşturabiliriz. Politik alanda inanılmaz yaratıcı işler yapılıyor ama aynı zamanda iktidar alanında da yaratıcılık var. Yaratıcılık artık endüstriyel alana dönmüş durumda. Küçük küçük düşünmek, sözünün netliği, ele ele vermek ve büyük büyük konuşmadan bunu yapmamız gerekir" dedi.

'KADINLARIN TUTSAK OLMASININ SEBEBİ POLİTİKTİR'
"Siyasi kadın mahpus deneyim ve mücadeleleri" başlıklı oturumun moderatörlüğünü Ayşe Düzkan üstlendi. Hapishanede olan her kadının politik bir tutsak olduğunun altını çizen Düzkan, "Kendilerine eziyet eden erkeklerden kurtulmak için onları öldürmek zorunda kaldıkları için cezaevindeler. Bunun sebebi politiktir. Bu kadınların birçoğunun hiçbir meslekleri olmadığı için faklı nedenlerle cezaevine giriyor. Bunlar politik gerekçeler. Mücadele eden bütün politik tutsakları selamlıyorum" diyerek, 1989 yılındaki cezaevi deneyimini ve dayatılan "tek tip elbise" uygulamasına karşı mücadele pratiklerini paylaştı.

'KÜRTLERE SELAM OLSUN GAZZE'DEKİ HALKIMIZA ÖZGÜRLÜK'
Konferansın ikinci oturumunda ilk söz alan Filistinli aktivist Kifah Afifi, "Filistinli kadın siyasi tutsakların deneyim ve mücadeleleri" başlıklı konuya dair konuştu. Sözlerini tutsakları selamlayarak başlayan Kifah, geçmiş yıllarda Filistin'den göç etmek zorunda kaldığını belirtti. Mülteci olduğunu ifade eden Afifi, savaşın ardından kardeşlerinin cenazelerine dahi ulaşamadığını belirtti. Yurtseverliğin anlam ve önemine vurgu yapan Afifi, mülteciliğin zorluklarına dikkat çekti. Afifi, 12 yaşındayken tecavüzle tehdit edildiğini, sistematik işkenceye maruz kaldığını aktardı. Şu anda Filistin'de en az 76 kadın tutsak olduğunu belirten Afifi, kaldıkları hapishanenin "ölüm hapishanesi" olduğunu söyledi. Afifi, "Keşke bedenimi size gösterebilseydim" diyerek maruz kaldığı işkencelere dikkat çekti. Tutsaklığın mücadelenin başlangıcı olduğunu aktaran Afifi, "Kadınların cezaevlerinde neler yaşadığını anlıyorum. Aynı acıları yaşıyoruz. Hapishanede bizler isimlerimizle değil bize verilen numaralarla sesleniyorlardı. Cezaevinden çıktığımızda isimlerimizi unutmuştuk. Amaçları bize isimlerimizi unutturmaktı. Bunlara karşı tek vücut direnmeliyiz. Kürtlere selam olsun. Gazze'deki halkımıza özgürlük diliyorum" diye konuştu.

'GÜNDE BEŞ DEFA NAMAZ SAATLERİNDE DÖVÜYORLARDI'
Ardından söz alan İranlı aktivist Ghanbar Pour Bashkendi "İran'daki kadın siyasi mahpusların deneyim ve mücadeleleri" başlıklığı altında konuştu. Deneyimlerinden bahseden Bashkendi, hapishanedeki işkencelere dikkat çekti. Tek isteğinin İran'ın güzelleşmesi olduğuna vurgu yapan Bashkendi, "Tek başıma bir hücrede tutuldum. Kimseyle iletişimim yoktu ve sadece yemek verildiğinde kapım açılıyordu. Arada imamlar gelip bana 'pişman mısın' diye soruyorlardı. Bütün zindanları sorguya aldılar. Bize 'münafık' dedirtmeye çalışıyorlardı. Kendilerine itiraz eden ve namaz kılmak istemeyen erkekleri idam ediyorlardı, kadınları ise günde 5 defa namaz saatlerinde dövüyorlardı. İran ve Kurdistan'ın birçok kentinde 'Jin, jiyan, azadi' sloganı için birçok kadını gözaltına aldılar" diyerek Sanandaj'da 15 yaşında katledilen ve cenazesi ailesine teslim edilmeyen bir çocuğu anlattı. Kürt kadın hasta tutsak Zeynep Celaliyan'a dikkat çeken Bashkendi, "Zeynep 16 yıldır cezaevinde bir hasta tutsak. Ama hastaneye götürülmüyor" diye hatırlattı. Kadınların çeşitli işkence ve tecavüze maruz kaldığını kaydeden Bashkendi, İran'da hala idamın var olduğunu vurguladı. Tutuklandığında Marksist olduğunu kaydeden Bashkendi, İran için sosyalizm istediklerini ifade etti.

'AYAKTA KALABİLMEK VE POLİTİK OLMAK GEREKİYOR'
Sonrasında, "Basklı kadın siyasi mahpusların deneyim ve mücadeleleri" başlığıyla aktivist Itziar Martinez söz aldı. Hapishane direnişine dikkat çeken Itziar, "Özgürlük hareketleri olarak ortak bir yolda yürüyoruz. Biz hepimiz baskıcı rejimlerin neler yaptığını, hangi yol ve yöntemlere başvurduğunu biliyoruz. Ancak bunların farklı süreçlerde farklı şekiller aldığını da biliyoruz. Hepimizin kamu politikalarının ortaya çıkardığı politikaları açığa çıkarmak zorundayız. Barış sürecine dikkat çekmek istiyorum" diyerek İspanyolların barış sürecine vurgu yaptı. Bask mücadelesine de değinen Martinez, "Bizleri cezaevlerinde politik rehine olarak tutuyorlar" diyerek  tutsak kadınların yaşadıkları işkence yöntemlerine vurgu yaptı. Ayakta kalabilmek ve politik olabilmek gerekiyor. Umarım barış ve adalet süreçlerinde rol oynayabiliriz" dedi.

'BAAS REJİMİ KÜRTLERE İŞKENCE EDİYOR'
Oturumun son konuşmasını "Güney Kürdistan'daki Kürt kadın siyasi mahpusların deneyim ve mücadeleleri" başlığıyla aktivist Mihreban Ali gerçekleştirdi. Baas rejiminin Kürtlere yönelik işkencelerine dikkat çeken Ali, Kürdistan'ın kimyasal silahlarla vurulmasını hatırlattı. Kadınların savaş sürecinde maruz kaldıkları işkenceye değinen Ali, tutsak kadınlara vurgu yaptı.

'ZİNCİRLERİ KIRMAMIZ GEREKİYOR'
İrlanda önceki dönem milletvekili Martina Anderson, "Kürt özgür kadın hareketi, enternasyonal mücadelenin parçasıdır" dedi. Anderson, "Ataerkilliği doğuran, sürdüren ve şiddet üreten ideoloji ile yüzleşiyorsunuz. Demokratik bir toplum için mücadele ediyorsunuz. Doğduğumda İrlanda'nın bölünmüş kuzeyinde temel yurttaşlık hakkı talep ediliyordu. Onlara karşı ayrımcılık yapmak için devletin şiddetini kullandılar ama cumhuriyetçiler yozlaşmış 6 devlete meydan okudular ve İrlanda'yı tekrardan birleştirmek için savaştılar. Muhafazakar İrlanda'da kadınların rolü olduğu düşünülmüyordu. Toplumsal normlara karşı çıkmak için cumhuriyetçi kadınlar olarak bu cüreti göstermemiz, cezalandırmamız anlamına geliyordu. 1985'te 4 yoldaşla komplo kurmakla suçlandık ve tutuklandık. Londra'da tutuklu 600 erkek ve 2 kadın yoldaşımla beraber tutuklu kaldık. 13 yıllık tutukluk sürecinde cinsel taciz ve benzer şekilde mahremiyetimize saldırılar yaşadık. Daha sonra bin erkeğin kaldığı yere sürgün edildik. Bazıları bunlara sessiz kalmamızı söylüyordu ama zincirleri kırmamız gerekiyor. Daha sonra İrlanda 'Hayırlı Cuma' anlaşması imzaladı. Siyasi mahkumların serbest bırakılması öngörüldü ve biz de serbest bırakıldık. Serbest bırakıldıktan sonra belirli ülkelere girişimiz yasaklandı" ifadelerini kullandı.

30 YIL TUTSAKLIĞIN ARDINDAN TAHLİYE EDİLEN KADINLAR KONFERANSTAYDI
30 yıl tutsaklığın ardından tahliye olan kadınlar Şadiye Manap, Emine Yıldırım, Emine İpek, Mevlüde Acar sahneye çıkarak katılımcıları selamladı. Sahneye çıkan kadınlar için alkışlar ve zılgıtlar çalındı. Şadiye Manap, "Bugün burada sizinle olmak tarihi ve çok güzel bir duygu. Yaşamımızda gördük, insanın yönü aydınlığa doğruysa kendi hedefine ulaşır. Binlerce arkadaş içeride, gözleri bizde. Hep var olun" dedi. Sonrasında söz alan 30 yıllık tutsaklar da kadınları bir arada görmenin kendilerine güç verdiğini ve bu kalabalığın emeklerinin karşılık bulduğunun somut göstergesi olduğunu dile getirdi. Kadınların konuşma gerçekleştirdiği sırada sık sık "Jin, jîyan, azadî" sloganı atılarak, zılgıtlar çekildi.

'HAPİSHANELERDE BÜYÜK DİRENİŞ VARDI'
"Günümüz Türkiye mahpushanelerine bir bakış" gündemiyle konferans devam etti. Oturumun moderatörlüğünü yapan Gülseren Yoleri hapishanede yaşanan hak ihlallerine dikkat çekti. İlk oturumda 1971 yılında tutuklanan ve 68 kuşağından olan İlkay Demir, 1970 ve 1980'li yıllarda hapishanelerdeki işkencelere değindi. Demir, "O dönemler de cezaevlerinde ciddi baskı ve işkence vardı. Fakat dışarıda da büyük direniş vardı. Diyebiliriz ki tecrit içeriden dışarıya yayılıyor, dışarıdaki özgürlük mücadelesi tecridi yok ediyor. Duyurmak ve teşhir etmek için elimizden geleni yapmalıyız" dedi.

Daha sonra söz alan TJA aktivisti ve Avukat Ruşen Seydaoğlu, "Mahpushanelerden Topluma Yayılan Tecrit Sistemi" başlıklı sunumunda mevcut süreçte toplumsal mücadelenin büyüdüğünü ancak hapishaneler ile toplum arasındaki mesafenin de açılmaya çalışıldığını ifade etti.

'HASTA TUTSAKLARIN TAHLİYE EDİLMEMESİ YAŞAMLARINI YİTİRMELERİNE NEDEN OLUYOR'
Ardından konuşan Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı da "Kadın Siyasi Mahpuslara Yönelik Sağlık Hakkı İhlalleri ve Mücadeleleri" başlığı altında sunumunu gerçekleştirdi. İnsan haklarının kavramsallaşmasının, işkencenin kabulünün annelerin mücadeleleri ile olduğunu söyleyen Fincancı, günümüzde bu mücadelenin geriye düştüğüne dikkat çekti. İşkencenin uygulanabilirliği konusunda toplumda işkencenin alkışlanabildiğinin altını çizen Fincancı, bunun tecrit politikalarından bağımsız olmadığını belirtti. Sunumunda işkencenin tanımına değinen Fincancı, devlet adına görev yapanların bir kişiye sağlığının bozulmasına yol açacak bir takım davranışlarda bulunmasının "işkence" olduğunu kaydetti. İnfazların zamanında uygulanmadığı dönemde adli tutsak kadınların itiraz dahi edemediğini vurgulayan Fincancı, "Kadınlar 3 öğün yemek yiyebiliyor. Sıcak ortamda olabiliyor. Sıcak suya ihtiyaç duyuyor diye içeride kalmayı yeğleyebiliyor. Bizim siyasi mahpuslarda olduğu gibi adli mahpuslar içinde dışarıda da güvende kalacağını belirtmemizde fayda var. Tecrit politikalarıyla yaşanan sağlık sorunları var. Yalnızlaştırma davranışı toplumda benzer süreci izlememize neden oluyor" dedi. Ağır hasta tutsakların durumuna da işaret eden Fincancı, ağır hasta tutsakların tahliye edilmemesinin yaşamlarını yitirmelerine neden olduğunu dile getirdi.

'SİYASETÇİLER ZİNDANA GİRMEDEN, ZİNDANLAR GÜNDEM OLMUYOR'
Devamında söz alan TJA aktivsti Çağlar Demirel, "Türkiye'deki Kürt Kadın Siyasi Mahpusların Deneyim ve Mücadeleleri" başlıklı sunumu yaptı. Kürt kadın hareketi olarak sadece kadın kimliği için değil, ulusal kimlikleri için de mücadele ettiklerini söyleyen Demirel, "Bizlerin terörist olmadığını halk kabul etti ama devlet kabul etmedi. Kürt halk önderi sayın Abdullah Öcalan'ın üzerindeki tecride son verilmesi için 2012 yılında gerçekleştirilen açlık grevlerine dahil oldum ve herkes açlık grevine girmek için yarıştı. 68 günlük açlık grevi sonucunda müzakere süreci başladı. Bu süreç direnişin bir kazanımıydı. Kürt halk önderi sayın Abdullah Öcalan 'Kadın hareketi bu müzakerede olmazsa bu müzakere yürüyemez' dedi. Bir arkadaşımız müzakerede yer aldı. Bu şekilde kadın mücadelesinin ne kadar önemli olduğunu devlete anlatmaya çalıştı. Biz yargılama süreçlerinin, rehin alma süreçlerinin iktidarın politikası olduğunu biliyoruz. Dışarıda baskı ne kadar artarsa zindanda daha ağırı yaşanıyor. 2016 sürecinde siyasetçilerin tutuklanmasının ardından zindanlar daha fazla gündem olmaya başladı. Biz siyasetçiler zindanlara girmeden zindanlar bu kadar gündem olmuyordu. Bu da biz Kürt kadınların özeleştiresidir."

'TUTSAKLARIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ SAĞLAMAK ZORUNDAYIZ'
Atölyelerin ardından "Birlikte nasıl ilerleyebiliriz" başlıklı bir kapanış forumu gerçekleştirildi. Akademisyen ve aktivist Prof. Dr. Shahrzad Mojab "Diyalogdan eyleme:  Kadın siyasi mahpuslar için işbirliği stratejileri geliştirmek, somut ve ölçülebilir planlar oluşturmak" başlığında altında ZOOM ile konferansa katıldı. İran'da herkesin içinde olduğu bir ayrımcılığın söz konusu olduğunu ifade eden Mojab, İran hapishanelerinde cinsel şiddetin işkence olarak kullanıldığını ifade etti. Mojab, sessizlik zincirinin muhakkak kırılması gerektiğinin altını çizdi. Emperyalizm tarafından tüm yaşam mekanlarının artık kullanılmaz haline geldiğine dikkat çeken Mojab, "Sadece Gazze'den bahsetmiyorum Kürtlerin Türkiye'deki yaşamından ve Suriye'den de bahsediyorum. Kadınlar Körfez ülkelerinde seks işçisi olarak satılıyor ve tecavüz ediliyorlar. Orta Doğu'daki insanların çoğunluğu yaşamlarından ediliyor. Bu politikalar tahakküme hizmet ediyor ve insanların üzerinde de etkisini gösteriyor. Avrupa emperyalizmine karşı durmak gerekiyor. Orta Doğu'daki halklarının gasp edilmesi üzerine oynanan oyunlar bunlar. Buna karşı uluslararası dayanışmanın eksikliğini de görüyoruz.  Suriye'de iç savaşın sonucu olarak Bin 118 bin birey tutuklandı, zorla kaybedildi ve korkunç yaşama mahkum edildi. Mısır'da yaklaşık 60 bin siyasi tutsak var. İran'da 168 bin tutuklu var ve 'jin, jîyan, azadî' protestolarında inanılmaz baskı uygulandı. Siyasi tutsakların içerisinde Kürtlerin oranı çok yüksek. İdam cezası en çok 2022 yılında verildi. Zeynep Celladiyen İran'da en uzun tutuklu kalmış siyasi tutuklu kendisi suçu da PJAK'a üye olmak. Uluslararası dayanışmayı kurmak istiyorsak tüm tutsakların özgürlüğünü istemeliyiz. Bu talep sadece hapishanenin ortadan kaldırılmasıyla ilgili değil aynı zamanda otoriter rejimlerinde ortadan kaldırılması ile ilgili. 'Jin, jîyan, azadî' sloganında içeriği bence tam olarak bu" dedi.

'ATEŞTEN GÖMLEĞİ BİLE BİLE GİYDİK'
TJA aktivisti Gülbahar Alpsoy kapanış konuşması gerçekleştirildi. Konferansın yeni çalışmalarnı başlangıcı olduğunu dile getrien Alpsoy, "Bu tartışmalar birlikte ele ele mücadele yürüteceğimiz anlamına geliyor. Sınırları biz koymadık egemenler koydu sınırları koyanlar dillere, renklere, inançlara göre insanları ayırdı ve insanları birbirine yabancılaştırdı. Bu politika hiçbir zaman kadın politikası olmadı kadın politikası bunların tam tersidir. Kadınların politikası birleştiricidir. Yeniden inşa politikasını da biz kadınlar yürüteceğiz. Savaşı egemenler, devletler başlatır ama acı çekeni kadınlar ve çocuklar olur. Şuan Rojava'ya yönelik saldırılar var bu Kürt kazanımlarına müdahaledir. Savaşa, işgallere dur diyecek olan kadınların kendisidir. Konferansımız zindanlarda uygulanan işkence, hak ihlalleri ve tecrit politikalarına dönük gerçekleşti. Zindanlarda, toplumda var olan saldırıları kıracaksak ve yöntemlerini arıyorsak İmralı'da sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi iyi anlamak ve bu tecridi kırmaya dönük örgütlülüğü açığa çıkartmak gerekiyor. Tecrit her geçen gün derinleşiyor orada uygulanan tecrit yaşamın tüm alanlarını etkiliyor. Toplumun şuan nefes almaya ihtiyacı var bu nefes almada İmralı'daki tecridin kırılmasıyla gerçekleşecek. Biz Kürt kadın hareketi olarak hakikatten kaçmadık hakikat için mücadele ettik. Ortaçağdaki cadılar bugünün teröristi oldular. Ateşten gömleği bile bile giydik çünkü toplumun aydınlık içinde yaşamaya ihtiyacı var. Var olan zincirleri kıracak olan kadınlardır. Kadınlar el ele verirse bunu başarabilir.