Emperyalist savaşa hazırlıkta gençlik
Türkiye'nin bölgedeki savaş sanayi ihracatçısı konumunu düşünürken Türkiye ve Kuzey Kürdistan gençliğine önemli bir savaş karşıtı mücadelenin hazırlayıcısı olma görevi düşmektedir. Bu aynı zamanda ırkçılık ve şovenizm etkisi altında olan başta emekçi Türk halk gençliği olmak üzere gençlik kitlelerinin rejimden koparılması da demektir.
Emperyalist devletler cephesinden son dönemdeki gelişmeleri izlediğimizde, yeni bir emperyalist paylaşım savaşının hazırlığı içerisinde olunduğu kendisini açıktan açığa gösteriyor. Başta NATO bloğu başta olmak üzere emperyalist devletlerde artan silahlanma harcamaları buna işaret ediyor. Emperyalistler silahlanırken diğer yandan bu savaşta kendi çıkarları dışında hareket edebilecek olan tüm devlet-dışı silahlı kuvvetleri ise tasfiye etmeye girişiyor. Resmi törenler ve bayramlar gibi sembolik günlerin savaş gücüne işaret eden bir gövde gösterisine dönüşmesi basit birer organizasyon değil, tüm bunlar militarizasyonun artacağı bir dönüştürme sürecinin belirtileridir. Bu dönüşümün en görünür tarafını oluşturan askeri ve savaş eksenli endüstriyel büyüme sadece kapta olduğu gibi durmuyor. İşgali, ezme ve sömürmeyi şimdiden meşru kılan, çatışmaya hazırlığı güvenceleyen militarist ideolojileri yayarak toplumsal zemini örüyor, kitle bilincini rejimin çıkarları ekseninde dönüştürüyor.
Türkiye, bu küresel yeniden paylaşım geriliminin içinde özel bir konumdadır. Özellikle Ortadoğu'da gelişebilecek bir yeniden paylaşımdan rejim payına kazançlı çıkmanın hazırlığı içerisindedir. Bu savaşa hazırlık kapsamında gençlik özgün bir yerde duruyor; militarist politikanın da propagandanın da hedef kitlesini oluşturuyor. Faşist şeflik rejiminin doğum oranlarının düşmesine dönük saplantısı, tanımladıkları genç nüfusa sahip ülke olmayı ne kadar ciddiye aldıklarını gösteriyor. Genç nüfus söylemi, yalnızca demografik bir avantaj olarak sunulmakla kalmıyor, aynı zamanda gençliği ekonomik ve ideolojik olarak savaş dinamiklerine eklemlenmesinin aracı oluyor. Bu araçların pek çok örneği önümüzde duruyor. Savunma sanayi meslek liseleri ve savaş sanayi için üretime odaklı MESEM'ler, çocuk ve genç emeğini savaş sanayine ucuz iş gücü olarak bağlıyor. Teknoloji festivalleri başta olmak üzere "teknolojik atılım" şiarı etrafındaki tüm faaliyet gençliği mühendis–asker kimliğine alıştırıyor. Bu nedenle gençliğin emperyalist savaşa hazır edilmesi yönlü çalışmayı yalnızca askerlikle sınırlamamalıyız. Bugün kapitalizmin mevcut üretim aşamasına gelindiğinde savaşın önemli bir kısmını tekniğin oluşturduğu, bu nedenle de tekniğe dönük çalışmaların daha etkin işletildiği görülmelidir. Sonuç olarak ulaşılmak istenen, teknik bilgi ve becerileri savaş projelerine kanalize edilmiş, neden ve ne için savaş sanayinin içerisinde bulunduğuna dair en ufak eleştirisel düşünceden sıyrılmış bir gençlik kuşağıdır.
Burjuva düzen partilerinin yaratılmaya girişilen bu "savaş kuşağını" ve savaş sanayindeki gelişmeleri rejimin karakterinden bağımsız, politika üstü bir konu olarak görmesi; bu konuda halka ve özellikle gençlere bu şekilde düşünmeyi dayatıyor. Savaş sanayinin kutsallığı ve buraya dönük her türlü harcama ve yatırımın meşru görülmesini sağlamlaştırmak için kullanılan hegemonik aparatlardan en büyüğünü olan İletişim Başkanlığı oluşturuyor. Sosyal medyada özellikle de muhalif etiketiyle piyasaya sunulan, özünde militarist düşünceleri yaymak olan haber ajansı/kanalı tipindeki hesaplar gençlik bakımından dikkate değer bir yerde duruyor.
Gençliğin rejim tarafından hazırlığın hedefi haline getirilmesi yalnızca emeğinin sömürüsü ile de sınırlı kalmıyor, hazırlığın esas ayağını ideolojik saldırılar oluşturuyor. Çünkü gençlik tek başına ne sermayenin kolayca tüketip atacağı bir kaynak ne de konulan her kabın şeklini alan bir toplam değildir; tarihsel bir güçtür. Bu gücün bilincinde ya mevcut rejim ekseninde boyun eğdirilir ya da örgütlendiğinde bu talepleri boşa çıkaracak dinamik bir özneye dönüşür. Şimdi olan biteni doğru okumak ve rejimin politikalarını teşhir etmek, gençliğin alternatifini mümkün kılmak için ilk adımdır.
Daha çok üniversitelerde savaş sanayinin açık biçimleriyle karşılaşsak da liseliler bu hazırlığın adım adım önemli bir ayağı haline getiriliyor. Rejimin mesleki eğitim politikasının temel bileşenlerinden biri olan mesleki ve teknik anadolu liselerinde "ELMAS" programı kapsamında geçtiğimiz aylarda 12 ayrı kentte 13 meslek lisesi savaş endüstri ile entegre hale getirildi. Diğer taraftan, 2016 ve 2021 yıllarında yapılan iki yasa değişikliğiyle hızlıca sayısı artırılan ve yapılan teşviklerle sermayeye neredeyse hiçbir külfeti olmadan ucuz çocuk işçi ihtiyacını emeği sunan MESEM'lerle de 2 Haziran 2025'te bir protokol imzalandı. Bu protokol ile birlikte savaş sanayi şirketleri bünyesinde de çocuk işçi çalıştırılmasının yolu açılmış oldu. Bu şekilde büyüyen savaş sanayisinde "ara eleman" açığını çocuk işçilerle doldurmak ve sanayinin işleyişini kesintisiz hale getirmek istiyorlar. Yapılan protokol, MESEM'lerin yalnızca sermaye için ucuz işgücü deposu olmadığını, aynı zamanda gençliği doğrudan savaş sanayisinin çarklarına bağlayan bir araç haline geldiğini açıkça ortaya koyuyor. Burada mesele yalnızca emek sömürüsü ile sınırlı değildir, milyonların daha çocuk yaşta hem ekonomik hem de ideolojik olarak savaş mekanizmasına entegre edilmesinin adımları atılıyor. Çalışma koşullarının güvencesizliği, iş güvenliğinin zayıflığı ve alınan ücretlerin düşüklüğü, gençliği ucuz emek olarak kullanmanın ötesinde onların toplumsal ufkunu da daraltıyor. Gelecek hayalleri mühendislik, bilim ya da sanatta özgür üretim değil; "ara eleman" olarak silah fabrikalarına hizmet etmek üzerinden şekillendiriliyor. MESEM'ler aracılığıyla kurulan bu düzen, gençliği işçileştirme ile askerileştirmeyi bir araya getiriyor. Bir kez savaş sanayinin üretim zincirine dahil olan çocuk işçi, aynı zamanda o zincirin ideolojik dünyasına da adım atıyor. "Güçlü ordu", "yerli ve milli savunma" ve "teknolojik gurur" söylemleriyle bilinçleri biçimlendiriliyor.
Üniversiteler ise özellikle daha yüksek teknolojiye dayanan savaş sanayinin merkezleri konumunda. Burada savaş sanayi şirketleri sürekli standlar açıyor, kariyer günlerine dahil oluyor ve daha okul sıralarında savaş sanayi şirketleriyle doğrudan temas ettiriyor. Kampüsler bilimin özgürce tartışılabileceği alanlar olmaktan çıkarılıyor, sermaye ve devletin ideolojik vitrini haline getiriliyor. Üniversitelerde ise bir mühendis-asker kimliği üretiliyor; öğrenciler, kampüslerdeki fuarlar ve sponsorluklarla ideolojik bir kuşatmanın içine çekiliyor. Sonuçta MESEM'lerde çocuk işçiliği, üniversitelerde ise mühendis-asker kimliği üzerinden yürütülen bu bütünlüklü yönelim tek bir hedefe hizmet ediyor: Gençliği yaklaşan emperyalist paylaşım savaşına hazır hale getirmek.
Üniversite ve liselerde mayalanan bu ideoloji kuşatmanın daha geniş kitlelere pazarlandığı yerler ise TEKNOFEST'lerdir. Hali hazırda bir savaş baronu konumunda olan Haluk ve Selçuk Bayraktar'ın kurduğu Türkiye Teknoloji Takımı vakfının düzenlediği, devletin ve sermayenin tüm kanallarıyla propagandasını yaptığı bu festival, savaş sanayinin vitrini olan bir gösteri alanıdır. Çeşit çeşit silahın, insansız araçların, hedef takip sistemlerinin parıltısı, teknolojiyle özdeşleştirilmiş bir ulusal gurur hikâyesi olarak sunulur. TEKNOFEST'in çocuklara hitap eden etkinlikleri özellikle tehlikelidir. Her yaştan çocuğun gözleri önünde en yeni savaş teknolojileri "oyun"a dönüştürülür; onlardan on yıl sonra bu aletlerin daha büyük modellerini yapmaları, bu aletlere hayranlık duymaları beklenir. Rekabet, ödül ve yenilikçilik sözleriyle süslenen bu etkinlikler, bilişsel olarak çocukları savaşa doğal bir merak ve kabulle bağlar. Böylece teknolojiye dair eleştirel sorgulama zayıflar. Yerine "teknoloji demek ilerleme demektir, ilerleme demek ulusal güç demektir" denklemi yerleştirilir. Teknolojik tüm gelişmeler savaş sanayine endekslenmiştir, yalnızca bu alanda kullanıma sunulabilir. İnsanlık için bilimsel ve teknolojik üretimin tam karşısında konumlanmaktadır. Ayrıca TEKNOFEST, savaş sanayi ile akademi, medya ve kültür arasındaki ideolojik ortaklığı görünür ve meşru kılar. Sonuçta TEKNOFEST sadece bir festival değildir. Gençliğin hayal dünyasını, kariyer beklentilerini ve ulusal kimlik tasavvurunu savaşa eklemler, bir teknoloji kültürüyle yeniden biçimlendirir. Erdoğan'ın "TEKNOFEST gençliği yetiştireceğiz" sözleri bu açıdan bakıldığında anlam kazanır.
Tüm bu politikaların anlamı açıktır. Geleceği savaş sanayisine ipoteklenmiş bir kuşak yaratmak istenmektedir. Gençlik, tarih boyunca yalnızca egemenlerin kalıplarına sığmadı aynı zamanda özgürlük, eşitlik ve barışın en güçlü taşıyıcısı oldu. Geçmişteki her iki emperyalist paylaşım savaşını da incelediğimizde halkların eşitliği ve özgürlüğü lehine savaş karşıtı mücadelenin öncülüğünü gençlik üstlenmiştir. Bugün siyonist işgalci İsrail'in Filistin'de yürüttüğü soykırıma karşı en yüksek savaş karşıtı sözü yine gençlik taşımış, başta üniversitelerdeki savaş sanayini hedef alarak enternasyonel dayanışmayı yükseltmiştir. Özellikle Türkiye'nin bölgedeki savaş sanayi ihracatçısı konumunu düşünürken Türkiye ve Kuzey Kürdistan gençliğine önemli bir savaş karşıtı mücadelenin hazırlayıcısı olma görevi düşmektedir. Bu aynı zamanda ırkçılık ve şovenizm etkisi altında olan başta emekçi Türk halk gençliği olmak üzere gençlik kitlelerinin rejimden koparılması da demektir. Sermayenin ve iktidarın gençliği emperyalist paylaşım savaşına sürükleme hamlelerini boşa çıkaracak olan yine gençliğin örgütlü mücadelesidir. Tek geleceğimiz düzenin dayatmalarına teslim olmak değildir. Asıl gelecek, savaşın değil özgürlüğün, işgal ve sömürünün değil barışın, düşmanlık değil dayanışmanın geleceğidir.
*Deniz Erek'in kaleme aldığı yazı Özgür Gençlik dergisinin internet sitesinden alınmıştır.