1 Mayıs 2024 Çarşamba

Efe Dağlı yazdı | O kadar kolay olabilir mi?

CHP ile yol yürümeye varan, yola çıkarken kendisini sistemi-rejimi aşma hedefiyle değil AKP-MHP'nin yenilgisiyle bağlayan bir politik hat "AKP karşıtlığı" üzerinden kendini anlamlandırma hatası nedeniyle rejim içi bir kavgada CHP'nin restorasyon hedefine eklemlenir. Bu bakış açısı aşılmadıkça "üçüncü cephe" iddia ve hedefli çabalar da boşa düşme riskini büyütür. Kaldı ki Türkiye emekçi solundan bir parti seçimler yoluyla cumhurbaşkanlığını ve meclis çoğunluğunu alsa bile esasa dair bir değişim mümkün değil. Bu gibi en temel bakış açısı ne çabuk unutuldu. Faşizmin tasfiyesi seçim sonuçlarına bağlıysa şu elli yıllık devrimci politik mücadelenin en temel argümanı anlamsız demektir.

Demirel'in politik ömrü özel harp ve faşizme sadakatle geçti. Adı rejimle özdeşleşti. Dindarlara, Kürtlere ve devrimcilere devlet faşizminin reva gördüğü ne varsa tümünü bütün gücüyle uyguladı.

Ancak Türkiye devrimci hareketi onun iktidardan düşmesi ya da tasfiyesini "faşist rejiminin tasfiyesi" olarak tanımlamadı.

Türkiye devrimci hareketi Erdoğan'ın politik tasfiyesini de faşizmin tasfiyesi olarak tanımlamıyor. Bu gibi yüzeyselliklere mesafeli. Bu mesafenin gerisinde, elli yıllık siyasal devrimci mücadele var.

Ne var ki Türkiye emekçi solu ve sosyalistlerinin bir bölümünde AKP-MHP'nin, daha somut biçimiyle Erdoğan'ın seçim yenilgisini "faşist rejiminin tasfiyesi" sayma eğilimine rastlanıyor.

Devrimci olmakla sosyalist olmak bir ve aynı değil. Bununla birlikte sosyalistlikle "burjuva sol" olmak da bir ve aynı değil. Hiç değilse öyle olması beklenir. Oysa Erdoğan'ın tasfiyesi faşist rejimin tasfiyesidir biçimindeki içeriksiz genelleme tipik bir CHP bakış açısına teslim olmaktır.

Gerçekten bu kadar kolay olabilir mi? Uzun devlet deneyimi, onun son 20 yılda daha çeşitli yol ve yöntemlerle dal budak salmış iktidar tekniği bir seçimle sona erebilir mi?

Marksizmden azıcık nasiplenen herkes bu bahiste yapılan tartışmalardan haberdardır. Seçimle rejim tasfiyesi gibi ipe sapa gelmez yüzeysellikleri kimlerin savunduğunu görmek için o tartışmalara bakmak, kimin bugün nerede durduğunu anlaması bakımından da işlevsel olacaktır.

Pratik politika elbette teorik konumlanışla bir ve aynı değil. Pergel metaforu gibi düşünebiliriz: Teorik ayak merkezde ve diğer ayak olabildiğince geniş-kapsayıcı olabilmek maharet ister ve arzulanır.

Buradaki gerek ve yeter şart teorik bakış açısının bulunması. Eğer yoksa-olmazsa sürüklenmek kaçınılmaz hale gelir. CHP'nin ürettiği argümanları kullanmak bunlardan biri.

Elbette AKP-MHP ittifakının yapıp ettikleri, hatta Demirel'e rahmet okutan halk karşıtı uygulama performansı Kürt siyasal çevrelerinde ve Türkiye emekçi solunda öfke doğuruyor. Dağınıklık ve kadro kırımı gibi nedenlerle politik mücadeledeki duygusal frekans 'yeter ki bunlar gitsin' biçimindeki kendiliğinden öfkeleri tetikleyebilir. Ancak teori ve pratik politika bu gibi haller üzerine inşa edilemez. Sokakta, mahallede emekçilerin böyle düşünmeleri olağan. CHP de bu usanma-bezginlik haline oynuyor ve her seferinde "Seçim de seçim" diyor.

Şöyle bir bakalım. Hiç değilse bir yıldır, CHP (ve ittifakları) ha bugün olacak ha yarın olacak diyerek seçimi gündemde tutuyor. Şu andaki yeni tarih, Eylül 2022; o da olmayınca "ne kaldı ki 2023 Haziran'ına" denilecek.

CHP inanmadan, kitle konsolidasyonunu değil hayalini ona göre ısıtarak diriliğini muhafaza ediyor. Kaldı ki o bir karşıdevrim partisi ve girdiği her kalıbın şeklini alıyor.

Problemli olan, seçimi gündemde tutma stratejisinin emekçi solda alıcılarının bulunması. CHP halkı örgütlemez, kampüste-mahallede-işçi havzasında çalışmaz. Sıkıştı mı laiklik ve kemalizm ile -yüzde 25 maksimum- hazır bir kitleye oynar.

Peki emekçi sol? Onun CHP söyleminden ve stratejisinden kazandığı bir şey var mı? Siyasetin kuralı: Birbirini andıran iki güç arasında tercihte bulunacağı zaman birey büyük olanı tercih eder, oraya gider. CHP ile davranan, hiç değilse onun argümanlarını ve stratejisini benimseyen, hatta anlamlı biçimde ona alternatif bir varoluş gerçekleştirmeyen siyasal çevreler kaybeder.

CHP ile yol yürümeye varan, yola çıkarken kendisini sistemi-rejimi aşma hedefiyle değil AKP-MHP'nin yenilgisiyle bağlayan bir politik hat "AKP karşıtlığı" üzerinden kendini anlamlandırma hatası nedeniyle rejim içi bir kavgada CHP'nin restorasyon hedefine eklemlenir.

Bu bakış açısı aşılmadıkça "üçüncü cephe" iddia ve hedefli çabalar da boşa düşme riskini büyütür.

Kaldı ki Türkiye emekçi solundan bir parti seçimler yoluyla cumhurbaşkanlığını ve meclis çoğunluğunu alsa bile esasa dair bir değişim mümkün değil. Bu gibi en temel bakış açısı ne çabuk unutuldu. Bir rejim bu kadar "korumasız" olabilir mi gerçekten? Faşizmin tasfiyesi seçim sonuçlarına bağlıysa şu elli yıllık devrimci politik mücadelenin en temel argümanı anlamsız demektir.

Eskiden 'parlamenter hayaller' denilirdi. Oradan yürüyen ve demokratik mücadeleyi önemsizleştiren sekter tutumlar elbette problemliydi, hala öyle. Ancak ifratla tefrit arasında savrulmak da bir o kadar problemli. Seçme, seçimlerle alınabilecek yola ilişkin yanlış hayaller, yersiz vaatler ve yorgunluk işareti sayılabilecek "tasfiye" türü beklentiler döner dolaşır yine emekçi kitleleri vurur, mücadele öznelerini darbeler.

'Bütün araç ve biçimler' genel kalıbı uyarınca parlamento, seçim gibi yollar da gayet olağan. Ancak hiçbir araç ve biçime taşıyamayacağı anlamlar yüklemeden! Orkestrayı düşünelim.

Tabii ki mesele somut, yakıcı, bütün toplumu bir biçimde etkileyen, saflaştıran halihazırdaki AKP-MHP ve CHP-İYİP vb. çekişmesi olunca serinkanlılığı korumak, içinden geçilen dönemin beklenti ve basıncını hissetmemek kolay değil.

Aynı nedenle bazen olayların içinde kaybolma riskine karşı bir adım geriye çekilmek, bütünsel olarak bakmak, teorik bakışı pratik politikanın yardımına çağırmak hata payını en aza indirecek yollardandır.

Türkiye siyasetinde karşıdevrimci bütün bloklar bir tür yeni faşist konumlanış içerisinde. Birbirleriyle gerilimleri de ciddi. Yalan dolan, hile hurda; her şey var. İki ana blok da toplumu yatay zeminli bir iç savaş ortamına taşıyor. Yarın toksözlü, kucaklayıcı, on milyonlara seslenen bir siyasal özgürlük cephesini güncel konu haline getirebilmek için de şu ya da bu bloğa hayırhah yaklaşmamak en isabetlisidir.

Bu öneri kenarda durmak, sinik bir tutum almak, propaganda grubu davranışına gerilemek değil. Kaldı ki devrimci sosyalistlerin bütün tarihi bu gibi kendi kabuğuna çekilme hallerinin pratik eleştirisidir. Her olaya, soruna kendi sözümüzle müdahaleden bahsediyoruz. Bundan, yani mümkün olandan uzaklaşmak siyasal özgürlük mücadelesinin zaferiyle mümkün olan rejimin tasfiyesi güncel hedefinden de kopmakla sonuçlanacaktır.