Çepni: Suruç için adalet çalışmasına güç verelim

Hakikat, yüzleşme ve adalet mücadelesi dendiğinde akla ilk gelenlerden birinin Suruç için adalet mücadelesi olduğunun altını çizen ESP Eş Genel Başkanı Çepni, yürütülecek birleşik bir mücadeleyle bunun sağlanabileceğini söyledi. Suruç katliamının 10. yılında ETHA'ya konuşan Çepni, "Bu kampanyaya katılalım, Suruç için adalet çalışmasına güç verelim. Faşizme, sömürüye karşı işçi sınıfı ve ezilen halklarımızın nihai mücadelesine bir tuğla, beş tuğla, on tuğla daha koyalım" çağrısı yaptı.
Suruç katliamının 10. yılındayız. Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu'nun (SGDF) öncülüğünde yüzlerce kişi DAİŞ'in yakıp yıktığı Kobanê'yi yeniden inşa etmek, Gezi'nin çocuklarını Rojava devriminin çocuklarıyla buluşturmak, devrim fikrini inşa etmek için yola çıktı. 19 Temmuz'da çok sayıda kentten yola çıkanlar Urfa'nın Suruç ilçesinde mola verdi.
Suruç'ta bulunan Amara Kültür Merkezi'nin bahçesinde yapılan basın açıklaması sırasında DAİŞ'in düzenlediği canlı bomba saldırısında, 20 Temmuz 2015 günü 33 düş yolcusu ölümsüzleşti, yüzlerce kişi yaralandı. Amara'nın bahçesinde kanları birbirine karışanlar; aileleri, dostları, yoldaşları ve onların mücadelesinden ilham alanlar tam 10 yıldır 33'ler için adalet mücadelesi yürütüyor.
Adalet mücadelesine güç verenlerden Ezilenlerin Sosyalist Partisi'nin (ESP) Eş Genel Başkanı Murat Çepni ile 33'leri Kobanê'ye götüren neydi, SGDF'nin "Beraber savunduk, beraber inşa edeceğiz" kampanyası neyi amaçlıyordu ve katliamın 10. yılında bu mücadeleyi nasıl savunmak gerektiğini konuştuk.
Tüm adalet mücadelelerinin demokrasi, eşitlik, özgürlük, adalet ve yüzleşme ekseninde mutlaka bir araya gelmesi gerektiğinin altını çizen Çepni, ETHA'nın sorularına şu yanıtları verdi:
HALKLAR IŞİD BARBARLIĞINA KARŞI YAŞAMLARINI SAVUNMA MÜCADELESİ VERDİ
SGDF 10 yıl önce "Beraber savunduk, beraber inşa edeceğiz" kampanyasıyla yola çıktı. O dönem bakımından SGDF'nin kampanyası ne anlama geliyordu?
10 yıl önce Kobanê'de yoğun bir IŞİD saldırısı gerçekleşti ve Kobanê halkı bir katliamla yüz yüze kaldı. Bu katliam dünyanın gözü önünde gerçekleşiyordu, kentler yerle bir edilmişti. IŞİD, bölgede demokratik, halkçı ne varsa hedef haline getirmişti. IŞİD ve bağlı çeteler en başta emperyalist kuvvetler ve bölge gerici devletlerinin himayesinde geliştirilmişti. Bu atmosferde Kobanê'de büyük bir halk direnişi gerçekleşti. Başta Kürt halkı olmak üzere Araplar, Êzidîler, Ermeniler, Çerkesler yani tüm halklar IŞİD barbarlığına karşı kendi yaşamlarını savunma mücadelesi verdi.
Hemen yanı başında ise Türkiye'de, Kobanê'de yaşananlara tutum alan, duyarsız kalmamaya çalışan, IŞİD barbarlığının karşısında her yerde mücadeleyi yükseltmeye çalışan kuvvetler; devrimciler, sosyalistler başta olmak üzere Rojava devrimini savunmayı kendilerine temel hedef olarak belirledi. Ancak aynı zamanda Türkiye halkları, işçileri, emekçileri de AKP-MHP iktidarının ağır şoven baskısı altındaydı. Ve dolayısıyla Türkiye işçi sınıfı, Türkiye halkları, Türk halkı Rojava devrimiyle, Kobanê'de yaşananlarla doğrudan duygudaşlık kurmaktan uzaktı. Oysa Kobanê'de, Rojava'da açığa çıkan halk iradesi, dünya halkları açısından olduğu gibi Türkiye halkları açısından da bir ilham kaynağı ve dönüp bakacağımız bir modeldi.
ROJAVA İLE TÜRKİYE HALKLARI ARASINDA BAĞ KURMAK İÇİN YOLA ÇIKTILAR
Tam da buradan SGDF'li gençler yaptıkları çağrıyla şöyle demiş oldu; Türkiye halkları yüzünüzü Kobanê'ye dönmelisiniz. Orada bir insanlık mücadelesi, insanlık direnişi var. IŞİD barbarlığına ve onu koruyan, kollayanlara karşı demokrasi ve özgürlük mücadelesi var. Tüm Ortadoğu'nun kan gölüne döndüğü, halkların birbirine boğazlattırıldığı, halklar arasındaki çelişkilerin özel olarak emperyalistler tarafından kışkırtıldığı coğrafyada farklı milliyetlerden, farklı inanışlardan onlarca halk pekala bir arada demokratik, eşit bir temelde yaşayabileceklerini gösteriyor. İşte bu model, tüm dünya halkları tarafından anlaşılması, kavranması gereken bir modeldir. SGDF'liler ve çağrısına uyanların yola çıkmalarına sağlayan temel perspektif buydu. Yani Rojava ile Türkiye halkları arasında bir bağ kurmak için yola çıktılar.
HALKLARIN BİR ARADA YAŞAMASININ POLİTİK ÇAĞRISI
Tam da bu sırada orada bir insanlık dramı yaşanıyordu; kentler yerle bir edildi, okullar yıkıldı. Gençler, "Biz yıkılmış bir kenti yeniden ayağa kaldırmak istiyoruz. Ayağa kaldırma çalışmalarına dahil olmak istiyoruz, emek harcamak istiyoruz, ter dökmek istiyoruz, bir özdeşlik yaratmak istiyoruz" dediler ve tüm Türkiye'den topladıkları oyuncak dahil, her türlü dayanışma aracıyla, ama en başta da duygularını, bilinçlerini kuşanarak Kobanê'ye gitmek için yola çıktılar. 10. yılında çok daha net anlıyoruz ki; o gün SGDF'li gençlerin çağrısıyla bir araya gelen sosyalist gençlerin yaptığı çok değerli bir adımdı. Bugün Ortadoğu'da hala savaş devam ediyor. İsrail'in İran'a saldırısıyla yeni bir boyut kazandı. Ve halklar bu sürecin en büyük mağdurları. Kobanê'deki süreç ve SGDF'nin yaptığı çağrı, halkların bir arada yaşamasının mümkün olabileceğinin politik çağrısını yapma niteliği taşıyordu.
KATLİAMI ORGANİZE EDENLER YARGILANMADI
20 Temmuz 2015'te bahsettiğiniz duygularla yola çıkan çok sayıda kişi DAİŞ'in canlı bomba saldırısına uğradı, 33 düş yolcusu ölümsüzleşti, yüzlercesi yaralandı. "Suruç için adalet, herkesi için adalet" diyenler 10 yıldır mücadeleyi hem mahkeme salonlarında hem de sokakta yürütüyor. Yeni bir süreçten geçtiğimizi de göz önünde bulundurursak hakikat, adalet ve yüzleşme mücadelesi nasıl yürütülmeli?
Hakikat, adalet ve yüzleşme mücadelesi dendiğinde ilk akla gelenlerden birisi Suruç katliamıdır. Şunun altını çizmek, tekrar hatırlatmak lazım. 10 yıldır bir adalet mücadelesi sürüyor. 33 düş yolcusu katledildi, yüzlercesi yaralandı, katliam esnasında çok açık ve net bir biçimde devlet güçlerinin dahli ve ihmali açığa çıktı. En basit örneği de şu; katliamın hemen ardından halkın yakaladığı sakallı bir kişinin ("İmam" lakaplı DAİŞ'li Abdullah Ömer Arslan) çantasından IŞİD bayrağı çıktı. Ve bu kişi karakola götürüldü, arka kapıdan serbest bırakıldı. Henüz ne olduğu, nerede olduğu bilinmiyor. Yine katillerin katliam mekanına ellerini kollarını sallayarak geldiği biliniyor. Hemen ardından Ankara Gar katliamı gerçekleşti, bunların arasındaki bağ ortada. Katliam açığa çıksın diyenler, katliamdan sağ kurtulan gençler yargılandı, tutuklandı. Neden ölmediler diye neredeyse cezalandırılmaya çalışıldılar. Suruç katliamı davasının karar duruşmasında, aynı zamanda Ankara Gar katliamı davasından tutuklu bulunan Yakup Şahin'e sadece ceza verilerek katliamın asıl sorumluları korundu. Aranan iki (İlhami Bali ve Deniz Büyükçelebi) kişi var. Dolayısıyla katliamın organizatörleri, göz yumanlar, yolunu açanlar ve katliamı bizzat gerçekleştiren çeteler şu anda cezasız durumda.
GERÇEK BİR ADALET MÜCADELESİ İÇİN TÜM MÜCADELELERİ BİRLEŞTİRMELİYİZ
10 sene sonra yaşadığımız tabloya baktığımızda toplumun en temel talebi adalet. Bu bazen Suruç için adalet oluyor, bazen Ankara Gar katliamı için, bazen bir işçinin alamadığı ücret için, bazen bir köyünün el konulan tarlası için, bazen de kesilen bir ağaç için adalet oluyor. Velhasıl toplumun her kesimi istisnasız bir adalet mücadelesi yürütüyor. Bu adalet mücadelesinin merkezinde devlet var. Devlet adalet mücadelesinin taleplerine yanıt vermiyor. Çünkü bizzat adaletsizliğin kendisi, kaynağı haline gelmiş durumda.
Ülkede bir avuç sermayedar, şirket, zengin; servetine servet katarken halkın, devletin, ülkenin olanaklarını kendi çıkarları için sömürürken, devlet bunun bizzat merkezinden bu sistemi kurmakla, işletmekle meşgul. Ama milyonlarca işçi ve emekçi, ezilen halk bu çaresizlik içerisinde adalet mücadelesi yürütüyor. İşte bugün 10. yılında tekrar hatırlamamız gereken gerçek budur; Suruç'tan Soma'ya, Soma'dan Akbelen'e İkizdere'ye Amed'e Cumartesi Anneleri'ne... Adını daha sayamadığımız onlarca adalet mücadelesini birleştiremediğimizde gerçek bir adalet mücadelesi sürdüremiyoruz.
Suruç katliamının 10. yılında esas olarak öne çıkartılması gereken noktanın bu olduğunu düşünüyoruz. Bütün adalet mücadeleleri demokrasi, eşitlik, özgürlük, adalet ve yüzleşme ekseninde mutlaka ve mutlaka bir araya gelmelidir.
ADALET MÜCADELESİ BİRLEŞİK HATTINA OTURTULMALI
Şimdi tam da Kürt sorununun çözümü kapsamında yaşanan gelişmeler de bunu bize bir kez daha gösteriyor. Kürt halkının da en temel talebi yüzleşmedir; katliamların, sorumlularının cezalandırılmasıdır. En somut olarak da 17 bin faili meçhul cinayetin aydınlatılmasıdır. Hala bugün Kürt anneleri kaybedilen, katledilen çocuklarının kemiklerini arıyor. Dolayısıyla bu yüzleşme gerçekleşmediği koşullarda, bu katliam, cinayet sistemi açığa çıkartılıp cezalandırılmadığı koşullarda tekrarlanması kaçınılmazdır. Dolayısıyla Suruç katliamı ve "Suruç için adalet, herkes için adalet" sloganı 10. yılında kesin ve kesin bu birleşiklik hattına oturtulmalı ve bu buradan gerçek bir adalet, özgürlük mücadelesi açığa çıkartılmalıdır.
Suruç katliamının 10. yılı çalışmalarınız başladı. Bu kapsamda emekçi kamuoyuna çağrınız nedir?
Suruç'un 10. yılında Suruç yaralıları, Suruç için adalet mücadelesi yürüten gençler tutuklu. Suruç için adalet mücadelesi yürütenler arasında kuyu tipi hapishanelerde olan, ağır tecrit işkencesi altında bulunanlar var. Dışarıda da yine aileler bu mücadeleyi sürdürüyor. Biz ESP olarak bu mücadelenin 10. yılında yükseltilmesi için elimizden ne geliyorsa yapacağız.
SURUÇ İÇİN ADALET ÇALIŞMASINA GÜÇ VERELİM
Şunu belirtmek gerek, 10 yıllık adalet mücadelesinde en dikkat çekici, en başardığımız yan gençlik hareketinin, gençlik örgütlerinin yarattığı birleşik mücadele çizgisidir. Bu 10 yıl boyunca neredeyse bütün gençlik örgütleri, "Suruç için adalet, herkes için adalet" sloganını kendilerinin sloganı olarak kavrayıp, kendilerini özneleştirdi. Hemen hemen tüm kentlerde bu kampanyayı, kendi kampanyaları olarak ele aldılar. Biz bunu çok önemsiyor, devam etmesini bekliyoruz. Tüm emek ve demokrasi güçlerini ve halkımızı, adalet isteyenleri 10. yıldaki yaygın çalışmalara; toplantılarından oturma eylemlerine, panellerden forumlara her türlü çalışmaya aktif bir biçimde katılmaya davet ediyoruz. Bu kampanyaya katılalım, Suruç için adalet çalışmasına güç verelim. Faşizme, sömürüye karşı işçi sınıfı ve ezilen halklarımızın nihai mücadelesine bir tuğla, beş tuğla, on tuğla daha koyalım.