25 Nisan 2024 Perşembe

Aksu: Sosyalist hareket ekoloji hareketiyle içsel bağ kurmalı

"Solun krizi"ni ekoloji mücadele ekseninde ele alan Polen Ekoloji Kolektifi'nden Aksu, ETHA'ya değerlendirmelerde bulundu. Her iki hareketin birbiriyle ilişkileniş biçimindeki sorunlara değinen Aksu, sosyalistlerin ekoloji hareketiyle pragmatik ilişkiden kurtulması ve içsel bağ kurması ihtiyacına işaret etti.

Polen Ekoloji Kolektifi'nden Cemil Aksu, "solun krizi" ve "ekoloji hareketinin krizi"nin arasındaki kesişimlere işaret etti. Sosyalist hareketin ekoloji hareketi ve mücadelesinin ideolojik, politik, örgütsel sorunlarıyla ilişkilenmemesi, ekoloji hareketinin ise kendisini "siyasetler üstü" görmesini krizin temel noktası olarak gören Aksu, çözüm önerilerini sundu.

ETHA'ya değerlendirmelerde bulunan Aksu, sosyalist dergilerde çıkan ekoloji yazılarının genel literatür özetlerinden ibaret olduğu eleştirisini yöneltti, ekolojik yıkımla emeğin yıkımı arasındaki özdeşliğe işaret etti. "Ormana zararlı olan her şey işçiye de zararlıdır. Üretim sürecinin sonunda ortaya çıkan ve doğaya zarar veren bütün maddeler önce işçinin bedenine sirayet ederek ona zarar verir. Meslek hastalıkları işçilerin maruz kaldığı ekolojik yıkımın en somut sonucudur. Bunlar mücadelenin konusu yapılmak zorundadır" önerisinde bulundu.

SOL VE EKOLOJİ HAREKETİNİN KRİZİNDEKİ KESİŞİMLER

Elyazmaları online dergisi tarafından düzenlenen "Solun krizi" sempozyumunun katılımcıları arasında Polen Ekoloji Kolektifi de vardı. "Solun krizi" ile "ekoloji hareketinin krizi"ndeki kesişimler nelerdir?
Biz kendimizi sol-sosyalist hareketin hizmetinde bir örgüt, kolektif olarak görüyoruz. Mottomuz "Marksist bir ekoloji yaratmak". Bu sol-sosyalist hareketle ekoloji, ekoloji hareketi ile marksizm tartışması yapmak anlamına geliyor, pratik olarak.

Zira, bizce sol-sosyalist hareket ekolojik yıkımın öneminin farkında olsa bile bu alandaki hem teorik tartışmalarla hem de ekoloji hareketinin ideolojik, politik ve örgütsel sorunları ile ilgilenmiyor. Ekoloji hareketi de, yıkımın getirdiği aciliyet durumu ile tekil/sorun odaklı olmanın getirdiği sistemsel ve küresel bir sorun olarak ekolojik yıkımdan kurtulmanın stratejik boyutlarıyla ilişkilenemiyor. Bu aslında çift yönlü bir krize neden oluyor.

Sol-sosyalist hareket gerçek anlamda ekolojist olamıyor; en fazla üyeleri yerel, tekil/sorun odaklı platformlarda görevler üstlenerek hareketin içinde yer almaya çalışıyor. Bu da sol-sosyalist hareketin, neoliberal politikalara karşı gelişen en önemli direniş odaklarından biri ile içsel bir bağ kuramaması anlamına geliyor. Solun krizini, "yeni toplumsal hareketler" olarak adlandırılan hareketleri içerememesi, onlarla hemhal olamaması, amiyane tabirle "kitleselleşememesi" aynı zamanda bu hareketleri yeni bir temelde, sınıfsal bir temelde kuramaması olarak tanımlayabiliriz.

Bu vesileyle Elyazmalarına bir kez daha teşekkür ediyoruz. Bu konuları bizzat sosyalist parti temsilcileri, özneleri ile yüz yüze konuşma fırsatı yarattı, bize sempozyum.

EKOLOJİ HAREKETİNİN KRİZİ

Ekoloji hareketinin yaşadığı krizi nasıl tarif ediyorsunuz?
Ekoloji hareketi de bizce uzun zamandır ideolojik, politik ve örgütsel olarak tekrarın içinde. Eğer 1970'leri başlangıç olarak ele alırsak, "yeni toplumsal hareketler"den biri olarak ekoloji hareketinin tahayyül evrenini oluşturan ilkelerin, fikirlerin, pratiklerin aradan geçen yarım asırda güçlü bir direniş, hareket haline gelmesine rağmen sistemi değiştirmek namına bir başarı elde edemedi. Bu mesele sadece Almanya'da bu yeni hareketlerin Yeşiller Partisi olarak örgütlenmesi ve kısa sürede de bir düzen partisi haline gelmesi hikayesi ile sınırlı değil. Daha kapsamlı olarak, özellikle örgüt, örgütlenme fikrine oldukça mesafe koyan, yataylık, doğrudan demokrasi, sivil itaatsizlik gibi ilkeleri fetişleştiren, ekolojik sorunu "herkesi etkileyen demokratik bir felaket" olarak tanımlayan ve ısrarla sınıf ve sınıf mücadelesi gerçekliğine sırtını dönen, dolayısıyla "iklimi değil sistemi değiştir" diye slogan atıp, ama bu sistemin adını bir kere bile telaffuz etmeyen bir mantalite ve pratikler toplamı. Ama iklim krizinin geldiği boyut belli. Sistemin tepesindekilerin, emperyalistlerin ve BM çatısı altında "iklim zirveleri" düzenleyenlerin yaklaşımı, bütün krizlerde olduğu gibi, iklim krizini mali, teknolojik, askeri ve siyasi bağımlılık ilişkilerini derinleştirme, küresel sermayeye yeni değerlenme yani emeği ve doğayı metalaştırmasını derinleştirme fırsatı olarak değerlendirmektir.

LİBERAL DEMOKRASİNİN AYİNESİ KRİZDİR
Ayrıca hem sol-sosyalist hareketleri hem de ister yeni toplumsal hareketler, radikal demokrasi diyelim, ekoloji hareketini krize sokan ortak bir olgu var: O da liberal demokrasilerin kriz karşısında hemencecik savaşa, şiddete başvurmaları. 2008 krizinden sonra gelişen bütün renkli isyanlar bir şekilde emperyalist desteklerle bastırıldı. Latin Amerika ve Türkiye gibi ülkelerde de darbeler (7 Haziran seçimlerinin iptali, Suruç, Ankara katliamları, HDP'ye ve toplumsal muhalefete yaygın yasaklar, tutuklamalar vb.) desteklendi. Hani deriz ya, ayinesi iştir insanın lafa bakılmaz, diye. Liberal demokrasinin ayinesi de krizdir, hukuka bakılmaz. Liberal dünyanın desteği sayesinde IŞİD palazlandı, Latin Amerika'da darbeler yapıldı, Brezilya'da Bolsanaro yaşadıkları ormanları savunan yüzlerce yerliyi öldürdü, Amazonları aylarca yaktı, milyonlarca mülteci öldü, kadın cinayetleri ayyuka çıktı, HDP milletvekilleri, belediye başkanları, Osman Kavala hala tutuklu.

Kapitalist sistemin fıtratını işte tam da bu "fetret devri"ndeki refleksleri, pratikleri oluşturuyor. Ve bu sistemi değiştirmek zorundayız. Bunu da şimdiye kadar yapıp ettiklerimizle yapamayacağımız ortada.

KAPİTALİSTLERDEN ÇÖZÜM BEKLEMEK İNTİHAR
Şimdi ise özellikle ekolojik yıkımın geldiği felaketlerin daha derin, yaygın ve büyük hale geldiği koşullarda, sermayenin "yeşil yeni düzen", "adil geçiş", "yeşil mutabakat" programları, tartışmalarıyla "yeşil hareketi", "iklim hareketi"ni sisteme entegre etmeye çalışırken özellikle marksizmin kapitalizm eleştirisini anlamak ekoloji hareketi açısından hayati bir önem taşıyor. Önce "iklim krizini durduralım, sonra sistem sorununa bakarız" diyerek "yeşil yeni düzen" paradigmalarını savunanlar ya da "küçülme" tartışması yapanlar, Birleşmiş Milletler'in 6. Durum Raporunu bile ahmak ilan ediyor. Çünkü bizzat bu rapor bile egemenlerin küresel iklim değişikliği açısından bilim insanlarının kritik eşik olarak belirledikleri 2 santigrad derecelik sıcaklık artışının 2030-2050 yılları arasında aşılacağını, dolayısıyla iklim değişikliğinden dolayı su, gıda ve mültecilik krizlerinin yaşanacağını zaten ortaya seriyor. Ayrıca halihazırda buzulların erimesini fırsata çevirmek için kutup bölgelerinden petrol, doğalgaz çıkarmak için de kıyasıya bir rekabet içinde olduklarını görüyoruz. Dolayısıyla kapitalistlerden iklim krizine çözüm beklemek intihar anlamına geliyor. Bu nedenle sistemi değiştirmek ve buna göre örgütlenmenin, hareket etmenin yol yöntemlerini geliştirmek, bulmak zorundayız.

SOSYALİST HAREKET İÇSEL BAĞ KURMALI

Solun ve ekoloji hareketinin bu kesişimli krizinden çıkışı için siz ne öneriyorsunuz?
Sol-sosyalist hareketin ekoloji hareketi ile pragmatik bir ilişkiden kurtulması lazım. "Kendiliğindenci hareketler"in kendi içsel sorunlarıyla hemhal olarak, o hareketlerin amaçlarına erişmesini sağlayacak yol-yöntem aramak gibi en başta içsel(leştirilmiş) bir bağ kurmak lazım. Öncülüğü bu şekilde kavramak lazım. Ekoloji hareketinin desteklenmesi değil, bizzat kendisinin ekolojist olması lazım. Mesela, yukarıda değindiğimiz, Yeşil Yeni Düzen tartışmaları hakkında ne düşünüyor? Paris İklim Anlaşması onaylandı, kaç sosyalist parti bu konuda bir açıklama yayınladı? İklim hareketinden öne çıkan bir talep, slogan olan "iklim adaleti" konusunda ne düşünüyorlar? Sermayenin işçi sınıfına önerdiği "adil geçiş" önerisine cevabımız ne olmalı? Bu konuları sadece "ekolojistler"in gündemi olarak görmemek lazım, bizzat sosyalist partilerin bu tartışmaya müdahil olması gerekir.

Sadece bunlarla da sınırlı değil tabii ki. Örneğin, ekososyalizm ve ekoleninizm başlığı altında süren tartışmalar var. Türkiye'de ekososyalizm tartışması da oldukça sınırlı, bu alanda üretilen makaleler bir elin parmakları kadar. Sosyalist dergilerde çıkan ekoloji yazıları genel literatür özetlerinden ibaret.

TÜRCÜLÜĞÜN AŞILMASI
Kötü bir karşılaştırma olacak ama sol-sosyalist partiler, ne zaman, ekoloji, iklim vb. gündemlerle "Yeşil partiler"den daha fazla ilgilenir, söz ve politika geliştirmeye başlarlarsa o zaman gerçek ekolojist partiler olacak. Yeri gelmişken iyi adımlardan da bahsedelim. Mesela Halkevleri'nin kurumlarında hiçbir hayvansal ürün kullanmama kararı örnek bir yaklaşım. Hele ki, türcülüğün, hayvan sömürüsünün akıl almaz vahşet boyutlarına ulaştığı bir dönemde ve türcülüğün de bir sonucu olan Covid-19 gibi pandemileri yaşarken, sosyalizmi/komünizmi türcülüğün aşılması olarak düşünmemek imkansız. Yine birkaç yıl önce SYKP'nin girişimiyle düzenlenen "Ekoloji Politik Konferansı" da olumlu bir etkinlik olmuştu. Bunun gibi pratikleri çoğaltmamız gerekiyor.

EKOLOJİ HAREKETİNDE SİYASETLER ÜSTÜ YANILSAMASI
Ekoloji hareketi de kendini "siyasetler üstü" olma yanılsamasından tamamen kurtarıp politik olarak ve gerçekten sistemi değiştirmek üzere kendini kurmaya başladıkça krizinden çıkmaya başlayacak. Bu yüzden de bu sistemin, kapitalist sistemin tek devrimci eleştirisini yapan marksizmi öğrenmeye ihtiyacımız var. Bu, sosyalizm deneyimlerinin hatalarını, belli marksist akımlardaki ekonomist, modernist bakış açılarının, yorumlarının da ciddi bir eleştirisi ile birlikte yapılacak bir iş. Ama zaten bu konuda oldukça ilerleme sağlandı.

EKOLOJİ-EMEK YIKIMI ÖZDEŞLİĞİ
Fakat yenilenme sadece ideolojik düzeyle sınırlı kalmamalı. Ekolojik yıkımla emeğin yıkımı arasındaki özdeşliği açığa çıkaran yeni politikalar, örgütlenmeler geliştirmek gerekiyor. Ekolojik yıkım ile emekçinin/emeğin yıkımı bir ve aynı sürecin iki boyutudur. Ormana zararlı olan her şey işçiye de zararlıdır.

SINIF HAREKETİNİ EKOLOJİ HAREKET KURMAK GEREKİYOR
Üretim sürecinin sonunda ortaya çıkan ve doğaya zarar veren bütün maddeler önce işçinin bedenine sirayet ederek ona zarar verir. Meslek hastalıkları işçilerin maruz kaldığı ekolojik yıkımın en somut sonucudur. Sermayenin tahakkümü altındaki işçinin yaşadığı yabancılaşma, onun ekolojik yıkımının bir tezahürüdür. Beslenme, sağlıklı gıdaya erişim sorunu işçi sınıfının ekolojik yıkımının bir boyutudur. Hem endüstriyel tarım işçilerinin yaşadığı zehirlenme hem de ancak bedenini yeniden üretecek kadar asgari ücret verilen işçinin bedenini besleyecek gıdaya erişememesi, erişebildiği ucuz gıdanın zehirli olması, bir ekolojik yıkım olduğu gibi işçinin de yıkımıdır. Bunlar mücadelenin konusu yapılmak zorundadır. İşçi sınıfının ekolojik yıkımı üzerine odaklanmak, sınıfın ekolojik yaralarını açığa çıkarmak ve sınıf hareketinin kendisini bir ekoloji hareketi olarak yeniden kurmaya çalışmak gerekiyor.

Özellikle kömür madenciliği, petrol ve türevlerinin kullanıldığı sektörlerde çalışan işçiler, endüstriyel tarım sektöründe çalışan işçiler sermayenin "adil geçiş", "adil dönüşüm" tekliflerine karşı ne yapmalı ve "iklim krizi"nden acil çıkış için ekoloji hareketi sermayenin "adil geçiş" planına rıza mı göstermeli? Bu işçi sınıfı ile ekoloji hareketini dolayısıyla sol-sosyalist hareketi birbirine bağlayan ortak bir tartışma. Aynı zamanda bölen bir tartışma. Bu konuların bir kısmını geçtiğimiz haziran ayında Ekoloji Birliği ile birlikte yaptığımız Madenciliğin Politik Ekolojisi Sempozyumunda değerli hocalarımızın katkısı ile yapmaya çalıştık, sempozyum sunumlarını sitemizden okuyabilir ilgilenenler. Ama daha yapmamız gereken birçok iş var.

DÜNYAYA ANLATACAK DENEYİMİMİZ, SÖYLEYECEK SÖZÜMÜZ VAR
Bütün bu konularda dünyadaki tartışmaları takip etmeye, onlarla bilgi, deneyim alışverişi yapmaya çalışıyoruz. Çünkü aslında dünyanın en direngen, inatçı ve birçok açıdan büyük deneyimlere sahip bir sol-sosyalist hareketimiz var. Dolayısıyla dünyaya anlatacak deneyimlerimiz, söyleyecek sözümüz var. Bu sol açısından olduğu kadar ekoloji hareketi açısından da böyle.

Mesela dünya yenilenebilir enerjiyi savunurken biz 15 yıldır yenilenebilir enerji şirketlerine karşı mücadele ediyoruz. Bu enerji meselesinin teknik bir konu değil, politik ve sermayenin karakteri ile, kapitalist üretimin karakteri ile ilgili olduğunu göstermek açısından önemli. Keza her şeye rağmen Kazdağları'ndan 400 günü aşan bir nöbet eylemi etrafında örülen direniş sonucu küresel bir şirketin projesinin engellenmiş olması. Ve tabi Gezi sürecinin olumlu-olumsuz yönleriyle bıraktığı dersler, deneyimler… Bütün bu deneyimleri, birikimleri dünyadaki tartışmalara katılarak ekolojik yıkımdan kurtulmanın yol ve yöntemlerini bulmak, sistemi değiştirmek zorundayız. Yoksa yaşadıklarımız belli…