26 Nisan 2024 Cuma

Olcay Çelik yazdı | TİP'in tarihsel varlık hakkı

TİP'in bu coğrafyada bolca bulunan herhangi bir sosyal-reformist partiden çok da bir farkı yoktur aslında. O da diğerleri gibi programında sosyalist devrim hedefini barındırmakta ancak zor araçlarıyla arasına uzamsal ve zamansal bir mesafe koymakta, kısacası "terörist olmayan bir sol" (daha) yaratmaktadır. Zoru örgütleme görevini fiilen reddettiği için, sosyalist devrim arzusuna ve lafzına sahip olsa da devrimci bir "iddiaya" sahip olduğu söylenemez. Eğer devrim bir bilimse, o bilimin tarihsel olarak doğruladığı en kesin şeylerden birisi de budur.

Türkiye İşçi Partisi'nin (TİP) 14 Mayıs seçimlerine Emek ve Özgürlük İttifakı çatısı altında bağımsız olarak (?) girme kararı çokça tartışma konusu oluyor. TİP, kendi formülünün parlamento seçimlerinde iki tarafa da kazandıracağını HDP'ye ve kitlelere anlatmaya çalışıyor. Ancak aritmetik bir türlü tutmayıp da ittifakın özneleri arasındaki tartışmalar çatışmaya dönüştükçe, TİP de ısrarını bu sefer programatik ve ideolojik fark üzerinden meşrulaştırmaya çalışıyor, hatta gerekirse HDP ile yarışabileceğini ilan ediyor. Çünkü TİP kendisini solda yepyeni bir olgu olarak, adeta işçi sınıfının on yıllardır beklediği kitlesel sosyalist parti olarak görüyor ve büyük bir özgüvenle parlamentoda sosyalist ana muhalefet rolü oynama iddiası güdüyor.

Siyasi bir partinin iddia sahibi olmasının kendisinde kötü bir şey yok elbette. Ancak ana akım ve sosyal medya görünürlüğünün artması, kısa sürede çok sayıda üye yazması, yüzünü sola dönmüş gençlik kitleleri ve demokrat aydın/sanatçılar arasında kayda değer ilgiye mazhar olması, hatta parlamento seçimlerinde azımsanmayacak bir oy alma ihtimalinin olması TİP'e epey kabarık bir özgüven sağlasa da tarihsel varlık hakkı sağlamıyor. Çünkü TİP'in ne hedefleri işçi sınıfının uzun vadeli çıkarları ile örtüşüyor, ne programı devrimci bir iddia taşıyor, ne de tuttuğu yol faşizme karşı mücadeleyi büyütüyor.

TİP'in bu coğrafyada bolca bulunan herhangi bir sosyal-reformist partiden çok da bir farkı yoktur aslında. O da diğerleri gibi programında sosyalist devrim hedefini barındırmakta ancak zor araçlarıyla arasına uzamsal ve zamansal bir mesafe koymakta, kısacası "terörist olmayan bir sol" (daha) yaratmaktadır. Zoru örgütleme görevini fiilen reddettiği için, sosyalist devrim arzusuna ve lafzına sahip olsa da devrimci bir "iddiaya" sahip olduğu söylenemez. Eğer devrim bir bilimse, o bilimin tarihsel olarak doğruladığı en kesin şeylerden birisi de budur. Hele ki Türkiye gibi 40 yıldan fazladır kesintisiz bir biçimde faşist devlet terörüyle yönetilen bir ülkede sol siyaset yapma iddiasında olup da devrimci zor ile arasına böyle bir mesafe koymak bir partinin sadece devrimcilik iddiasını geçersiz kılmaz, aynı zamanda nesnel olarak ona tasfiyecilik ve ezilenleri silahsızlandırma görevi yükler. Ki devrimci savaşımın sertleşmesiyle birlikte sosyal-reformistlerin karşıdevrim saflarına sürüklenmesi de ender bir hadise değildir.

Bu söylediğimize resmi bir partinin programına böyle bir iddiada bulunmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle itiraz edilebilir. Ancak TİP'in yasallık dışında bir varlığının olmadığı göz önüne alındığında, bu itiraz sadece tespitimizi bir kez daha doğrulamaya yarar. Sonuç itibariyle, TİP'in kendisine yüklediği "Sosyalist hareketin devrimci yeniden inşası" misyonu kendi üzerine yıkılmaktadır.

TİP'in güncel devrimin niteliğine dair kavrayışı da sosyalizm iddiası kadar temelsiz ve çarpıktır. Marksizm leninizm bize faşist rejimlerde güncel olan devrimin sosyalist değil, politik özgürlüğün kazanılacağı halkçı-demokratik devrim olduğunu söyler. Komünistlerin tarihsel deneyimleri de bu aşamada faşizme karşı birleşik cephe taktiğine başvurmamız gerektiğini öğretir. Marksizm leninizmi benimsediğini söyleyen TİP'in programında ise ne rejimin geçerli bir tahlili, ne böyle bir mücadele uğrağı ne de ona uygun bu taktik bulabiliyoruz. TİP, daha çok, sosyalizm öncesinde yaşanacak "Devrimci Cumhuriyet" denen bir süreçten bahsediyor. Bu sürecin "Saray rejiminden kurtuluşla" başlayacağını iddia ediyor. Bu devrim olmayan devrimde zorun yine herhangi bir rolü yok. Süreci yürütecek olan iktidarın sınıfsal ve/ya ulusal bileşimine dair bir tez de bulunmuyor. Çok daha ilginci, bu "Devrimci Cumhuriyet" sürecinin "öngördüğü mücadele cephesi, sermaye sınıfının veya devlet aygıtının herhangi bir unsuruyla ittifakı kesin olarak dışlar" deniyor. Erdoğan'ın gitmesi kadar yüzeysel bir hedef üzerine kurulan bir devrim anlayışına mı itiraz edelim, bunun dahi barışçıl yaşanacağı varsayımına mı şaşıralım, yoksa halihazırda burjuva restorasyoncu bloka verdiği desteğin TİP'in kendi programı ile dahi çelişmesine mi gülelim, bilemiyoruz.

TİP'in bu devrim olmayan devriminin şekilsizliğini ve tutarsızlığını oluşturan, onun burjuva rejim ile kurduğu bağdır. TİP, cumhuriyeti bir burjuva (demokratik?) devrim olarak değerlendirmekte, rejimin kuruluş yıllarında ilerici olduğunu ancak bir süre sonra bu niteliğini hızla kaybettiğini ve ülkenin gerici ve işbirlikçi rotaya döndürüldüğünü savunmakta ve nihayetinde "cumhuriyetin tasfiye edildiğini" tespit etmektedir. Tüm bunların ne zaman yaşandığı bilgisine ulaşamasak da TİP'in saray rejiminin yıkılmasıyla eş tuttuğu devrimci cumhuriyet hedefinden, "zulmün 2002'de başladığını" tahmin edebiliyoruz. 30 seneye hükmeden koskoca bir MGK diktatörlüğü ise herhalde bu tabloda sadece eski, güzel günler olarak yer buluyor.

TİP'in rejim tarihi okuması, tüm o damıtma çabalarına karşın, baştan ayağa klasikleşmiş, kemalizme bulaşık bir sol anlayışın tezahürüdür. Çünkü ancak böyle bir anlayış daha en baştan yasama-yürütme-yargıyı tek adam(lar) elinde toplayan; feodalizmi tasfiye etmek şöyle dursun, toprak ağalarıyla kol kola giren; her türden emekçi sınıfsal örgütlenmeyi vahşice ezip dağıtan; gayrimüslimlerin mülklerine çöken; devlet dinini laiklik olarak satan; Kürdistan'ı sömürgeleştiren; halkları soykırımdan geçiren ve tek ırk, tek dil, tek mezhebe dayalı "sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış kitle" martavalını ilke edinen bir rejimin başlangıç yıllarını ilerici görür ve ancak böyle bir anlayış cumhuriyet tarihi içerisindeki kemalist gericilik ile dinsel gericilik arasındaki kavgaları devrim-karşıdevrim kavgası olarak anlatır. Emekçi halkları cumhuriyetin esas sahipleri olarak gören böyle bir siyaset, haliyle, burjuvaziye karşı mücadeleyi ekonomik alanla sınırlar, politik bir sınıf olarak burjuvazinin devletini devirmeye yönelmez, sadece onu güncelleyerek geri kazanmak ister. TİP'in "Devrimci Cumhuriyet" safsatasının özü budur.

Rejimin burjuva-faşist karakterini tespit edemeyen, gericiliğini de esas olarak AKP iktidarıyla başlatan TİP'in Emek ve Özgürlük İttifakı içerisindeki hırçın, sorumsuz ve ayrıştırıcı tutumu da kendince böylece meşrulaşmış olur. Ortada yıkılması gereken tarihsel bir rejim görülmediğine göre, faşizme karşı birleşik mücadele de bir sınıf ve bir ulusun tarihsel ittifakı olarak değil, "ilerici" burjuvaziyi iktidara getirip bir an önce "Devrimci Cumhuriyet"i başlatmak, sonrasında işçi sınıfının sosyalizme yürüyüşüne önderlik etmek için de HDP'yi araçsallaştırarak parlamentoya girmekten ibaret olacaktır. Hiçbir zaman mücadele ittifakı olamamış bu birlikteliğin bugün seçim ittifakı dahi değil, at pazarlığı (hatta at yarışı) şeklinde yürümesinin sebebi de parlamentoyu tali bir araç değil asli bir amaç olarak gören bu çarpık kavrayıştır.

TİP'in kısa sürede kayda değer bir kitleselleşme sağlamasının ardında da bu çarpık ideolojik ve siyasi haritanın sağladığı avantajlar yatar. Türkiye işçi sınıfı ve Kürt halkının siyasi öncülerinin tarihsel ittifakıyla faşizme karşı ezilenlerin birleşik demokratik cephesi olarak kurulan HDP'nin 7 Haziran seçim zaferi ve Rojava Devrimi "tehditlerine" karşı rejimin 2015 Temmuz'unda başlattığı ve hala süren topyekun savaşın halklarımıza ve onların siyasi öncülerine neler yaptığını bir kez daha, bir kez daha listelemekten ar ediyoruz. TİP, işte devletin çöktürme planı ile düzlediği bu yolda siyaset yapmaktadır. Ezilenler cephesi sanki parlamentoya 82 vekille girmemiş gibi, sanki bu savaş yaşanmamış gibi, sanki can bedeli bir direniş yürütülmemiş gibi ve sanki mücadele artık bizden yeni bir düzey talep etmiyormuş gibi, TİP'in kalkıp da "bizden 20 kişiyi daha o meclise göndermeyi başarabilirsek, emin olun yaptırmayacağımız çok fazla şey olacak" diyerek hayal satmasına ruhsat veren işte bu düzleşmiş yoldur. TİP bugün HaberTürk'de, Twitter'da, Babala TV'de "sosyalizmi halka doğru ve etkili bir şekilde anlatabildiği" için değil, dün yangın yerine hiç uğramadığı için, bugün de köpeksiz köyde değneksiz dolaşabildiği ve en geri bilince seslenip onları demokratlığın en geri düzeyinde tuttuğu için ilgi görüyor.

Tarih TİP'e ezilenlerin kan ve tutsaklıkla inşa edip savunduğu birleşik cepheleri bölebildiği, direnenleri silahsızlandırabildiği, kitlelere "terörist" olmayan, efendi-uslu bir solu adres gösterebildiği, kısacası burjuva rejimin rektifiyesine hizmet edebildiği ölçüde varlık hakkı tanıyacaktır. Ancak kendisini '71 kopuşunu gerçekleştiren devrimci önderlerin reddettiği mirasın sahibi olarak değil de, aksine onların yoldaşıymış gibi tanıtan bugünkü TİP bu hakka ilki kadar dahi sahip olamayacaktır. Çünkü çelişkiler tekrar etmez devinir, egemenler kadar ezilenler de öğrenir.