Normal olan faşizmi yıkmaktır!
Normal olan ona karşı mücadele etmek ve yıkmaktır. Tarihin tekerleğinin daha hızlı döndüğü zamanlardayız. Türkiye ve Kürdistan halkları sömürgeci faşizm illetinden kurtulmaya her zamankinden daha yakındır. Öncü, gelmekte olanı göstermeli, bu öngörüye göre kafaca ve maddi-örgütsel olarak kendisini ve yığınları hazırlamalıdır.
Politik İslamcı faşist rejimin normalleşme planının biri ekonomik diğeri politik olmak üzere iki temel ayağı bulunuyor. Birincisi; ekonomik kriz sürecinde ulusal ölçekte salgın koşullarını gözardı ederek tüm sektörlerde emek sömürüsünü yoğunlaştırmak, buna bağlı olarak uluslararası ölçekte de oluşacak yeni koşullar içinde emperyalist tekellerin güçlü tedarikçisi olarak pozisyon almak. Böylece kriz süresince sermayenin geleceğini güvencelemiş olacaklar. Ekonomik alandaki "normalleşme" sömürü sahasının her türlü yolla yeniden genişletilmesi biçiminde gerçekleşiyor. Emek sömürüsünün biçimi düşünülünce bu bir "eski normal."
İkincisi; rejimin yapısal krizine de bağlı olarak derinleşen yönetememe krizi koşullarında diktatörlüğün geleceğini güvencelemek. Bu ise politik mücadele alanının yasaklarla olabildiğince daraltılması ve faşist uygulamaların genişletilerek kanıksatılması biçiminde gerçekleşiyor. Milyonlarca emekçinin dip dibe güvencesiz şekilde çalıştırılarak emek sömürüsüne tabi tutulduğu yerde 5-10 kişilik basın açıklamalarının salgın gerekçesiyle yasaklanması stratejinin her iki ayağını da anlatmaya yeter.
Politik alanın tümden daraltılması "yeni normal" olarak pazarlanıyor, ilerici, demokratik, devrimci güçlerin ve kamuoyunun buna alışarak kabullenmesi isteniyor. AKP-MHP faşist bloku başta Kürt yurtsever hareketi ve devrimci güçler olmak üzere emekçi sol hareketi ezmek ve giderek tüm muhaliflerini sindirerek iktidarını güvencelemek hedefiyle hareket ediyor. Şüphesiz bu yönelimin motivasyon kaynağı derinleşen sefalet ve keskin politik çelişkiler nedeniyle bir toplumsal başkaldırının yaşanması ihtimalidir. Salgın günlerinin başlamasından bu yana saray rejimi bunu bir strateji olarak uyguluyor ve şimdi de bu sekansı "normalleşme takvimi" adı altında sunuyor.
Geride kalan süreç boyunca zorunlu olup olmamasına bakılmaksızın hemen tüm sektörlerde işçi sınıfı çalıştırılmaya devam etti. Daralan hizmet sektörü de şimdilerde bu planla yeniden emek sömürüsüne açılıyor. Kapitalist sömürü çarkları daha çok döndürülerek halk sağlığı alenen hiçe sayılıyor. Böylelikle AKP-MHP iktidarı Nazi suretine bürünüyor, fabrika ve üretim alanlarını toplama kamplarına çevirerek işçileri ölüme sürüyor, salgında muhtemel ikinci dalgayla birlikte işçi-emekçi kırımının önü açılıyor. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Başkanlığı'nın özel bir genelge yayınlayarak Covid-19'u iş kazası statüsünden çıkartması, patronların ve siyasi iktidarın binlerce işçinin ölümünü göze aldığı ve sorumluluk üstlenmeyeceği anlamına geliyor.
Öte yandan bu süreç boyunca faşist zulmün çarkları da dönmeye devam etti. Salgına karşı gerçek bir işlevi olmayan sokağa çıkma yasakları, dayanışma ağlarının faaliyetlerinin yasaklanması, infaz yasasının faşist zihniyeti, polis kurşunuyla ölen gençler, işkence edilen çocuklar, Kürdistan'a dönük katliam saldırıları, gerilla mezarlıklarına, devrimcilerin cenazelerine dönük saldırılar hız kesmedi. Bütün bunlar sermaye düzeninin ve onun bekçiliğini yapan devletin bekası için yapılıyor. Böylelikle faşizm ve devlet şiddeti, sömürücü burjuvazinin ekonomik faaliyetini güvenceleyen başlıca işlevsel biçim oluyor. Sermayenin sömürücü karakteri halk sağlığını ciddi bir tehlike altına sokarken faşizmin varlığı genel bir halk güvenliği sorunu olarak büyüyor. Faşist çete liderlerinin tahliye edilerek devlet aracılığıyla barıştırılmaları, iktidar medyasında boy veren kimi lümpen faşistlerin sözde darbe hazırlıklarına karşı ortalığa saçtığı ölüm tehditleri ise AKP-MHP blokunun önümüzdeki süreçte faşist provokasyon ve saldırılara hazırlandığı, olası bir ilerici halk hareketini devlet terörü ve sivil faşist hareket eliyle boğmaya girişmekten sakınmayacağını gösteriyor. Uzak ihtimal değil bunlar elbette. Gerçekte faşist şefin buradaki darbe söylemini yalnızca geleneksel askeri darbe biçiminde ele almadığı, Gezi/Haziran ayaklanmasına da darbe demesinden biliyoruz.
Durum ortada. Farklı uluslardan Türkiye ve Kürdistan halklarının salgın sürecinde de yaşayabilecekleri bir düzen, güvenebilecekleri bir devlet, sığınabilecekleri bir iktidar yok. Virüs kadar sömürü politikaları da, sömürgeci faşist iktidar da ölümcül bir tehdit. Bütün bu salgın süreci her bakımdan kapitalizmin çürümüşlüğünü, faşist rejimin halk düşmanlığını en açık şekilde gösterdi.
O halde soru şu: Yeni süreçte ne yapılmalı? Nasıl bir hattan ilerlemeli?
Başta devrimci sosyalistler olmak üzere, emekçi sol hareketin dünkü biçimler ve şiarlarla, halkın belirli bir andaki acil taleplerinin sözcülüğünü yaparak süreci ilerletemeyeceği açık. Dayanışma ağları adı altındaki sosyal yardımlaşma biçimleri de, tek tek her bir öznenin ajitasyona dayalı eylem faaliyetleri de yeni bir politik perspektife bağlanmadığı durumda etkisini sürdüremez. Örneğin, "ücretli izin" talebi üzerinden gelişen çalışmanın oynadığı rolü bundan sonra da oynama şansı yok denecek kadar az. Bu taleple örgütlenen mücadelenin salgın sürecinin başlangıç döneminde öncü bölükleri birleştirme, işçileri harekete geçirme ve burjuvazinin faşist iktidarı üzerinde bir yaptırım gücü olma imkanları vardı. Faşist şeflik rejiminin atmak zorunda kaldığı kimi sınırlı ekonomik adımların bu mücadelenin objektif sonucu olduğunu söylemek mümkün. Ancak bundan daha fazlasının çıkmayacağı da söylenebilir.
Bu analizden şu birinci sonuç çıkar: Salgın, ilk başladığı andaki gibi doğal yayılım yoluyla değil, bizzat faşist iktidar eliyle yayılım imkanı bulacaktır. Burjuvazi ve onun faşist iktidarı ikinci dalga riskine rağmen binlerce işçi ve emekçinin ölümünü göze alıyorsa, bundan sonra yaşanacak ölümler toplu katliam demektir. Ne salgının yayılması, ne ölümler ne de çözüm mücadelesi birincisinin tekerrürü olmayacaktır. Belirsizlikle şekillenen ara dönem bitmiş, sisli puslu günler geride kalmıştır. Egemenlerin izleyeceği yol belli olduğu kadar işçi sınıfı ve ezilenlerin de görüş mesafesi açılmıştır. Şimdi daha hızlı ilerlemek mümkündür. Bu durumda "ücretli izin" talebi yerine saray rejimine karşı birleşecek ve konumlanacak bir kitle hareketi yaratma hedefiyle harekete geçilmeli, iktidarı baskılayacak politik taleplerle mücadele örülmelidir. Patronların karı uğruna halk sağlığını hiçe sayanlar için belirli bir anda "Halk düşmanı hükümet/saray istifa" şiarı birleşik bir slogan olarak yükseltilebilir.
İkinci sonuç şudur: Toplumsal saflaşma derinleşecek, devlet-halk, zengin-yoksul, faşist-antifaşist çelişkileri keskinleşecektir. Sömürü, emeğin gaspedilmesiyle, temel gıda maddelerinin pahalılaşmasıyla, dolaylı-dolaysız vergilerin arttırılması ve zam furyasıyla artacak, yoksulların cebindeki her kuruşa göz dikilecektir. Bu haliyle rejimin sürdürülemezliğinin dillendirildiği, öfkenin biriktiği, şiddetli patlamaların öngörüldüğü bu koşullarda devrimci öznelerin buna uygun hazırlık yapması, ajitasyon ve propagandanın içeriğini halk düşmanı faşist iktidarın yıkılması üzerine kurması, örgütlülüğünü büyütmesi ve öncü eylemi bu perspektiften hareketle ilerletmesi zorunludur.
Gelinen aşamada faşist iktidarın salgın ve sömürü politikalarına karşı devrimci faaliyet günlük ve kısa dönemli amaçlarla sınırlı tutulamaz. Tüm ajitasyon ve propaganda faaliyeti ve eylem biçimleri salgına karşı halk sağlığını gündemleştirirken, bunu faşist iktidara karşı işçi sınıfı önderliğindeki halk iktidarı perspektifine bağlamalıdır. Açlık, salgın, işsizlik ve yoksulluk gibi en temel sorunların çözümünün işçi sınıfı ve ezilenlerin örgütlenmesinde, birleşik hareketinde ve faşizmi yıkmasında olduğu bilinciyle hareket edilmeli, faşizme karşı halkın iktidarı, kapitalizme karşı sosyalizm tüm bu sorunlara karşı tek çözüm olarak öne çıkarılmalıdır.
Öncünün rolü işçi sınıfı ve ezilenlere davranış çizgisi saptamak, onu her türlü yolla devrimci eyleme hazırlamak, yolu işaret etmektir. Yaygın ölümlere karşı gelişecek tepkilere, zam ve vergi isyanlarına, işten atmalara ve yoksulluğa itiraza, olası gıda krizine, artan erkek şiddeti ve cins kırımına, faşist saldırılara, provokasyonlara karşı alınacak örgütsel ve siyasal tutum şimdiden saptanmalıdır. Örneğin, özellikle genç işçi ve işsizleri örgütlemenin biçimleri bulunmalı, somut örgütlenme formları ve alanları belirlenmelidir. Erkek şiddetine karşı kadınların yaşamsal taleplerini yükseltmenin yanı sıra öz savunma örgütleri vakit yitirmeden kurulmalıdır. Ya da halk sağlığının hiçe sayıldığı, temel gıda ve hijyen maddelerine erişimin giderek ortadan kalkacağı bu süreçte başta işçi sınıfı olmak üzere tüm halkı sağlık ve gıda gibi temel alanlarda kamusal işlerin öznesi yapmanın, emekçileri bu yönde hazırlamanın biçim ve yöntemlerini göstermek öncü güçlerin sorumluluğundadır. Yoksullardan çalınanların yoksullara ait olduğu bilinci geliştirilmelidir.
Yaz dönemi yalnızca salgınla geçmeyecektir. Patronların dizginsiz sömürüsü ve faşizmin saldırılarıyla olduğu kadar işçi sınıfının ve ezilen halkların büyüyecek mücadelesi ve isyanlarıyla da şekillenecektir. Kapitalizmin ve faşist rejimin normali yoktur. Normal olan ona karşı mücadele etmek ve yıkmaktır. Tarihin tekerleğinin daha hızlı döndüğü zamanlardayız. Türkiye ve Kürdistan halkları sömürgeci faşizm illetinden kurtulmaya her zamankinden daha yakındır. Öncü, gelmekte olanı göstermeli, bu öngörüye göre kafaca ve maddi-örgütsel olarak kendisini ve yığınları hazırlamalıdır.