İbrahim Çiçek yazdı | Devrimci örgüt ve mücadele biçimleri anlamlı ve meşrudur

500 yıllık tarihi boyunca kapitalizm ve burjuva ulus devlet gerçekliği silah kullanma tekelini daima elinde tutmak istemiş, silah kullanma tekelini elinde tuttuğu sürece de sömürgelere, bağımlı, ezilen uluslara, proletarya ve diğer ezilen toplumsal kesimlere asla özgürlük, demokrasi falan tanımamıştır. Sömürge uluslar, ezilen, bağımlı uluslar, sömürülen ve ezilen sınıflar neden kendilerini şu veya bu mücadele biçimiyle sınırlandırsınlar ki?
"Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı", 27 Şubat'tan günümüze birkaç haftadır gündemde. Kürt sorunu, Kürt halk önderi Abdullah Öcalan'ın kurucu önderliği, PKK tarihi, silah bırakma, "siyasi ve hukuki" koşulların sağlanıp sağlanmayacağı, Kürt ulusal sorununun çözülüp çözülmediği, PKK'nin ilan ettiği ateşkes, ateşkese karşılık verilip verilmeyeceği, PKK kongresinin toplanmasının güvenli koşullarının olup olmadığı, Öcalan'ın PKK kongresini yönetip yönetemeyeceği, parçalanmış Kürdistan'da ulusal birlik vb. belli başlı yönleriyle Kürt ulusal sorunu başat tartışma konusu ve gündemi. Hemen bütün toplum kesimleri, çok değişik siyasi eğilimlerin tamamı tartışmanın içinde. Kürt ulusunun varlığı ve NATO'nun 2. büyük ordusunun NATO'nun desteğiyle birlikte sökemediği, üstesinden gelemediği, kendisini dayatan PKK-gerilla savaşı gerçekliği Türkiye toplumunun bütün kesimleri tarafından tartışılıyor. Denebilir ki, daha çok "anlaşılıyor" ve hatta bu gerçeklikler sindirilmeye çalışılıyor.
Faşist MHP lideri Devlet Bahçeli'nin tam bir sömürgeci üstencilikle seslendirdiği tek yanlı silah bırakmaya karşı umut hakkı teklifi Türk burjuva devletinin sıkışmışlığını, bir uzlaşma arayış ve yönelimini yansıtıyordu. Heyetlerin İmralı'da yaptığı görüşmeler, İmralı'da yazılan mektupların muhataplarına ulaşması, yanıtları ve heyetlerin diğer görüşmelerinden sonra Kürt halk önderi Abdullah Öcalan önceden açıkladığı gibi "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı"yla Devlet Bahçeli'ye yanıt verdi; silahlı mücadeleye son vermesi ve PKK'nin kendisini feshetmesi çağrısı yaptı. Ve PKK bunu, ateşkes ilan etmenin yanı sıra "değişim", "dönüşüm" ve "yeniden yapılanma" çalışmasını başlatarak yanıtladı. Ama ateşkes dolaylı dolaysız devlet tarafından yanıtlanmış değil.
Her ne kadar özellikle devlet tarafından özenle bir masa kurulmadığı görüntüsü verilmeye çalışılsa da kendine özgün bir masanın kurulduğu; tarafların bir anlamda mücadele sahnesinin yeniden kurulması konusunda "uzlaşma", "anlaşma" yöneliminde oldukları, keza iki tarafın da bir uzlaşmaya ihtiyacı olduğu belirginlik kazanıyor.
Devlet Bahçeli'nin çağrısından önce Bahçeli ve Tayyip Erdoğan bölgede oluşan uluslararası durumda "beka" tehdidi gördüklerini açıklamışlardı. Çağrı metninde yer alan "Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi (...) silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir" cümlesinde yansıyan analiz, PKK için varoluşsal bir tehdit algısının değerlendirildiğini yansıtmaktadır. Bunlar, savaş iradesi kırılmamış inkarcı sömürgeci Türk burjuva devletinin ve sömürgeciliğe karşı Kürt ulusal varlığı ve kolektif hakları için direnen, savaşma iradesi kırılmamış PKK'nin "uzlaşma", "anlaşma" yöneliminin özet açıklaması olabilir.
Çağrı metni, Kürt ulusunun kendini yönetme hakkını olası bütün biçimleriyle geriye çekmesi veya reel politik yaklaşımla ötelemiş olmasında kendisini gösteren tasfiyeci yaklaşıma karşın, ulusal demokratik haklar için yeni bir mücadele yönelimi ve mücadelenin koşullarını değiştirme girişimi oluyor. Zaten "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı"yla hedeflenen ulusal demokratik taleplerin desteklenmesinin nedeni de söz konusu demokratik mücadele çağrısıdır. Metnin "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı" başlangıç cümlesi, keza "Kimliklere saygı, kendilerini özgürce ifade edip, demokratik anlamda örgütlenmeleri, her kesimin kendilerine esas aldıkları sosyo-ekonomik ve siyasal yapılanmaları, ancak demokratik toplum ve siyasal alanın mevcudiyetiyle mümkündür" cümlesi de güncellenen mücadele çağrısı niteliğindedir. Toplamda olay, durum, mücadele ve örgüt biçimlerini değiştirme girişimidir. Demek ki, olay, durum politiktir, kuşkusuz her şeyden önce politiktir!.. Politik tutumun netleştirilmesini gerektirir, ister.
Çok haklı itiraz ve eleştirileriniz ne olursa olsun, "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı"nın bütün hücrelerine; iki tarafı bulunduğu, iki tarafın hem masada hem de sahada karşı karşıya olduğu gerçekliği işlemiştir. Bu sade, yalın gerçeklik anlaşılmaz ise "en doğru", "en kapsamlı" teorik ya da ideolojik eleştirilerin, analizlerin duruma müdahil olmak anlamında dikkate değer, iz bırakabilir bir politik niteliği olamaz. Politik karşılığı ise en iyi halükarda belirsiz, silik kalır; böyle olduğu için de güçlü olana, yani karşı tarafa hizmet eder. Hatta nesnel olarak karşı tarafı güçlendirebilir ya da aynı anlamda masanın ulusal demokratik tarafını zayıflatabilir. Evet özetle önce safınızı, tarafınızı belirlemelisiniz!
Bırakalım devrimciliği, komünistliği, tutarlı demokratlık, sahada ve masada ikircimsiz ulusal demokratik hareketin desteklenmesi mevzisinde konumlanmayı gerektirir. "Kendi tarafımız mı dediniz?" Hayır burada politik bakımdan devrimcilerin, komünistlerin ulusal demokratik hareketi dışarıda bırakan "ayrı", "kendi" tarafları ya da yolları yoktur! Dahası, "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı"nın dolaysız biçimde ileri sürmediği Kürt halkımızın kolektif ulusal demokratik hakları için ajitasyon ve eylemliliği yükseltme çizgisinde mevzilenmenizi gerektirir. Seyircilik, kaydedicilik kabul edilemez. Politik inisiyatif alıp, müdahil olmak elzemdir.
"Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı" Kürt ulusal sorununun çözüldüğünü veya son bulduğunu ileri sürmüyor. Çağrı bütünüyle sorunun çözülmediği, mücadelenin sürdüğü ve devam edeceği üzerine kurulmuştur. Tarafların bu aşamada mücadele sahnesinin yeniden kuruluşu bağlamında uzlaşmaya, anlaşmaya çok yaklaştıkları anlaşılıyor: Özetle, silahlı mücadeleye son verilmesi ve PKK'nin tasfiyesine karşı politik mücadelenin legal ve açık biçimde sürüdürülmesinin "siyasi ve hukuki" koşullarının oluşturulması gibi bir uzlaşma çerçevesi belirginleşmiş görünüyor. Söz konusu olan Kürt ulusal sorununun çözülmesi değildir. Kuşkusuz her aşamada ne kazandık ne kaybettik hesabı yapılabilir. Böyle bir tarihsel eşikte, böyle bir dönemeç anında muhasebe de muhakkak yapılacaktır.
Kürt halk önderi Abdullah Öcalan'ın PKK'nin ömrünü tamamladığı ve anlam kaybına uğradığı değerlendirmesi, hakeza sorumluluğunu üstlendiği PKK'nin kendisini feshetme ve silah bırakma çağrısını, ulusal demokratik hareket bütün kurumları ve temsilcileriyle destekliyor. "Önderlik hamlesi"nin siyasi koşullarda değişim yaratabileceğini umuyor; "değişim ve yeniden yapılanma" yönelimiyle de yeni sürece hazırlanıyor. Bütün bunlar açıktır ki, Türk sömürgeciliğinin politik mücadelenin "siyasi ve hukuki" koşullarını oluşturması öngörü ve beklentisine dayanmaktadır. Fakat açıktır ki, bugün bu öngörü ve beklentiyi anlamlı kılabilecek politik bir gerçeklikten söz etme olanağı yoktur. Faşist şeflik rejiminin Kuzey ve Doğu Suriye'ye yönelik tehdit, saldırı ve askeri baskıları, Medya Savunma Alanları'na saldırıları sürüyor, Kuzey Kürdistan ve Türkiye'de kitlesel gözaltılar, işkenceler, kitlesel tutuklamalar, kayyum siyaseti, özetle faşist devlet terörü hız kesmek bir yana tırmanıyor. Keza faşist şef ve ortaklarının, faşist ırkçı söylemleri için de tırmanışın sürdüğü açık bir gerçek. Yurtsever kitlelerde düşünce ve duygu karmaşasına yol açan da keskin çelişkili renkleriyle işte bu çarpıcı fotoğraftır. Ulusal demokratik hareketin kadro ve örgütleri, milyonlarla sayılan siyasi mücadele içerisindeki yurtsever kitle soruyor, itiraz ediyor ya da hak veriyor, "ne getiriyor ne götürüyor" diyor tartışıyor, çağrı ve gelişmeleri anlamaya, yeni durumu anlamlandırmaya çalışıyor.
Bu durum bir anlamda "karşı taraf" bakımından da geçerli. Orada da asker, sivil devlet bürokrasisinden, sıradan memurlara, muhafazakarından sosyaldemokratına, politik islamcısından ülkücü faşistine her kesim tartışıyor ve tabii Türk işçi ve emekçileri, ezilenleri, Türk halkının geniş kesimleri de tartışıyor. Özetle toplum ve siyaset bir çeşit bütünsel bir kriz girdabı içerisinde.
Ulusal demokratik kolektif taleplerin minimuma çekilmesi, dolaysız biçimde ifade edilmesinden kaçınılması, keza PKK'nin feshi ve silah bırakması açıktır ki, bunlar birkaç adım geri atmak, geri çekilmek anlamına geliyor. PKK'nin savaş iradesi sürerken oluşan bu durum yine de tarihsel bir kırılmayı çağrıştırıyor. İnkarcı sömürgeciliğe karşı yarım yüzyıla yakındır süregelen mücadelenin hem temel dinamiği hem de temel kazanımından birisi olan Kürdistan özgürlük gerillasının ve onun mimarı PKK'nin feshi söz konusu olduğu içindir ki kırılmayı ima etmesinde tuhaf olan bir şey de yoktur.
Uzayıp giden büyük bir mücadele gerçekliği içerisinde mücadele koşulları, savaşan güçler arasındaki ilişkiler birçok kez doğal ve kaçınılmaz olarak değişebilir, değişir. Ve kuşkusuz değişen koşullar mücadele araçlarında, mücadele yöntemlerinde, örgütlenme biçimlerinde amaçlarınıza doğru gidişinizi etkin şekilde sürdürmenizi sağlayacak, yeni koşullara denk düşen değişiklikler yapmanız gerekebilir, gerekir de. Güncel talepler, öncelikler değişse dahi, ki onlar da değişebilir, temel amaçlar sürer ve hareketi yönlendirir. PKK'nin tarihinde mücadele ve örgüt biçimlerinin değiştirilmesinin gündeme geldiği, değişim ve yeniden yapılanmanın söz konusu olduğu belli eşiklerde amaçların dramatik tarzda daraltılması, taleplerin geriye çekilmesi çok çarpıcıdır. Çağrı, taleplerin PKK'yi ve Kürdistan özgürlük gerillasını (yani devrimci örgüt biçimleri ve yöntemlerini!) gerektirmeyecek kadar geri çekilmesi veya belirsizleştirilmesi gibi bir gerçekliği yansıtıyor. Devrimci örgüt ve mücadele yöntemlerinin terk edilmesi ise tasfiyeci, reformist yönelimden başka bir anlama gelmez.
Bizi burada en çok, "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı"nın ulusal hareket için tasarladığı yeni siyasi pozisyon ve konumlanma yönelimi için formüle ettiği politika felsefesi ve teorik yaklaşımı ilgilendiriyor. Metnin "demokratik toplum ihtiyacı kaçınılmazdır" görüşü, siyasi demokrasi ihtiyaç ve talebini, hatta toplumun "demokratikleşmesi" veya "demokratikleştirilmesi"ni ima etse bile tarih, "demokratik toplum" diye bir toplum biçimi tanımıyor; tarih bilimi ise belli koşullar altında belli toplum biçimlerinin varlığını sayısız veriyle doğruluyor. Kürt ulusu ve ulusun değişik temsilcileri demokrasi talep ediyorlar. Sadece kendileri için istemedikleri de iyi biliniyor, ama doğru ve haklı olarak burada tabii ki demokrasi, Kürt ulusunun kolektif varlığı ve Türk ulusuyla eşit haklarıdır. Bunun özellikle Türkiye toplumunun demokratik bilincini geliştireceği, şovenizmi ve sosyal şovenizmi kırıcı, zayıflatıcı olacağı da doğrudur. Kürt ulusunun kolektif varlığını ve eşit haklarını kabul eden bir siyasal demokrasi elde edildiğinde bile toplum demokratik olmayacak, uzlaşmaz sınıf çelişkileriyle yüklü kapitalist bir toplum olmaya devam edecektir. Sömüren sömürülen; ezen ezilen ilişkisinin, cinsiyet çelişkisinin devam ettiği bir "toplum" asla "demokratik toplum" olamayacaktır.
Tarih boyunca reel politika adına yapılanların "teorize" edilmesi mücadeleye atılan genç kuşaklar ve gelecek nesiller için hemen her zaman pranga olmuştur. "Demokrasi" nasıl bir demokrasidir, kimin için demokrasidir, hangi sınıf için demokrasidir? İnsanlar arsındaki ilişkide, örneğin bir proleter ile bir patron arasındaki ilişkide keza cinsler arası ilişkide ya da uluslararası ilişkide demokrasinin gereği nedir?
Reel politiğe teorik temel sağlamak adına çağrının "sistem arayışları ve gerçekleştirmeler için demokrasi dışı bir yol yoktur. Olamaz. Demokratik uzlaşma temel yöntemdir" görüşünü savunmasının devrimci bakımdan kabul edilebilir bir yanı yoktur. "Demokratik uzlaşma"nın temel olması kapitalizmin ve burjuva toplumun devamından başka bir anlama gelmez. Kapitalist toplumun demokratikliği de, ancak politik demokrasi olabilir. Politik demokrasi ise işte en gelişkin demokrasilerde bile İsrail'in Filistin halkına uyguladığı soykırımın protesto ve teşhir edilmesinin yasaklanması, para ve hapis cezalarıyla ödüllendirilmesi demektir!
5 bin yıllık sınıf mücadelesi tarihi bir yana son 4-5 yüzyıllık kapitalizm tarihi de "demokratik uzlaşmanın temel olmadığını" ve olamadığını, olamayacağını doğrulamaktadır!.. "Demokratik uzlaşma" olsa olsa, geçici ve göreli olmaktadır!.. Eğer demokratik uzlaşma "temel olsaydı" kapitalizm ve tekelci kapitalizmin bütün tarihine yayılan burjuva devletler arasındaki savaşlar olmazdı. Ortadoğu'da, Asya'da, Afrika'da, Avrupa'da ya da Amerika'da devletler arası ilişkide demokratik uzlaşma temel olabiliyor mu? ABD başta gelmek üzere bütün burjuva devletler yeni bir dünya savaşına hazırlanıyor. ABD'de Trump'ın devlet başkanı olmasından sonra devletler arası ilişkilerde yürürlükte olan bütün ilke, norm ve kuralların bir kenara fırlatılmakta olduğu, dünyada gücü yetenin gücü yetene orman kanunlarının işlemeye başladığı, savaş hazırlığının giderek hız kazanmasına paralel faşist hareketlerin gelişimi ve burjuva devletlerin faşistleşme eğiliminin tırmanışta olduğu bugünkü dünyada demokratik uzlaşmanın temel yöntem olamayacağı besbellidir... Sorun çözülmemişken "silah bırakma" dünyada gelişen siyasal koşullarla çelişen ironik bir durumdur.
Sömürge ulusların bağımsızlık talebiyle geliştirdikleri silahlı silahsız mücadeleler "aşırı milliyetçi"likle damgalanamazlar, gerçekte "demokrasi" mücadeleleridir. Ulusların kaderini tayin hakkı, demokrasi ilkesinden doğmuştur; ulusun kaderine, nasıl yönetileceğine kendisi karar vermelidir. Zaten basitçe demokrasi ilke olarak çoğunluk yönetiminin kabul edilmesi değil midir? Ezilen ulusların, sömürgelerin ulus devletlerini kurmuş bağımsız uluslar için olduğu gibi kendilerini savunma, özsavunma hakkı vardır. Özsavunma hakkı kuşkusuz demokratiktir. II. Enternasyonal'de olduğu gibi bugünkü Türkiye gerçekliği içerisinde de oportünistler, reformistler, bilcümle sosyal şovenler ulusların kaderini tayin hakkını, "nefsi müdafaa hakkını", keza günümüzde Kemal Okuyan TKP'si gibi ezen ve ezilen ulus ayrımını sözde emperyalizmle mücadele adı altında reddettiler. Sömürgelerin, ezilen ulusların bağımsızlık ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin itici gücü olan yurtsever milliyetçilik, demokratik içerik ve niteliktedir; ulusal ayrıcalıklar ve ulusal üstünlüğü değil ulusal özgürlük ve ulusal eşitliği ülküleştirir.
Reel politik günceli haklılaştırmak, meşrulaştırmak için daima tarihi kendi gereklerine göre yorumlama, kendi gereklerine uygun teorize etme, "düzeltme" eğilimindedir. Tarih tekrar tekrar yazılır, esas olan her defasında reel politiği haklı çıkarmaktır. Böyle olduğu içindir ki, eklektizm, seçmecilik en güçlü ve geçerli teorik pozisyon olarak görülür ve benimsenir.
Kürt ulusal sorunu çözülmüş değildir. Zaten "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı" da Kürt ulusal sorununun çözüldüğünü iddia etmiyor. Çağrı silahlı mücadeleye son verilmesi ve PKK'nin feshedilmesi yönüyle devrimci örgüt ve mücadele biçimlerini reddettiği için tasfiyeci olmakla birlikte diğer yandan Kürt ulusal sorunu çözülmediği için de örgüt ve mücadele biçimlerini değiştirerek "barış ve demokratik toplum" için mücadele çağrısı yapıyor. Kuşkusuz hangi mücadele ve örgüt biçimlerini kullanacaklarını kararlaştırma hakkı ulusal demokratik harekete aittir. Aslolan mücadele çağrısı ve mücadelenin devem ediyor olmasıdır.
500 yıllık tarihi boyunca kapitalizm ve burjuva ulus devlet gerçekliği silah kullanma tekelini daima elinde tutmak istemiş, silah kullanma tekelini elinde tuttuğu sürece de sömürgelere, bağımlı, ezilen uluslara, proletarya ve diğer ezilen toplumsal kesimlere asla özgürlük, demokrasi falan tanımamıştır. Sömürge uluslar, ezilen, bağımlı uluslar, sömürülen ve ezilen sınıflar neden kendilerini şu veya bu mücadele biçimiyle sınırlandırsınlar ki? Proletaryanın toplumsal kurtuluş mücadelesinde olduğu gibi sömürgelerin, ezilen ulusların özgürlük mücadelelerinde de sınıflar mücadelesi tarihinin açığa çıkarttığı bütün mücadele biçimleri ilkesel olarak geçerlidir. Faşist şeflik rejimi yıkılana ve politik özgürlük fethedilene değin devrimci örgüt ve mücadele yöntemleri yaşamsal önemini korumaya devam edecektir.