27 Temmuz 2024 Cumartesi

ÇEVİRİ | Gazze'nin hastanelerinde 43 gün geçirdim, aklım hala orada

Şimdi binlerce mil uzaktayım ama aklım hala Gazze'de. Sürekli oradaki hastalarımı düşünüyorum. Onların yüzlerini, isimlerini ve konuşmalarımızı düşünüyorum. Düşüncelerimi sık sık meşgul ediyorlar ve merak ediyorum: Hala hayattalar mı yoksa yaralarına ya da açlığa mı yenik düştüler? 6 çocuğa ampütasyon uygulamak zorunda kaldığım güne, saatler önce gördüğüm, birlikte çalıştığım meslektaşlarımın katledildiklerini öğrendikten sonra çalışmaya devam ettiğim günlere takılı kalıyorum. Binlerce mil uzakta olsam da, kalbim ve aklım Gazze'de kalacak ve soykırım destekçilerinin hoşuna gitmese de, adalet ve hesaplaşma için mücadele etmeyi asla bırakmayacağım.

Refah'a 9 Ekim'in ilk saatlerinde vardım ve İsrail'in yoğun hava saldırıları altında Gazze'deki aile evime ulaştım. Ertesi gün, bunun 43 günlük bir kabusun başlangıcı olacağını fark etmeden, çalışmaya başlamak için kuzenimle el-Şifa Hastanesi'ne yürüdüm.

43 gün boyunca, içlerinde el Ehli (Baptist) Hastanesi'nin de bulunduğu hastaneler arasında yer değiştirdim. 1882'de kurulan bu hastane, Gazze'deki en eski hastanelerden biri ve Anglikan Kilisesi tarafından yönetiliyor.

İsrail hastane kompleksini hedef almakla tehdit etti ama doktorlar ve diğer sağlık emekçileri, hastaneyi tahliye etmeyeceğimize ve hastalarımızı terk etmeyeceğimize erkenden karar verdi.

17 Ekim'de yaklaşan bir füzenin tiz sesini ve ardından gelen darbenin yüksek, kakafonik sesini duyduğumda iki ameliyat arasındaydım.

Koridora çıktığımda hastane avlusunun cehennem ateşine büründüğünü gördüm, ambulanslar ve arabalar alev almıştı. Bir erkek boynundan yoğun bir biçimde kanıyordu ve ambulans gelip bizi el-Şifa'ya götürene kadar ona basınç uyguladım. Sonrasında avluda yürüdüğümüzde, her yerde cesetler ve ceset parçaları gördüm, içlerinde bir çocuğa ait olduğu belli olan küçük bir kol da vardı.

Birleşik Krallık'la olan bağlantısına ve İngiltere'deki piskoposun hastanenin saldırıya uğramayacağına dair verdiği bütün güvencelere rağmen, el-Ehli Hastanesi vurulmuştu.

Bu olay gelecek için bir turnusol testi işlevi gördü: İsrail'in Gazze'nin sağlık altyapısına karşı topyekun savaşı.

El-Ehli Hastanesi vurulduktan ve kimse sorumlu tutulmadıktan sonra domino taşları hızla düşmeye başladı. Hastaneler birbiri ardına hedef alındı. Saldırıların sistematik olduğu belli oldu.

Hızla morfin ve ketaminimiz bitti ve başka hiçbir şey olmadığı için çaresizlik içinde damar içi paracetamolu ağrı kesici olarak kullanmaya başladık. İçlerinde binlerce çocuğun da bulunduğu İsrail'in Gazze'ye dönük soykırım savaşının mağdurları, anestezi olmadan aşırı safhada acı verici işlemler geçirdiler, bu ameliyatları yapmak suçmuş gibi hissettirdi. Sadece hayatlarını kurtarmaya çalıştığını bilsen de, çocukların senin yüzünden acıdan bağırdıklarını duymak anlatılamayacak kadar yürek parçalayıcı.

9 yaşındaki küçük bir kızın vücudu şarapnel yaralarıyla kaplıydı. Onu ameliyat ettim ama kızın hayatta kalabilmesi için yaraların 36 saatte bir dezenfekte edilmesi gerekiyordu. Babasıyla konuştum ve kızının ateşinin giderek yükseldiğini, enfeksiyonun kanına yayıldığını ve onu yavaşça öldürdüğünü anlattım. Morfin veya ketamin olmadan tek seçenek kızın yaralarını, yeterli ağrı kesici olmadan, 36 saatte bir dezenfekte etmekti. Kız acı içinde bağırıyordu, babası ağlıyordu ve ben de gözyaşları içindeydim.

İnsan vücudunu İsviçre peynirine çeviren kimyasal bombalardan kaynaklı çok sayıda yaralanmaya müdahale ettim. Kimyasal parçacıklar oksijenle temas ettiği sürece cildi yakmaya devam ediyor, oksijene tekrar maruz kaldığında da yeniden tutuşuyor. Gazze'de süren katliamda tedavi ettiğim ilk 13 yaşındaki küçük çocuğun, kemiğe kadar ulaşan kimyasal yanıkları vardı. İçinde bulunduğumuz koşullar ve uğraştığımız yaralanmalar sonucu, yaralılar arasında kurtulma oranının çok düşük olacağını erkenden kabullenmek durumunda kaldım.

Oradan ayrılma kararı, psikolojik ve fiziksel olarak hayatım boyunca vermek zorunda kaldığım en zor kararlardan biriydi. Kuzeyde daha fazla ameliyat yapamaz hale geldiğimizde, oradaki ameliyathanelerin hala işler durumda olduğunu umarak, güneye gitme kararı aldım. 6 saat boyunca yürüdüm ve akla gelmeyecek ölçüde dehşet verici toplu yıkım sahnelerine, cesetlere ve vücut parçalarına tanık oldum. Nuseyrat kampına vardığımda, oradaki durumun da daha iyi olmadığının farkına vardım. Cerrah eksikliği yoktu ama ağır bir elektrik ve medikal malzeme eksikliği vardı. Hastanelerin işlemez durumda olduğunu fark ederek, Gazze'nin içinde Gazze için yapabileceğim daha fazla bir şey olmadığını kabul etmek zorunda kaldım.

Şimdi binlerce mil uzaktayım ama aklım hala Gazze'de. Sürekli oradaki hastalarımı düşünüyorum. Onların yüzlerini, isimlerini ve konuşmalarımızı düşünüyorum. Düşüncelerimi sık sık meşgul ediyorlar ve merak ediyorum: Hala hayattalar mı yoksa yaralarına ya da açlığa mı yenik düştüler? 6 çocuğa ampütasyon uygulamak zorunda kaldığım güne, saatler önce gördüğüm, birlikte çalıştığım meslektaşlarımın katledildiklerini öğrendikten sonra çalışmaya devam ettiğim günlere takılı kalıyorum.

Bu soykırım 200 günü aşmışken, "Her şeyi gördük" diye düşünüyorum ve sonra yeni bir vahşet ortaya çıkıyor. Hastaneler enkaza çevrildi. İsrail güçleri tarafından soğukkanlılıkla, elleri arkalarından bağlı bir şekilde katledilen Filistinlilerin toplu mezarlarına dönüştüler. El-Şifa ve Nasır hastanelerinde işlenen iğrenç suçlar ekranlarımızda canlı yayınlandı ama dünya sessizce izledi. İsrail hiçbir sorumlulukla karşılaşmadı. Ülkeler ve akademik kurumlar İsrail'i desteklemeye ve savunmaya devam ediyor. Birçok ülke İsrail'e silah sağlamaya devam ediyor.

Tıp eğitimimi Glasgow Üniversitesi'nde tamamladım, ironiktir ki Glasgow Üniversitesi, İsrail'e silah satmaya devam eden şirketlerin en büyük akademik yatırımcılarından biri. Mezun olduğum okula geri dönmeye ve rektörlük için seçimlere girmeye karar verdim, çünkü üniversite yönetiminin İsrail hakkındaki duruşunun, bu kurumun Filistinlilerin toplu katliamındaki işbirliğine son verilmesini isteyen öğrencilerinin duruşunu yansıtmadığını biliyordum. Seçimleri yüzde 80 oyla kazandım ve öğrenciler beni yeni görevimde büyük bir sevgi ve destekle karşıladı.

Kazanmam, medya görünürlüğüm ve hesaplaşma ve adalet çağrılarım sonucu, çok sayıda karalama kampanyasının ve benim hakkımda iftiralarda bulunan makalelerin konusu oldum. Almanya'ya girişim engellendi, 3 saat boyunca gözaltında tutuldum ve sonra sınır dışı edildim. Oraya sadece bir konferansta konuşmak için gidiyordum.

İçinde yaşadığımız anın dehşetini aklım almıyor. Çok sayıda devletin, siyasetin ve kurumun işbirlikçisi olduğu bir soykırım, televizyonda canlı yayınlanıyor.

34 bini aşkın Filistinli İsrail tarafından katledildi, çok daha fazlası ömür boyu sakatlandı ve Gazze enkaza dönüşene dek bombalandı. İsrail Refah'a dönük planlı kara işgaliyle devam edeceğini söylüyor, bu oraya sığınan yüz binlerce insan için felaket demek. Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde İsrail ve müttefiklerine karşı birçok dava açıldı. Ancak İsrail mutlak bir cezasızlıkla hareket etmeye devam ediyor.

İsrail Gazze'de yaşamın bütün parçalarını ortadan kaldırdı: Fırınları, okulları, camileri ve kiliseleri yok etti, insani yardımı engelledi ve elektriği kısıtladı. Bunu, Gazze'nin bir ateşkesin ardından bile yaşanamaz hale gelmesini temin etmek için yaptı. İsrail askerleri el-Şifa Hastanesi'ne ilk girdiğinde, hastanenin işleyemez duruma gelmesini sağlamak için medikal araç gereçleri ve makineleri yok etti. Şimdi, hastaneden geriye çok az şey kaldı.

Binlerce mil uzakta olsam da, kalbim ve aklım Gazze'de kalacak ve soykırım destekçilerinin hoşuna gitmese de, adalet ve hesaplaşma için mücadele etmeyi asla bırakmayacağım.

*Glasgow Üniversitesi Rektörü Filistinli Ghassan Abu-Sitta'nın El Cezire'de yayınlanan yazısını Elif Bayburt ETHA için Türkçe'ye çevirdi. Yazının aslına buradan ulaşabilirsiniz.