19 Nisan 2024 Cuma

Çerkes katliamı ve soykırımı: Ezilen halklarla birlikte mücadele etmeliyiz

Çerkes katliamı ve soykırımın yıldönümünde sorularımızı yanıtlayan SGDF MYK üyesi Yöyler, Çerkes halklarının ezilen halklarla birlikte mücadele etmesi gerektiğini ve anavatanlarına kitlesel dönüş fikrini geliştirmek gerektiğini kaydetti.

21 Mayıs 1864, Kafkas halklarının kara günü... Ağırlığını Adıgelerin oluşturduğu sayısı bir milyona yaklaşan Kafkasyalıların sürgüne gönderilişlerinin tarihi.

Çarlığın saldırısı ve askeri operasyonların ardından bir milyona yakın Kafkasyalı sürüldü. On binlercesi yolda yaşamını yitirdi; katledildi. On yıllara yayılan Çerkes-Rus Çarlığı savaşının son çarpışma alanında çarlık kuvvetleri kan, ölüm, katliam pahasına bir askeri kazanım elde etti. Soçi limanından "dağlılar" gemilerle deport edildi.

Yıl 2021, Çerkes katliamı ve soykırımı ile yüzleşilmedi...

Sosyalist Gençilk Dernekleri Federasyonu (SGDF)  MYK üyesi Nazlı Yöyler ile Çerkeslerin tarihsel serüveni, örgütlü mücadeleleri, isyanları ve Çerkes kadınlarının başkaldırısını konuştuk. ETHA'nın sorularını yanıtlayan Yöyler, tüm Çerkeslerin bulundukları coğrafyada ezilen tüm halklarla birlikte mücadele etmesi gerektiğini kaydederken, anavatanlarına kitlesel dönüş fikrini de geliştirmek için Çerkes halkına çağrı yaptı.

2015 yılında IŞİD tarafından yakıp, yıkılan Kobanê'yi yeniden inşa için çıktıkları yolda 33'lerle birlikte katledilen Çerkes Ferdane ve Nartan'ı anan Yöyler'in sorularımıza verdiği cevaplar şöyle:

Çerkes halkları neden Rus Çarlığı tarafından hedef alındı?
21 Mayıs 1864'ü ele alırken bir bütün Çerkeslerin tarih sahnesine çıktığı andan itibaren ele almak gerektiği kanaatindeyim. Çünkü 1864 Çerkesler bakımından yaşadıkları tarihin bir sonucudur.

Çerkesler çağlar boyunca jeopolitik durum ve konumlarından kaynaklı birçok saldırıya maruz kalmış ve bu yüzden vadilere çekilmek durumunda kalmıştır. Dolayısıyla üretim araçlarını geliştirememiş ve üretememiş, 14. ve 15. yy'da da komünal toplum yapısı içinde yaşamlarını devam ettirmişlerdir. Ancak Kafkasya'da 17. yy'da sınıflı toplum yapısı oluşmaya başlamıştır.

'OSMANLI-ÇARLIK BÜYÜK DİRENİŞİ ÇERKESLERİN ALEYHİNE GELİŞTİ'
Bu süreç içinde de saldırılar devam etmektedir. Bu bağlamda özellikle Rus Çarlığı ve Osmanlı'nın Kafkasya'ya yönelik saldırılarını ele alacak olursak; Osmanlı, İslamiyeti kullanarak yayılmacı olarak Orta Asya Türkleriyle buluşma amacıyla Kafkasya'ya girmek istiyor. Rus Çarlığı ise Çar Petro'dan beri sıcak denizlere inmek istiyor. Dolayısıyla iki tarafın ortak paydası Kafkasya oluyor. Osmanlı ve Çarlık ortak paydalarına dayanan çeşitli antlaşmalarla Kafkas halkını "Kışkırt-yalnız bırak" politikası izlemiştir. Fakat her ne kadar sonucu Çerkeslerin aleyhine olsa da, Osmanlı ve Çarlık büyük bir direnişle karşılaşmıştır.

1864 süreci, Rus resmi ve askeri kayıtlarında açık açık "Kafkasya'yı yok edeceğiz" biçiminde yerini alıyor. 1864'e giden sürece baktığımızda ise; 1801'de Gürcistan Rusya'ya ilhak olunca Kafkasya Güney'den açılıyor. Dolayısıyla işgale daha açık bir konuma gelmiş oluyor. 1810 yıllarında da yüzlerce Çerkes köyü yakılıyor, işgalciler burada da büyük bir direnişle karşı karşıya kalıyor.

1864'te ise Kafkas halkına üç seçenek sunuluyor;
-Osmanlı'ya gideceksiniz.
-Rus steplerinde dağınık halde yaşayacaksınız.
-Savaş esiri olarak yaşayacaksınız.

'ÇERKES SÜRGÜNÜ SIRADAN BİR NÜFUS TRANSFERİYMİŞ GİBİ ADLANDIRILIYOR'
Ve Kafkas halkının çoğunluğu Karadeniz'in diğer yakasına yani Osmanlı'ya sürgün ediliyor.

Çarizmin işgal politikaları, Osmanlı'nın kolonyalist hileleri ve feodallerin ihaneti sürgünün başlıca nedenlerindendir. Bu sürgün "dağlıların göçü" olarak sanki sıradan bir nüfus transferiymiş gibi adlandırılıyor. Biz bu durumun nedenlerine uzak değiliz. Yaşadığımız coğrafyada, TC'nin sömürgeci işgalci politikalarından biliyoruz.

Bir buçuk milyon Çerkes sürgün ediliyor. Karadeniz'in iki yakasında da yığılmalar oluşuyor. Açlık ve ölüm baş gösteriyor. Bu sürgün bize ezilen halkların ortak paydasını gösteriyor. Hatta Çerkes sürgünü ile yakın süreçlerde Amerika yerlilerinin yaşadığı durumlar, Osmanlı'da Ermenilerin, Almanya'da Yahudilerin ve TC'de Kürtlerin yaşadığı durumlar benzer içeriklere sahip. Bu halkların hayatta kalma teknikleri bile benzerdir.

'OSMANLI ÇERKESLERE SAVAŞACAK GÜÇ OLARAK BAKTI'
Çerkesler Osmanlı'ya geldiklerinde, iskan politikasına göre, ya sınıra ya da Anadolu'nun sorunlu bölgelerine tampon jandarma görevinde yerleştirildiler. Osmanlı, Çerkesleri kara kaşı kara gözü için topraklarına almadı tabii. Osmanlı'nın da çıkarları olmalıydı. Osmanlı'nın yaşadığı toprak kaybının önüne geçebilecek, savaşabilecek savaşçılara ihtiyacının olması temel sebeplerden biriydi. Bir diğeri de yerleştirildikleri Rum, Ermeni köylerinde, Arap Cumhuriyeti'nde, Balkan hattında imparatorluk muhafızı olarak konumlanmalarıydı.

Osmanlı'daki bir diğer gelişmelere baktığımızda; Sultan Abdülhamit döneminde Çerkeslerin tarihlerini araştırmasına kesinlikle karşı çıkılmış, bu konudaki her türlü talepleri reddedilmişti. Ahmet Mithat Hağur'un yazdığı Çerkes Özdenleri piyesinin oynandığı yer, yerle bir edilmişti. 2. Meşrutiyet'te ise görece daha özgürlükçü bir tarih olduğu için Çerkesler kendilerine kısmen örgütlenme alanları açabiliyor. Dergiler, gazeteler, dernekler kuruyorlar. İlk Çerkesce eğitim veren okul açılıyor. Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti ile Şimali Kafkas Cemiyeti bu dönemde kuruluyor. Bu cemiyetlerde Çerkes aydınları yer alıyor. Anavatana kitlesel dönüş fikrini bu cemiyetlerde geliştirmeye çalışıyorlar.

'ÇERKES ETHEM TÜRKLEŞTİRİLMEK İSTENDİ'
1. Emperyalist Paylaşım Savaşı ile beraber bu cemiyetlerde bulunanlar da dahil birçok Çerkes aydın cepheye gönderiliyor. Zaten Çerkesler o dönemde ordu ve istihbaratta konumlandırılıyorlar. Kurtuluş Savaşı'nda Çerkes Ethem Kuvayı Seyyare ordusunu kuruyor, ona bağlı olarak Bolşevik taburunu oluşturuyor. Düzenli ordu ilan edilmesinden sonra Çerkes Ethem "hain" ilan ediliyor. Hatta o süreçte Çerkes lakabı kullanılmayıp yalnızca "Ethem Bey" denirken "hain" ilanından sonra Çerkes lakabını da almış oluyor. Bunun en başat sebebi ise, ulusal eziklik duygusu yaratmak ve kompleksleştirerek Türkleştirmektir.

Kurtuluş Savaşı esnası ve sonrasında da "Kafkaslar Türktür" söylemleri yaygınlaşmaya başlıyor. Bu da inkar politikalarının bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Kurtuluş savaşı sonrasında Çerkeslerin örgütlenme alanı ortadan kaldırılıyor, "Kuzey Kafkasya" kelimesine bile kısıtlılık getiriliyor.

1961 Anayasası'na kadar Çerkesler kendilerine örgütlenme alanı açamadılar. 1961 Anayasası ile beraber görece daha kısmi-demokratik ortamın oluşmasıyla beraber dernek ve dergilerle yeniden örgütlenmeye başladılar. Bu durum da 12 Mart ve 12 Eylül süreçlerine kadar sürdü.

'ÇERKES TARİHİNİ YAZAN ERKEKLER ÇERKES KADINLARINI YOK SAYDI'

Peki soykırım ve sürgün sürecinde Çerkes kadınları neler yaşadı? Kendilerine bir örgütlenme, isyan alanı yaratabildiler mi?
Çerkes soykırım ve sürgünü ile ilgili tarihi belgeleri yazanlar genellikle Çerkes erkekleri olduğu için, aktarılan ve yazılanlar da son yıllara kadar maalesef ki erkeklerin deneyimleriydi. Erkekler savaşçılıklarıyla, kadınlar ise doğurganlıkları ile ön planda olup anne figürü ile bütünleştiler çağlar boyu.

Sürgün sürecinde Çerkes kadınlarının yaşadıklarına baktığımızda, 1864 sonrasında Osmanlı Sarayı'nda Çerkes cariye sayısının arttığını görüyoruz. Zaten Çerkesler Osmanlı'ya sürgün edildikleri ilk andan itibaren köle pazarlarına çıkarılmışlardır. Osmanlı için ise, Çerkes kadınları her zaman daha cazibeli, köle olarak alınıp satılan, haremlerde kullanılan konumdadır. Saray'da cariyelik geleneği iyice oturmaya başladığında ise "Saraylı Cariye" diye bir gerçekle karşı karşıya kalıyoruz. Kadınlar, saraylı soylular tarafından cariye olarak hediye ediliyor, evlenip saraydan ayrıldıktan sonra "saraylı" sıfatıyla onurlandırılıyorlardı. Saraylılar kendi ailelerine de saraydan doğru gelir kaynağı olarak görülüyorlardı.

Tarihsel metinlerde ya da sözlü olarak bu zamana kadar aktarılan kimi anlatılarda Çerkes kadınlar "anne" vasfıyla anılır. Soykırım ve sürgünde "anne" vasıflarına bağlı olarak çektikleri zorluklar, baskılar, eziyetler dile getirilir.

"Savaş, esaret, sürgün" fark etmeksizin kadınlar doğurganlıklarıyla ön plana çıkar. Savaşan, başkaldıran, itiraz eden bir kadın figürü görmek mümkün değildir. Çünkü tarihi belgelere konu olan her kadın anneliği ile ön planda olup "bir nesil yetiştirmek" görevini üstlenmiştir. Balkanlara göç etmek zorunda bırakılan Çerkeslere, Çerkes kadınlara baktığımızda da yine aynı tanımlamaları görmemiz mümkün. Çerkes kadınların diğer uluslar içindeki kapalılığı ve başını bir an olsun yerden kaldırmayışına ve anneliğine yapılan vurgular söz konusudur.

'ÇERKES ERKEKLERİ SAVAŞÇI, ÇERKES KADINLAR ANNE OLARAK KURGULANDI'
Tarihi anlatılar genelde erkeklerin savaşçılığı ve kadınların anneliği üzerine kuruluyorsa; genel olarak kadının çevre ile ilişki ağı ele alınıyorsa Çerkes toplumunda herhangi bir cinsiyet eşitliği söz konusu değildir.

Osmanlı politikalarıyla Anadolu topraklarına dağıtılan Çerkeslerde kadınların konumu uzun yıllardır ikincil planda kaldı. Köylerden kentlere yerleşme sürecinde Çerkesler, kentlerde kendi varlıklarını korumak adına kurumlar kurdu. Fakat bu kurumlarda da kadının konumu değişmedi. Diaspora Çerkeslerinde toplumsal cinsiyet eşitliği söz konusu değildir. Çünkü kadınlar hala kurumlarda etkin rol alamaz, görev üstlenemez, etkinliklerde söz söyleyemez.

Son yıllarda Çerkes kadın hareketinin gelişmesiyle beraber bu durum değişim göstermektedir. Hatta soykırım süreci ve sonrasındaki verilere, kadınlarla ilgili anlatılara ve bu bilgilere ulaşmamızı sağlayan da Çerkes kadın hareketidir. Kadınlar da itiraz etmekte, kendi görüşlerini ortaya koyabilmektedir. Her ne kadar Çerkes kadın hareketi ilk çıktığı andan itibaren "itiraz eden kadınlara alışık olunmadığı için" "kültürümüzü yıkacaklar" denilerek Çerkesler tarafından olumsuz bir yere konulsa da Çerkeslere başka bir gerçekliğin var olduğunu, itiraz eden kadınların, hayatları için mücadele eden kadınların var olduğunu göstermiştir.

Türkiye'de Çerkes örgütlülüğüne düzeyde, bu yeterli mi?
Sürgün ve soykırım tarihi kesintisiz ve tavizsiz bir hesaplaşma gerektiriyor. Çünkü bu zamana kadar taviz verdiğimiz için bu durumdayız. Hesaplaşma ise ancak politik özgürlük mücadelesi ve devrim ile mümkün olacaktır.

Şu anki durumda Kafkasya ve Çerkes Diasporası üzerinden bölgesel emperyalist hayaller kurulmakta ve bu hayaller geçmişin, ezilen halklar üzerinde üretilmesine neden olmaktadır. Kafkas halkları toplumsal ve kültürel olarak zengin oldukları için tarihsel bağlamda bölme siyaseti ile müdahale edilmiştir. Hal böyleyken neler yapmamız gerektiğini tartışmalıyız.

'GÜNÜMÜZ 21 MAYIS'LARI SEMBOLİK KUTLAMALARLA GEÇİYOR'
Ermeni  soykırımının tanınması bakımından sosyalistlerin büyük bir etkisi olduğunu görüyor ve Çerkes soykırımı için de bunu gerçekleştirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Çerkeslerin en önemli takvimsel gündemine baktığımızda, her sene 21 Mayısların bu coğrafyada anma biçiminde geçiyor olması, bize bir şeyleri kaybettiğimizi gösteriyor. 21 Mayıslarda Kefken sahile gidilir, denize karanfil bırakılır. Fakat meselenin muhatapları ile ilgili tek kelime dahi edilmez. Çünkü Çerkesler, başta da dediğimiz gibi sürgün tarihi boyunca da devlete bağlı hale getirilmiş ve devlete sadakat duygusu geliştirilmiş, bu bağlamda da iktidarlarla Çerkesler arasındaki ilişki de Çerkes ulusal sorununu etkilemiştir. İşte günümüz 21 Mayısları da bunun sonucudur.

2000 sonrasında Çerkeslerin oldukça dinamik olduğunu söyleyebiliriz. Uluslararası kampanyalar, Sochi Olimpiyatları sürecinde yürütülen uluslararası kampanya, Putin'in Türkiye'ye gelişindeki eylemlilikler, 21 Mayıslarda Taksim Rus Konsolosluğu önünde eylemler ve sayabileceğimiz birçok örnek ile o tarihten bu yana dinamizmimizi kaybettiğimizi görüyoruz.

'ÇOĞU ÇERKES GENCİ ANADİLİNİ BİLMİYOR'
Geçmişe dair kaybettiğimiz şeylerden biri yalnızca dinamizm değil elbette. Bu sürece kadar derneklerde yalnızca "kültür" üzerine adım atıyoruz. Fakat kültür mücadelesinin politik mücadele ile bağı koptuğu anda, bizler maalesef ki kültürümüzü de kaybedeceğiz. Örneğin anadil mücadelesi bu duruma verebileceğimiz örneklerden en önemlisidir. Şuan çoğu Çerkes genci anadilini bile bilmez.

'ÇERKESLER OLARAK EZİLEN HAKLARLA BİRLİKTE MÜCADELE ETMELİYİZ'
Bizler, bu mücadelenin gelişmesi için; politik konumdan bağımsız olarak politik özgürlük mücadelesi düzeyinde meselenin öznesi olmalıyız. Çerkes dernekleri ya da kitle örgütleriyle somut temas yolları bulmalıyız. Hangi coğrafyada yaşarsak yaşayalım, kendi haklarımız ve özgürlüğümüz için ezilen halklarla birlikte mücadele etmeliyiz. Bulunduğumuz coğrafyada mücadele ederken de anavatana kitlesel dönüş fikrimizi geliştirmeliyiz.