Akdağ: Mücadeleyi ortaklaştırıp sokakta kurmalıyız
SODAP Sözcüsü Akdağ, devlet-mafya-sermayenin kaynaştığı kontrgerilla iktidarına karşı mücadeleye ilişkin ETHA'ya konuştu. Devlette olduğu gibi derin devlette de bir devamlılık olduğunu kaydeden Akdağ, direnç geliştirebilecek tüm demokrasi güçlerinin içinde yer aldığı kanalları güçlendirerek, mücadeleyi sokakta kurmak gerektiğini söyledi.
Sosyalist Dayanışma Platformu (SODAP) Sözcüsü Sevtap Akdağ, 90'lı yıllarda deşifre olan kontrgerilla yapısının 2000'li yıllarda bir kısmının tasfiye edildiğini, siyasal islamla biçimlenen yeni sermaye birikiminin iktidara geldiğini söyledi. AKP'nin demokratik görünme boyasının 2010'lardan sonra döküldüğüne işaret eden Akdağ, SADAT, IŞİD gibi güçlerle yeni kontra, paramiliter güçlerin devreye konularak bölgede güç olma hayalleri kurulduğunu belirtti.
Akdağ, 2021 yılının başından itibaren daha etkin bir şekilde açığa gençlik, kadınlar ve Kürtlerin mücadele dinamiklerinin birleştirilmesi ihtiyacına dikkat çekti. Direnç geliştirebilecek tüm güçlerin yan yana geldiği kanalların kurulması ve mücadeleyi sokağa taşıma ihtiyacına işaret etti.
DERİN DEVLETTE DEVAMLILIK ESAS
Devlet-mafya ilişkisi üzerine kurulan kontrgerilla devleti gerçeği Sedat Peker'in itiraflarıyla yeniden gündemleşti. Siz bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Devlette devamlılık esastır diye bir söz var. Kapitalist sistemde bakıldığında derin devlette de bir devamlılık söz konusu. Bugün açığa çıkanlar 90'larda Susurluk olarak adlandırılan süreçte de net ortaya konulmuştu. O dönem toplumsal muhalefet bütün bunların temizlenebilmesi için sokağa dökülmüş, taleplerini yükseltmiş, hak arayışı sürecini gündeme getirmişti.
Ancak o dönemden hemen sonra 2000'li yıllarda, deşifre olan kontrgerilla yapısının bir kısmı tasfiye edildi, rejimin içine girdiği krizin bir yeni aşıyla giderilmesi ihtiyacının ürünü olarak siyasal islam iktidara taşındı ve yeni bir sermaye birikiminin yaratılması anlamına gelen bir dönemi yaşadık. Bu dönemi, bir tür temizlenme görüntüsü, süründürerek demokratikleşme olarak tanımlayabiliriz. Bu süreçte palazlandırılan ve siyasal islamla biçimlendirilen bir yeni sermaye birikimi de oluşturuldu. İşte beşli çete diye adlandırdığımız bir sermaye birikim rejimiydi bu. Bununla gücün iç içe palazlandığı, savaş ekonomisinin bölgede yoğun bir şekilde değerlendirilerek bundan beslenildiği, ideolojik mekanizmasının Türk-İslam sentezinin İslam-Türk şeklinde yoğunluk oranlarının değiştirildiği bir dönemdi.
GEZİ İSYANI VE 2015'TE AÇIĞA ÇIKAN UMUT EGEMENLERDE KORKU YARATTI
2013'te Gezi'de açığa çıkan isyanı, baskı, zor ve zapturapt altına alma çabası karşısında toplumun bütün yaşam kanallarına sahip çıkma mücadelesi şeklinde tarif edebiliriz. 2015'lere kadar, toplumun kendi kaderine sahip çıkma ve demokratikleşme arayışlarının çeşitli biçimlerde tezahür ettiği bir dönem yaşadık. Özellikle Kürt halkının ortak vatanda eşit yurttaşlar olarak yaşama talebiyle, Türkiye demokrasi güçlerinin temel taleplerinin yan yana getirildiği, daha eşitlikçi, özgürlükçü, çoğulcu bir hayatın kurulması çerçevesinde yeni bir noktaya taşınma mücadelesiydi bu.
Bunun açığa çıkardığı toplumsal hareketlilik, mobilizasyon, umut büyük bir korku yarattı egemen kesimlerde. 2000'lerde oturtulan sistem gittikçe fazla savaş ekonomisi, baskı, sömürgeci bir anlayışla biçimlendirildi. Daha önceki dönemin mafya, sermaye ve devlet mekanizması ilişkilerinin yeni dönemin ihtiyaçları çerçevesinde kurgulandığı bir hale dönüştürüldü. Açığa çıkan ifşaatlar git gide zayıflayan hem pasta paylaşımının hem bu sürecin sürdürülemez olmasının kamuoyu önünde daha görünür hale gelme aşamasıdır.
GAYRİNİZAMİ HARP AYGITLARIYLA TOPLUMDA KORKU YARATILMAK İSTENDİ
Ortaya çıkan bu ilişkiler üzerinden baktığımızda AKP döneminde yolsuzluklar, kaçırma, kaybetme, işkence yine Suruç, Ankara, HDP mitingine yönelik katliamları değerlendirsek ne söylersiniz?
AKP iktidarının 2002'de başlayan 2010'lara kadar kendisini sistemin içinde var etme, çeşitli kesimlerle koalisyon güçleri oluşturma çabaları 2013'te Gezi isyanına yol açtı. 2015'de özellikle halklar için umut vaat edecek bir yeni bileşimin, toplumsal mücadele kaynaklarının açığa çıkmasıyla, iktidarın en gerici, savaş politikalarına odaklı yüzü görünür hale geldi. Özellikle 7 Haziran'da tezahür eden onlar açısından korku verici şey bu tür katliamların, bir takım taşeronlar eliyle, -işte o dönem bölgedeki IŞİD varlığı- yapıldı. Amaç, o süreçlerde açığa çıkan SADAT ve benzeri yeni dönemin gayrinizami harp aygıtlarıyla toplumun üzerinde bir korku yaratmak, toplum psikolojisini yönetmek ve kurulan rejimin bekasını sağlanmaktı. Bombalamalar, 10 Ekim katliamı, oyuncak götüren çocuklarımızın yaşadığı büyük katliam; rejimin kendi varlığını korumaya dönük hamleler ve çözümsüzlüğün açık ve net yansımasıydı.
SALDIRGANLIĞA RAĞMEN HALK TESLİM ALINAMADI
Yoğunlaşmış olan saldırganlık 1 Kasım'da toplum psikolojisini rehin alma noktasına geldi. Ama bu noktaya rağmen toplum psikolojisini bir bütün olarak teslim alındığını söylemek doğru olmaz. Sonraki süreçlerde gerek kadınların mücadelesi, gerek Kürt halkının eşitlik, özgürlük arayışı, gerek gençlerin sokaklarda hayatlarını savunmak için verdiği mücadele bunu gösteriyor.
Son yapılan ifşaatlarda, başta IŞİD, El Nusra gibi Suriye'deki çetelerin askeri olarak donatıldığını, bu güçlerin Libya, Azerbaycan ve Kuzey Kürdistan'ta paramiliter güç olarak kullanıldığını gördük. Türkiye'nin uluslararası müdahale gücü olarak bu tür çeteleri kullanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dünyada sosyalizmin prestijinin ortadan kalktığı, sosyalist ülkelerin yıkıldığı, neoliberalizmin postmodern dünyanın kalıcılığını ilan ettiği dönemde tüm dünyada çok başlılık olarak adlandırılan farklı güç merkezleri oluştu. AKP iktidarının kendisini var ettiği dönem, bölgede tek yumruk olmuş bir emperyalist rejim değil de Çin, Rusya, AB, ABD'nin, bölge politikalarında zaman zaman birbirleriyle çelişip başka aktörlere kimi olanaklar yarattığı bir süreç yaşandı. Bölgede de başlangıçta BOP ve benzeri isimlerle o dönem ılımlı İslam olarak adlandırılan politikaların, bölge halklarının yönetilmesi açısından uygun bir aparat olacağı değerlendirmesiyle bunların güçlendirilmesi de söz konusuydu. AKP iktidarı böyle bir konjonktürü rüzgar alarak konumlandı ve bölge gücü olarak kendisini konumlandırma şansı olduğu vehmine kapıldı.
Sözünü ettiğimiz güç savaşları içerisinde Libya'da, Suriye'nin kuzeyinde, Irak'ta, Mavi Vatan Projesi olarak adlandırılan şeyde, IŞİD'le kurulan ilişkilerde kimi olanakların açığa çıktığını gördük. Daha önceki dönemlerde emperyalist güçlerin, kontra tarzı örgütlenmelerle farklı ülkelerde güç yarıştırma ve kendilerine alan yaratma yaklaşımları biraz Türkiye hükümeti açısından da hayırhah bir politika haline getirildi. Katar ile kurduğu ilişkiyi örnek verebiliriz. Kendi ittifaklarını yaratmak, ekonomik zeminlerini kurgulamak, kimi kara para trafiklerini yönetir hale gelmek, kendi bekasını sürdürülebilir hale getirmek açısından bu türden taşeron örgütleri ya da gayrinizami çetelerin iktidar kurulmak istenen yerlerde konumlandırıldığına tanık olduk.
ORTADOĞU POLİTİKASI ÇÖKTÜ
Bütün bunların da bir sonuna gelindi. Libya'da ortaya konan politika çökmüş oldu, diğer Arap ülkeleriyle kurulmuş olan politikalarda büyük oranda bir gerileme ve buralarda itibar yitimi söz konusu. Şimdi yine Azerbaycan vb. yerlerde tutunarak bir bölge devleti, bir bölge gücü olarak görülme çabası söz konusu. Bunda da sınıra geldiğimiz açık. Şu an hem içeride milliyetçi, şoven mekanizmayı ayakta tutmak, hem karanlık ilişkileri yönetmek açısından şu an en elverişli görünen şey Kürt savaşı. Hem Suriye, Irak ve Kuzey Kürdistan'da tahkimatı sağlamak, bölgede bir etkinlik kurma zemini yaratmaya dönük bir aparat olarak değerlendirme yaklaşımı devam ediyor. Tabi bu bölgede halklara büyük acılar ve bir savaş politikası şeklinde yansıyor.
Ezilenlerde biriken tepki ve öfke söz konusu. Faşist rejiminin içindeki çatlaklar derinleşiyor, yöneteme krizi var. Bu krizi derinleştirmek ve ezilenlerdeki öfkeyi büyütmek için ne yapacaksınız? Somut planlarınız var mı?
2021'e toplumsal muhalefet güçleri, çeşitli mücadele kanallarını inşa ederek, daha görünür hale getirerek girmiş oldu. Gerek Boğaziçi'nde gençlerin başlattığı mücadele hattı, gerek kadınların uzun zamandır devam ettiği yaşamlarına sahip çıkma çerçevesinde kurdukları mücadele hattının en son İstanbul Sözleşmesi çerçevesinde büyük kitlesel, dirençli eylemlerle sokakta ortaya konmuş olması, gerek Newroz'da Kürt halkının büyük kitlelerle sokağa inmiş ve taleplerine sahip çıkmış olması, 1 Mayıs'ta sosyalistlerin halkın taleplerini sokağa taşıma iradesini göstermiş olması gibi pek çok noktada ortak mücadele kanallarının nereden ve nasıl yaratılması gerektiğine dair pek çok olumlu ipuçları ortaya kondu.
MÜCADELEYİ SOKAKTA KURMALIYIZ
Bu bize açıkça şunu gösteriyor. Bir, direnç geliştirebilecek tüm demokrasi güçlerinin içinde yer aldığı kanalları güçlendirmek gerekiyor. İkincisi, toplumun ihtiyacı olan işine, aşına, geleceğine, onuruna, taleplerine sahip çıkacağı ortak mücadeleyi sokakta kurmak gerekiyor.
Bu süreçte şöylesi yaklaşımlara tanık oluyoruz; zaten bunlar çok zayıfladılar ve nasıl olsa bir seçimle gidecekler. Doğru çok zayıfladılar, ama faşizmin kurumsallaştığı ve meşruiyetini seçimle sağlayamayacak hale geldiği dönemlerde; kolayca gidecekler diye bakılamaz. Bunun karşısında toplumun bütün taleplerinin ortaklaşması ve sese dönüşmesine ihtiyaç var. Bunun için de çok geç kalmamaya, birbirimizin sesini güçlendirecek, birbirimizin iradesine güç verecek bir mücadele birliğini yakalamaya ihtiyaç var.