8 Mayıs 2024 Çarşamba

Yasemin Direkçi yazdı | Kasım ve kutup yıldızlarımızla buluşma

Devrime ve binbir emekle-bedelle yaratılan devrimci değerlere inanıyoruz. Dağ başlarında, sokaklarda ve dört bir yanda insanların canlarını vererek yarattığı değerler bunlar. "Devrimcilik yapmak isteyen herkes hapis yatmayı, dayak yemeyi, can vermeyi göze almıştır zaten değil mi?" diye geçip duruyor aklımdan. Bu işin bir de başka yanı var tabi. Mesela, yaşamımız biraz da nasıl öleceğimizi belirliyor, devrimcilerin yaşamlarına baktığımızda bunu görebiliyoruz değil mi? "Devrimci yaşam" kavramından bahsediyor konuşan yoldaş. Yaşamımızın her ayrıntısında, yoldaşlara yaklaşımımızda, her an ölçebileceğimiz bir şey bu. Gayet somut.

Rüzgarlı bir Kasım akşamındayız ve sandalyelerden yuvarlak oluşturmuş, yoldaşlarla birlikte atölyedeyiz. Geciken yoldaşları beklerken çalışmaların yoğunluğu sırasında denk gelemediğimiz yoldaşlarla sohbet ediyor ve hasret gideriyoruz. Derken herkes geliyor, sayımız kalabalıklaşıyor ve ideolojik atölye çalışmasının moderatörlüğünü yapacak yoldaş giriyor söze. Konu "şehitlerden öğrenmek".

Yoldaş öncelikle devrimciliği tarihsel bağlamı içerisinde ele alıyor. Sonrasında "şehit" kavramından ne anladığımızı, bizim için ne ifade ettiğini, onları içererek aşmanın ne demek olduğunu dinliyoruz. Daha önce duyanlar da var kulağına ilk defa değenler de. Düşünüyoruz hep birlikte. Onları aşamazsak kavga nasıl yol alsın ki? Ulaş Alankuş, Yasemin Çiftçi, Hasan Ocak, Kerem Pehlivan… Birer birer sıralanıyor isimler. "Onları aşmak için öncelikle onlar gibi olabilmek gerekiyor" diyorum içimden. Şimdi durduğumuz yeri sorgulamanın, kendimizle karşı karşıya gelmenin tam zamanında, Kasım’dayız işte.

Devrime ve binbir emekle-bedelle yaratılan devrimci değerlere inanıyoruz. Dağ başlarında, sokaklarda ve dört bir yanda insanların canlarını vererek yarattığı değerler bunlar. "Devrimcilik yapmak isteyen herkes hapis yatmayı, dayak yemeyi, can vermeyi göze almıştır zaten değil mi?" diye geçip duruyor aklımdan. Bu işin bir de başka yanı var tabi. Mesela, yaşamımız biraz da nasıl öleceğimizi belirliyor,  devrimcilerin yaşamlarına baktığımızda bunu görebiliyoruz değil mi? "Devrimci yaşam" kavramından bahsediyor konuşan yoldaş. Yaşamımızın her ayrıntısında, yoldaşlara yaklaşımımızda, her an ölçebileceğimiz bir şey bu. Gayet somut. Söz alan yoldaşlar oluyor ve sesli düşünüyoruz... Gerçekten bizler, yoldaşlarımıza yaklaşımlarımızda onları son görüşümüz olabileceğini, yanımızdan ayrıldıktan hemen sonra bile şehit ya da tutsak düşme ihtimallerinin her daim var olduğunu aklımızdan geçiriyor muyuz? Şehit yoldaşlarımızı çok seviyoruz, peki ya şimdi yanımızda olan ama ileride bir gün şehit düşebilecek olan yoldaşlarımıza karşı sevginin hakkını veriyor muyuz? Ya da günlük yaşamımızda devrimci yaşam ve onun gerekleri nerede duruyor? Mesela görüşmelerimize söz verdiğimiz saatte gidiyor muyuz, sabahları kaçta kalkıyoruz, çeşitli duygusal ya da arkadaşlık ilişkilerimizin bizi geriye çektiğini fark ettiğimizde neyi tercih ediyoruz? Sonra yine geliyor aklıma bir çift kelime; tercih etmek. Evet, belki de bu kadar açık. "Devrimden başka bir yaşam yoktur" diyoruz değil mi? Aslında var. Evet, bir düşünelim. Devrimci yaşamdan uzaklaşarak yaşayabileceğimiz başka bir hayat yok mu? Devrimciler bilmiyor mu bunu? Biliyorlar ama onlar "başka bir yaşamda" görmüyorlar kendilerini. Göremezler. Görmemeliler. Bu onlara korkunç geliyor. Tam o sıra ikinci bir kavrama getiriyor sözü moderatör yoldaş; "kopuşu örgütlemek".

Sabah bir yoldaşla yaptığım konuşma aklıma geliyor burada. Ailelerimizden bahsediyoruz, bizi türlü oyunlar ve geri yaklaşımlarla nasıl mücadeleden vazgeçirmek istediklerinden konuşuyoruz. Esaslı bir psikolojik ve ideolojik savaş bu. Ellerinden geleni ardına koymuyorlar gerçekten. Devleti olsun, ailesi olsun, düzen içi burjuva yaşam olsun... Devrimcileşmek isteyen herkes bunlara karşı dimdik bir duruş sergilemek zorunda. İşte tam burada bizden önce yaşamlarında bunları yenmiş yoldaşlar yardıma koşuyor. Elimizden tutup bizlere yol gösteriyorlar. Sevda Çağdaş mesela.. Ailesi epey zorluk çıkarıyormuş yoldaşa, atölyede dinledim bunu. Eve kapatmalar, baskı uygulamalar, dayaklar ve dahası. Yoldaş bir karar alıyor sonunda ve evi terk edip yeni bir yaşama kanat çırpıyor. Özgürleştiğini hissediyor. Özellikle genç kadın devrimciler için hem bir özgürleşme hamlesi hem de bir kopuş örneği değil mi bu?

Sonra diyor ki moderatör yoldaş, "Hesapsızca yaşamalı devrimci!" Gerçekten düşünmek gerek. Canımızı vermeyi göze aldığımız devrim yolunda küçük hesaplar yaparken yakalıyor muyuz kendimizi hiç? "Aman okulumu bitireyim, belki ileride mücadeleyi bırakırım" diye garantici yaklaşanlar oluyor mu mesela? İleri düzeyde devrimcilik örgütleme iddiasında bulunup burjuva yaşamın alışkanlıkları ve duygularından kopamayanlar, ne olur ne olmaz diye iki hayatı da bir arada götürmeye çalışanlar? Kafamda zonkluyor burada tekrar tekrar, içimden defalarca kez inanarak söylüyorum: Evet, "Devrimden başka bir yaşam yoktur" cümlesi.

Mücadelenin içindeyken yaptığımız küçük hesapların gün gelip bizi mücadeleden koparma ihtimalini düşünüyorum. Ya da böyle küçük hesaplar yapmanın devrimden başka yaşam olmadığı düşüncesinden ne kadar uzakta olduğunu. Öğrendiğimiz iki kavram; hesapsızlık ve kopuşmak. Düzen içi yaşamı getiriyorum gözlerimin önüne, devrimden başka bir yaşamın olmadığı düşüncesi giderek kafamda daha da somutlaşıyor. Bu anda yoldaşlara bakıyorum. Bazı başlar yerde, bazılarının gözleri uzaklara dalmış. İç sorgulamalar yapılmaya başlanmış bile, besbelli. Ama bu güzel, Kasım bu yüzden var; sormak ve sorgulamak, kendinle mücadele etmek ve hedefleri büyütmek için.

Moderatör yoldaş atölyemizin sonraki kısmında bizlere bir soru yöneltiyor yine, soru sormayı seven bir yoldaş. "Tanıdığımız bir şehit yoldaş var mı?" diyor. Hepimiz genciz, mücadele yaşamımız pek yok, saflarda yerimizi yeni almış sayılırız. Aramızda henüz mücadeleye yeni atılmış genç yoldaşların çokluğu hemen gözümüze çarpıyor. Çoğumuzun tanıdığı, vakit geçirdiği ve dokunduğu bir şehit dahi yok. Bizden yaşça daha büyük yoldaşlar imdadımıza yetişiyor. Tanıdıkları yoldaşlardan bahsediyorlar. Onlar anlatıyor, biz dinliyoruz. Tanışamadık belki hiçbiriyle ama biz de fikirlerimizi ve duygularımızı paylaşıyoruz. Burada vurgulanması gereken önemli bir nokta şu ki, anlatımlarda ölümsüz yoldaşlar erişilmesi imkansız gibi bahsedilmiyor. Şehit yoldaşlardan böyle bahsetmek, onlar gibi olmak ve onları aşmak için önemli. Elbette hepsinin zaafları, yetersizlikleri, değişmesi gereken yanları vardı. Hepsi bizler gibi birer insandı neticede. Onları diğer insanlardan ayıran şey ise bir kopuşu temsil etmeleri ve hesapsızca kendilerini devrime adamaları idi. Şehitleri tanıyan yoldaşların aktarımlarından sonra hayatında hiç tanıdığı bir yoldaşı şehit düşmemiş olan yoldaşlar da atölyeye katkıda bulunuyor. Bir yoldaş örgütlenme sürecinde Eskişehir’de şehit düşen Ozan Sökmen ve Fırat Şeran yoldaşların düşmana teslim olmadıkları sokaktan geçerken yaşadığı duygularından bahsediyor. Evet diyorum kendi kendime, Kızıldere’den, Sabahat Karataşlar’dan, Orhan Yılmazkayalardan, Yeliz ve Şirin yoldaşlardan gelen teslim olmama geleneğini son dönemde taçlandıran devrim şehitleri onlar. Bu örnekler de içererek aşmayı gösteriyor bizlere. Çıkışı yapanlar tarihe bir imza attılar, diğerleri de bunu taçlandırarak devam ettiler. Yaratılan devrimci değerler işte böyle gelişmiyor mu? Eğer biz şehitlerimizden öğrenmezsek, onların izinden yürümezsek mücadele geri düşer kuşkusuz. Bundan dolayı Kasım bizim için çok özel bir yerde duruyor. Tüm senenin yoklamasını veriyoruz biraz da bu zaman diliminde. Kendimize karşı özeleştiri vererek geride bırakacağız bir Kasım’ı daha. Onlardan güç alarak, devrimciliğimizi yeniden yaratarak. Ne mutlu bize ki böyle güçlü bir kaynaktan besleniyoruz. Ne mutlu ki, bu yazıyı yazarken masada duran Suruç şehidi Hatice Ezgi Sadet’in o güzel fotoğrafı bana kocaman gülümsüyor. Ne büyük onur ki ölümsüzler beni ve benim gibi onlarca genç yoldaşı denetliyor. Kasım ayının son günlerinde, onlara özlem ve minnetle.