25 Nisan 2024 Perşembe

Tanyılmaz: Krizin sebebi sermayenin artı değerden yeteri kadar kar edememesi

İstanbul'da düzenlenen "Demokrasi Konferansı"nda konuşan Doç. Dr. Kurtar Tanyılmaz, krizin sebebinin açgözlü sermayedarların varlığı olmadığını dile getirerek, "Asıl sebebin sermaye birikiminin canlı olmaması ve artı değerden yeteri kadar kar edilmemesi, kar oranları eğiliminin düşmesi, yatırımın yavaşlaması, emek sermaye çelişkisi, üretimin toplumsallaşmasının artması" dedi.
Halkların Demokratik Kongresi (HDK), iki gün sürecek "Demokrasi Konferansı" İstanbul'da Elite Word Otel'de devam ediyor.
 
Konferansın ilk oturumu Atılım Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Deniz Bakır'ın moderatörlüğünde "Nasıl bir dünya-tarihsel süreçte demokrasiyi tartışıyoruz" başlığı ile yapıldı.
 
Bakır, demokrasinin sınıflar üstü bir kavram olmadığını belirterek uygulayan sınıfa göre belirlendiğini belirtti.
 
"Dünyada ve Türkiye'de kapitalizm hali" sunumunu yapan Doç. Dr. Kurtar Tanyılmaz, "Dünya ekonomisinin birtakım yönetenleri var ve yönetenler krizi yönetemedikçe inkara yöneliyor" diyerek günümüz kapitalizminin geldiği noktanın iyi olmadığını ifade etti.
 
Egemenlerin algı yönetimi ile kriz olmadığını kavratmaya çalıştığını vurgulayan Tanyılmaz, dünyada krizin gelişim evrelerini; küresel krizin başlangıcı, Avrupa ekonomisinde durgunluk, 'Yükselen piyasalar'da kriz eğiliminin güncellenmesi ve artan korumacılık eğilimi olarak 4'e ayırdı ve şuan dördüncü aşamada olunduğunu kaydetti.
 
Dünya ekonomisinin krizinin daha da kötüleşeceğini belirten Tanyılmaz, bunun sebebi olarak borç yükünün artması, en yüksek borçluluk düzeyine ulaşıldığını, piyasaların erimeye başladığını, merkez bankalarının manevra alanlarının çok kısıtlı olması, gelişmekte olan ülkelerden sermaye çıkışlarının devam etmesi, AB ekonomisinin toparlanması ve işsizliğin artması gibi nedenler olduğunu söyledi.
 
Krizin sebebinin açgözlü sermayedarların varlığı olmadığını dile getiren Tanyılmaz, "Asıl sebebin sermaye birikiminin canlı olmaması ve artı değerden yeteri kadar kar edilmemesi, kar oranları eğiliminin düşmesi, yatırımın yavaşlaması, emek sermaye çelişkisi, üretimin toplumsallaşmasının artması" dedi.
 
Tanyılmaz, krizden çıkışın koşullarının, sömürüyü artırmak ve işçi sınıfını yenilgiye uğratmak, sermayenin değersizleştirilmesinin sürekli ertelenmesi eğilimleri olarak gelişebileceğini kaydetti.
 
Dünya ekonomisinin krizlerinin sonuçlarına değinen Tanyılmaz, "Dünya ekonomisinin büyük bunalımının giderek derinleşmesi, ticaret ve dünya savaşları, faşizan akımların güçlenmesi, küresel sermayenin parçalanması, işçi sınıfına yönelik saldırıların artması, kemer sıkma politikaların artması, işçi sınıfı mücadelesinin yükselmesi gibi etkenleri ortaya çıkarabilir" dedi ve 3. havalimanı işçileri, sarı yelekliler ve Tunus'ta kamu emekçilerinin grevini örnek gösterdi.
 
Türkiye'nin ekonomik krizinin dünya ekonomik krizi ile bağlantılı olduğunu vurgulayan Tanyılmaz, bunun nedeninin Türkiye sermayesinin sınırlı üretimle dünyaya açılması, krizi tetikleyen ve şiddetlendiren AKP ve Erdoğan'ın politikaları, sürekli artan cari açık ve özel sektörün dış borçları olduğunu söyledi.
 
Kriz karşısında burjuvazinin tepkisinin "Emekçiden al patrona ver" politikasını uygulamak olduğunu ifade eden Tanyılmaz, krizden çıkışın ortak çıkarlar temelinde olmayacağını kaydetti. Krizin kimin iktidarında atlatılacağının belirleyici olduğunu vurgulayarak bunun burjuvazinin iktidarında olamayacağını söyledi.
 
"Türkiye dönüşüyor: Rejim krizi ve devletin yeniden yapılandırılması" başlığında sunumu ise Doç. Dr. Şebnem Oğuz yaptı. Oğuz, iktidarın otoriterleşme eğilimin sadece dünyada değil Türkiye'de ortaya çıktığını belirtti. Türkiye'deki otoriterleşmenin kendi özgünlüklerinin de olduğunu vurgulayarak siyasi otoriterlik olduğunu, kendi dışındaki siyasi partilerin iktidara gelmesini engellediğini aktardı. Bu duruma seçim güvenliği sorununu ve HDP üzerindeki baskılarla örneklendiren Oğuz, Suruç katliamı, OHAL ve KHK'lar ile bu siyasi biçimin derinleştiğini kaydetti.
 
Oğuz, 2013 yılının Türkiye'nin yakın siyasi tarihi ve rejimin karakter değişimi açısından dönüm noktası olduğunu belirterek, Gezi ayaklanması ve Gülen cemaati ile AKP'nin arasının bozulmasına denk geldiğini kaydetti.
 
Oğuz, polisin muhaliflerin üzerindeki baskısının artması, üniversitelerin özerkliğine saldırıların başladığın ve bunun 15 Temmuz ile birlikte yasallaştığını söyledi. Bu dönemde ordunun sembolikleştiğini ve iç güvenlik hiyerarşisinde polisin etkinleştirildiğini dile getirerek iç güvenlik hiyerarşisinde yapılan değişikliklere örnek verdi ve çıkan sonucun polisin jandarmalaşarak siyasallaştığını belirtti.
 
Polise sadece jandarma görevinin değil, yargının da görevlerinin verildiğini, polisin Özel Harekat Polisi gibi kimi unvanlar edindiğini ve tamamen siyasal iktidarı koruma görevi ile yüklendiğini ve İslamlaştığını kaydetti.
 
Oğuz, MİT'e bu süreçte işlev değişikliği ve operasyon düzenleme ve yargı kararı olmaksızın bilgi edinme yetkisi verildiğini hatırlattı.
 
Siyasal değişimin ise Suriye'li mültecileri kendi sınırlarında tutma veya tutmama politikası ile Avrupa ülkeleri ile arasındaki ilişkiyi düzenlemeye çalışan AKP'nin aynı zamanda sermayenin de değişimine neden olduğunu belirtti. Gezi direnişine kısmı destek verdiği iddiası ile Koç Holding'e vergi denetimi ile başlayıp Gülen Cemaatine ait mal varlığına el konulması ile devam ettiğini dile getirdi.
 
Olağanüstü devlet biçimlerinde faşizan ögelerin öne çıktığını belirten Oğuz, kitle mobilazyonu olarak 15 Temmuz'da camilerden okutulan selaların ve sokağa salınan kitlenin, camilerin gençlik kolları oluşturmaların, emekli subaylardan oluşan SADAT gibi kuruluşları örnek verdi.
 
Güç fetişizmi olarak esnaf ve muhtarlara hitap edilmedi ve özellikle darbeyi engelleyen kitlenin kendileri olduğu duygusunun yaratılması, liderlik fetişizmi gibi karakteristik özelliklere değinen Oğuz, Türkiye'deki rejimin kendine has faşizmim ile yönetildiğini söyledi.