11 Mayıs 2024 Cumartesi

Rizgar Baran yazdı | Sömürge Kürdistan'dan yoksul serhildanı

Kuzey Kürdistan'daki bu halk isyanını koşullayan başlıca iki etken var. Birincisi; bu isyan "genel geçer" bir yoksullaşmanın ya da alelade kapitalist bir iktisadi tablonun değil, gerçek özgün ve somut bir durumun, Kürdistan'ın sömürge halinin doğrudan yansımasıdır. İkincisi; tam da bu sömürge halinin doğurduğu ulusal özgürlük mücadelesinin isyan toprağı olması gerçeğidir. Kısacası sömürge halinin dolaysız bu iki boyutunun, yani yoksul ve sömürge halk gerçeğinin kesişim noktası, bu isyan dalgasının da maddi ve politik zeminini oluşturmaktadır.

Son bir haftada pek çok kent, "Zamlar geri alınsın" talebiyle sokakları dolduran halk eylemliliklerine tanıklık etti. Yaklaşık iki ay önce döviz kurundaki ani yükseliş karşısında önemli oranda da öncü eylemleriyle sınırlı kalan "geçinemiyoruz" hareketi gelinen noktada bir genel halk hareketine dönüşme eğilimine girmiş durumda. Son bir hafta-on gün içerisinde Farplas işçisiyle başlayan ve nakliye-kurye işçileriyle devam eden direniş dalgası, peş peşe yağan zamların ardından yatay bir büyümeyle alım gücü eriyen, hatta bunun da ötesinde buharlaşan yoksulların, emekçilerin öfkesini, isyanını da kucaklamaya başladı. Hareket, genel bir halk isyanının, bir genel grev genel direnişin ögelerini biriktiriyor. Bu hareket, batıda daha çok fabrikalarda ve lojistik, nakliye, tekstil vb. sektörlerde işçi kıyımı ve düşük ücretlere karşı bir isyan ve itirazı içerirken, Kuzey Kürdistan'da kent yoksullarının isyanına dönüşmektedir.
Peki başta elektrik olmak üzere dizginsiz zamlara karşı son bir hafta içinde Ağrı'dan Mardin'e, Şırnak'tan Diyarbakır'a, Bitlis'e dalga dalga, özellikle Kuzey Kürdistan kentlerine yayılan halk gösterileri bize ne söylüyor?

Şüphesiz Kuzey Kürdistan'daki bu halk isyanını koşullayan başlıca iki etken var. Birincisi; bu isyan "genel geçer" bir yoksullaşmanın ya da alelade kapitalist bir iktisadi tablonun değil, gerçek özgün ve somut bir durumun, Kürdistan'ın sömürge halinin doğrudan yansımasıdır. İkincisi; tam da bu sömürge halinin doğurduğu ulusal özgürlük mücadelesinin isyan toprağı olması gerçeğidir. Kısacası sömürge halinin dolaysız bu iki boyutunun, yani yoksul ve sömürge halk gerçeğinin kesişim noktası, bu isyan dalgasının da maddi ve politik zeminini oluşturmaktadır.

Kürdistan'a ait resmi iktisadi verilere bakıldığında tablo daha net görülüyor. Korona krizi ve hayat pahalılığı öncesine yani 2019 yılına ait veriler Türkiye ve Kürdistan'daki uçurumu gözler önüne seriyor. Türkiye'de asgari ücretin 2020 TL olduğu dönemde Kürdistan'da ortalama aylık 1500 TL civarındaydı. Türkiye ile Kürdistan arasındaki ücret uçurumunun yanı sıra yoksulluk sınırındaki uçurumda oldukça fazla. 2019'da 4 kişilik bir aile için yıl ortası yoksulluk sınırı 6818 TL iken, bu rakam, aile büyüklüğünün ortalama 5 kişi olduğu Kürdistan için 8011 TL oluyor. Türkiye'de toplam nüfusun yüzde 68'i yoksulluk sınırı altında gelire sahipken, Kürdistan için bu oran yüzde 90 civarında. Yine 2019 yılı işsizlik rakamları Kürdistan'da Türkiye ortalamasının 3 katı düzeyindeydi. Gerçek, genç ve genç kadın işsizliği rakamlarının oldukça yüksek olduğundan bahsetmeye gerek bile yok.

Bu tabloya bakıldığında sömürge Kuzey Kürdistan'ın ayırt edici olgu ve sömürgeleşmenin sonuçları rahatlıkla görülebilir. Aslında basit bir denklem yeterince açıklayıcı olur: Kuzey Kürdistan, emperyalizmin mali sömürgesi olan Türkiye'nin sömürgesidir! Bu demektir ki, kelebek etkisi misali emperyalist sistemin merkezinde yaşanan esintinin Türkiye'de bir rüzgara, Kuzey Kürdistan'da ise fırtınaya dönüşmesi işten sayılmayabilir. Hele ki bu maddi zemin, ‘üstyapısal' bir unsurla, yani politizasyon gibi bir katalizörle birleştiğinde! Bu katalizörün Kuzey Kürdistan'da yeterince mevcut olduğunu söylemeye gerek bile yok.

Ulusal boyunduruğa karşı öfkenin iktisadi boyunduruğa karşı öfkeyle iç içe geçmesinin, harmanlanmasının, faşist sömürgeciliğin en çok ürktüğü bileşik olduğu, bu tablodan çıkarsanabilecek belki de en doğal sonuçtur. Batıda henüz işçi direnişlerine ve protesto gösterilerine fiziki saldırı olmazken (elbette bilinmeli ki direniş büyüdüğü oranda bu da kaçınılmaz olacaktır), Mardin, Şırnak'ta zam protestolarına ve Van'da da greve giden sağlık emekçilerine dönük yaşanan polis saldırısı, bu korkunun ifadesidir. Yani Kürt emekçileri ve yoksulları, yıllardır aşina oldukları devlet terörünün yine öncelikli adresi ve hedefi oldu. Keza saray basını eliyle çifte biçimde, hem Kürdistan'daki zam protestoları, hem de kitlelerin zulüm ve sömürü düzenine öfkesini örgütlemek elbette varlık gerekçeleri arasında olan HDP'nin kriminalize edilmesi de aynı korkunun ürünüdür.

Özetle, olan biten, hayatın diyalektiği ile son derece uyumludur. İki vektör, ulusal özgürlük mücadelesi ile sınıfsal mücadele üst üste binmekte ve birleşik devrimin zemini ve olanakları aritmetik değil geometrik büyümektedir. Bir işçi baharının kapısındayız. Hava dönüyor işçiden ve işçiden esen yeli bir kasırgaya dönüştürmenin eşiğindeyiz. Halaya duran işçi ve emekçilerin kolları Gebze'den Kızıltepe'ye, Maslak'tan Doğubayazıt'a uzanıp kenetlendiği, bir genel grev ve genel direnişe evrildiği vakit, işte o vakit devrimin halayı, işçinin -yalancı değil- gerçek baharı başlayacaktır.