2 Mayıs 2024 Perşembe

İki katliam iki dava: IŞİD'i koruyan ortak akıl

Suruç ve Ankara katliam davaları, iktidarın talimatıyla hareket eden mahkeme heyetlerinin cezasızlık güvencesi ile devam ediyor. Hakkında hüküm verilmeden, IŞİD'li katile katil dedirtmeyen mahkeme, IŞİD'le ilişkileri yürüten uzman çavuşun adını deşifre ettirmiyor.

20 Temmuz 2015 Suruç ve 10 Ekim 2015 Ankara Gar katliam davalarının her duruşması saray rejiminin katliam saldırılarının doğrudan muhatabı olduğunu, IŞİD'lilerin sadece katliamların görünen yüzü olduğunu ve devletin bu yoldan kendi sorumluluğunu perdeleme yoluna gittiğini alenen ortaya koyuyor. Mahkeme heyetleri IŞİD'li sanıkları en az cezayla kurtarmak kadar, devletin katliamlardaki sorumluluğunun üzerini örtmek ve IŞİD'lilerin doğrudan ya da dolaylı bağlantılarının ortaya çıkmasını önlemek için ellerinden geleni yapıyor. Saray rejiminin kirli savaşın bir aparatı olarak koruyup, kolladığı, beslediği IŞİD'in vurucu güçlerine, mahkeme salonlarından katliamlarla verdikleri hizmetlerin karşılığı ödenmeye çalışılıyor. IŞİD ile kapalı kapılar ardında yapılan anlaşmaların sorumluluğunu alan kurum ve kişilerin somutlanmasının önüne geçilmesine uğraşılıyor.

Bugüne kadar Türkiye ile IŞİD arasındaki ilişkiler sayısız defa farklı boyutlarla ortaya çıktı. Türkiye, IŞİD için salt bir geçiş istasyonu olmadı, aynı zamanda lojistik ihtiyaçlarını teknik, askeri, finansal ve eğitsel bakımdan karşıladığı, talep ettiği merkez üslerinden biri oldu. Kirli savaş politikalarına alt yapı hazırlamak için yapılan katliamlarda ise, Türkiye IŞİD'ten vurucu güç desteği aldı. Kimi durumlar ise IŞİD'in eylem planlarına koşulsuz alan açarak koruyucu, kollayıcı oldu. Suriye sınır hattı IŞİD'liler için sınırsız kullanıma açıldı. Türkiye ile IŞİD ilişkisi aynı zamanda ekonomik bir ittifaka dayanıyordu. 2013'ün başından itibaren 6 ay boyunca IŞİD Suriye'de petrol ticaretinden günlük 1 ila 4 milyon dolar gelir sağladı. Bu finansal kaynak örgütü sınırlı imkanlara sahip hırslı bir yapıdan, yabancı savaşçıları dahi çekebilen ve ülkelerin sınırlarını tehdit eden bir yapıya dönüştü. Petrolün en önemli alıcısı ise Türkiye oldu.

MAHKEME HEYETİNE GÖRE IŞİD'LİYE KATİL DEMEK HUKUK SINIRLARINI AŞIYOR
Suruç katliam davası 5 Mayıs 2017'de Urfa 5'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nce Hilvan Cezaevi Kampüsü'nde görülmeye başlandı ve devam ediyor. Ankara katliam davası ise Ankara 4'üncü Ağır Ceza Mahkemesi'nde devam ediyor. İki farklı kentte iki farklı mahkemece görülen davada, mahkeme heyetleri IŞİD'lileri yargılama esaslarında birleşiyor. İki heyette özünde katliamda yaşamını yitirenlere ve ailelerine suçlu muamelesi yaparcasına IŞİD'lileri zor durumda bırakacak, onların bağlantılarını ortaya çıkaracak her gelişme karşısında makamlarının arkasına sığınarak hukuk dışı müdahalelerden sakınmıyor. Her iki mahkeme heyeti de en az hasarla ve cezayla mahkemeleri bitirme ve devlete zeval getirmeme gayretiyle çalışıyor. Mahkeme salonlarını inatla terk etmeyen aileler, katliam tanıkları ve katliamda yaşamını yitirenlerin avukatları duruşmalarda, hukuk dışı tüm uygulamaların ve yapılan adaletsizliklerin canlı tanıkları durumunda.

Suruç ve Ankara katliam davalarında yaşanan adaletsizlik sarmalında mahkeme heyetlerinin alenen yansıyan kimi pratiklerini hatırlamakta yarar var.

DURUŞMA SALONUNA GETİRİLMEYEN SANIK!
Suruç katliam davasının tek tutuklu sanığı olan ve Ankara katliamından tutuklu bulunan Yakup Şahin bu güne kadar hiçbir duruşmaya doğrudan katılmadı. Avukat ve ailelerin tüm ısrarlarına rağmen mahkeme heyeti SEGBİS yoluyla katılımı esas alındı. Duruşma günlerinde canı istemediği SEGBİS odasına gelmedi, bunu mahkeme heyetine söyleme rahatlığını gösterebildi. Heyetin koruması altındaki katliam sanığı Yakup Şahin birçok kez avukatların ısrarıyla SEGBİS odasına getirtildi.

Sultanahmet ve Suruç katliamlarında kullanılan patlayıcıları temin ettiği için tutuklanan IŞİD'li Azzo Halaf Süleyman El Aggal ile saldırıyla bağlantısı bulunan Mahir el Aggal avukatların ısrarlı taleplerine rağmen dosyaya dahil edilmedi.

Katliam soruşturması "gizlilik" zırhıyla avukat ve aileler, katliamın tanıklarına kapatıldı, soruşturmanın genişletilmesine ilişkin tüm talepler görmezden gelindi. Kısıtlama kararları, etkin ve sonuç alıcı bir soruşturma yürütülmeyeceği yönündeki haklı kaygıları pekiştirdi. Soruşturmayı yürüten savcılığa, soruşturmanın genişletilmesi yönlü avukat talepleri yazılı olarak sunulmuş olmasına rağmen tek bir işlem yapılmadı.

Katliam saldırısında yaralananların tanıklığı fiziksel yaraların bulunması şartına bağlandı. Katliamda yaşamını yitirenler katliamda yüzde 50 kusurlu bulundu. Katliamda yaşamını yitiren Çağdaş Aydın'ın babası olan katliamdan yaralı kurtulan Feti Aydın'ın, "Madem bize yüzde 50 kusurlu diyorlar, şayet yasa dışı bir etkinlik olsaydı neden Kaymakam izin almaya çalışsın" diye sorup IŞİD'li Yakup Şahin'e "katil" deyince; mahkeme başkanı Aydın'a dönüp "Hükmü kesinleşmeyen birine katil demeniz hukukun sınırlarını aşıyor" deme cüretini gösterdi.

IŞİD İLE GÖRÜŞEN UZMAN ÇAVUŞUN KİMLİĞİNE KORUMA
Ankara Gar katliamı davasının son duruşmasında mahkeme heyeti başkanı ile tanık sıfatı ile dinlenen IŞİD'li arasında geçen diyaloglar ve yaptığı müdahaleler ise hukuksuzluğun somut delili oldu.

IŞİD'in Türkiye emiri olan, Suruç ve Ankara katliamlarının firari sanığı olan İlhami Balı'yla telefonda görüştüğü tespit edilen Muhammed Kasım Kurt, sanık olarak değil tanık olarak SEGBİS ile dinlendi. Mahkeme başkanının Kurt'a telefon yoluyla İlhami Balı ile görüştüğü iddiası olduğu, kendisini tanıyıp tanımadığını sorması üzerine, "Hayır, ama Suriye'de çok akrabalarımız var. O dönemde bir Türk askeri Suriye'de şehit olmuştu biri de esirdi. Devlet büyüklerimiz, İçişleri Bakan yardımcısı ve Kilis Valisi o asker için Suriye ile iletişim kurmamı istediler. O yüzden iletişime geçtim. Evet IŞİD yetkilisiyle konuştum ve bu telefon yüzünden 5 ay cezaevinde yattım" cevabı verdi.

2015'in sonlarında kendisini "Furkan" olarak tanıtan birinin evime gelerek su istediğini aktaran Kurt, "Kardeşinin IŞİD'te olduğunu söyledi. Kilis il jandarma ve istihbaratını bilgilendirdim. Onlar da bana 'lazım olursa buluruz' dediler. O şahsı bir daha görmedim. Kendisini Furkan olarak tanıttı. Daha sonra Abu Hasan Turki olarak ortaya çıktı. Ama yargılandığım mahkemede isminin Abdulkadir Ercan olduğunu öğrendim" dedi.

Kurt, avukatların yaptığı telefon görüşmelerine dair sorularını ise "IŞİD'in sınır emiri olan İlhami Balı'yla bizzat ben kendim fiilen istihbarat şube müdürü, yüzbaşı ve iki astsubay huzurunda açık konuştuk. Sonra da 'neden görüştün' diye beni alıp, tutukladılar. Benim İlhami Balı ile konuşmama uzman çavuş, astsubay ve yüzbaşı geldi. Sadece uzman çavuşun Antep'e kayıtlı olduğunu ve ismini biliyorum" şeklinde cevap verdi.

Avukatların uzman çavuşun adını sorması üzerine mahkeme başkanı, "Buna cevap verme" diyerek, müdahalede bulundu. Avukatların ısrarıyla Kurt'un, cevap vereceği sırada ise mahkeme başkanı bir kez daha "adını söylemek zorunda değilsin" sözleriyle engel oldu. Mahkeme başkanının uyarıları sonrasında Kurt ismi hatırlamadığını iddia etti.

İki dava açısından da adaletin tesisi için tüm öneri ve taleplere yollar kapalı. Saray tarafından özel olarak yönetimi ve takibi yapılan Suruç ve Ankara katliam davalarında, katliamların arka planı aynı zamanda bir dönemin perde arkasının ortaya çıkması demek. Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu'nun, "Defterler açılırsa birçok insan, insan yüzüne çıkamaz" söylemindeki saklı gerçek tam da katliam davalarında bugün mahkeme heyetlerinin gizlemek için canhıraş çabaladıkları perde arkasıdır. Ankara Gar katliamı davasında IŞİD'liyi ısrarla susmaya çağıran mahkeme başkanı, adı geçen uzman çavuşun perdenin arkasında bulunan isimlerden sadece biri olduğunun, ucunun Davutoğlu'nun dediği gibi devletin en üst kademelerine kadar uzanacağının farkında.