18 Mayıs 2024 Cumartesi

Hüseyin Yeter yazdı | İntihar etme, kapitalizme ve faşizme karşı mücadeleye katıl

Bugün, her 2 genç insandan biri, gelecekten umutlu olmadığını belirtiyor. Yine anketlerde gençlerin yüzde 70'i başka ülkelerde yaşamak istediğini ifade ediyor... Bu kaçışlar kurtuluş değildir. Başka ülkelerde de aşağıdan sınıflar, yoksulluk, işsizlik ve geçim sorunları yaşamaktadır. Bunu kapitalist sistemin doğası üretmektedir. Ve faşist rejim, kapitalist sömürü ve egemenliğinin siyasi egemenlik güvencesidir.

Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da 2014 yılından itibaren her yıl ortalama 3 bin kişiye yakın insan intihar ediyor. Şüphesiz ki, intiharlara kapitalizm öncesi toplumlarda da rastlanır. Ancak günümüzde intiharlar, kapitalist yıkım, tahribat ve çürümenin bir ürünü olarak toplumsal bir anlam kazanıyor. Zira kapitalizm insana ve doğaya saldırdı; insanlığı büyük bir felaketle yüz yüze getirdi. Emperyalist küreselleşme döneminde dünyayı yaşanılır olmaktan çıkaran kapitalist sistem, insanlığı açlık, yoksulluk, sefalet, savaş, ölüm, erkek şiddeti, işsizlik ve doğa tahribatı ve pandemi ile yüz yüze bırakmaya devam ediyor. Büyük bir toplumsal yabancılaşma, çürüme ve yalnızlaşma yaşanıyor.

Kapitalizmin doğası, insanları birbirleriyle rekabete sürükler ve onları geleceksiz ve işsiz bırakır.

Kapitalizm koşullarında toplumsal ilişkiler çıkara dayandığı için insanlar arasındaki ilişki, metalar ve pazar ilişkileri üzerinden kurulur. Yani dolayımlıdır. Ancak ihtiyaç ve çıkar arayışlarında, işyerinde, pazarda, hastahanede, bankada, devlet dairelerinde, günlük koşturmalarda insanlar karşılaşır, selamlaşır, hal-hatır sorar. Bu, kapitalizmin işleyen nesnel yasalarının toplumsal yaşama ve ilişkilere yansımasıdır.

İntiharlar, bugün de yaşandığı gibi, kapitalist kriz dönemlerinde toplumsal bir hal almaya başlar. 

Neoliberal politikalar ve emperyalist burjuvazinin postmodern düşünce ve yaşam tarzı, intiharlarda diğer önemli bir faktördür. Pandemi süreci ve karantinası ise işçi ve emekçiler için başka bir karabasandır.

Günümüzde emekçi insanlık büyük bir yalnızlığa, umutsuzluğa ve geleceksizliğe sürüklenmektedir.

Burjuvazi ve ideologları, intiharların “kişisel nedenler”den kaynaklandığını propaganda etmeye devam ediyor... Oysa, intiharlar “toplumsal bir anlama” sahiptir.

K. Marx, daha 150 yıl önce şunları söylemişti: “İntihar bir sonuçtur ve nedenleri toplumsal yaşamın içerisinde gizlidir... bireysel intiharların incelenmesi... bu bağlamda toplumsal yapı içerisinde kapitalizmin yarattığı tahribatın incelenmesidir.” (İntihar üzerine- K. Marx)

Yani intiharlar, kapitalist yıkım, çürüme ve yozlaşmanın ürünüdür.

İntihar, insanın kendi “bağımsız varoluşunu” sonlandırmasıdır. Toplumsal yapı ve koşulların şekillendirdiği insan ya da öznenin yaşamına kıymasıdır. Başka bir deyişle toplumsal bireyin bunu, “Bir iletişim biçimi olarak” sorun ve sıkıntıların aşılması için bir çıkar ya da çözüm yolu görmesidir. Bir umutsuzluk, çaresizlik, alternatifsizlik ve geleceksizlik ruh halidir.

Ne var ki, insanın birey olarak kendi varoluşunu sonlandırması, kapitalizmin kötülükleri ve hastalıklarını üreten toplumsal ilişkileri değiştirmediği gibi, yeni toplumsal bir yapı ve koşulları da geliştirmemektedir. Aksine verili toplumsal koşullar ve ilişkiler içerisinde yer edinemeyen bireyin bunun dışına çıkarılmasını getirmektedir. Yani, bir yerde kapitalist sistemin “sorunlu birey”den kurtulması oluyor bu!

KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA, YA HEP BERABER YA DA HİÇBİRİMİZ
Görece örgütlü ve bilinç düzeyi gelişkin işçiler, emekçiler, gençler, kadınlar, birleşik ve kolektif mücadele, grev, iş bırakma, direniş, işyeri işgali, yürüyüş, boykot gibi eylem biçimleriyle sermaye ve burjuvaziye, faşizm ve kapitalizme meydan okurlar. Bu eylem ve savaşım sürecinde öğrenir, tarihsel deney ve zafer kazanırlar. Haklarını mücadele ve devrimci eylemle aldıklarını görür, birbirlerinden güç alır ve öz güven kazanırlar.

Tabii ki, bu yaptırımcı, değiştirici ve sonuç alıcı eylemlerini siyasi partiler, sendika, dernek gibi örgütlerin önderliğinde; işyeri ve mahalle komiteleri, antifaşist direniş grupları gibi fiili meşru mücadele araçları ve eylem biçimleri sayesinde gerçekleştirirler.

Her bir işçi, emekçi ve kadın, milyonlar içerisinde yalnız değildir. Onların nesnel sınıf çıkarları ve gelecekleri ortaktır. Dolayısıyla birleşik ve kolektif mücadelenin toplumsal dayanağına sahip olduğunu unutmamalıdır.

Ve yine bilmeli ki, burjuvazinin sermayesi, sermaye birikimi karşılığı ödenmemiş artıdeğerdir. Yani, işçi sınıfı ve emekçilerin sömürülmesidir. Dolayısıyla burjuvazinin sermaye gücü, milyonların bu artıklarıyla oluşuyor.

İşçi sınıfı ve emekçiler, burjuvazi ve egemenlerin güç kaynağı ve dayanığı olmaktan çıkabilirler. Yani “kendileri için sınıf” olabilirler. Bu da örgütlenme ve birlikte mücadeleyle başarılabilir.

Çare örgütlü mücadelede, dayanışmada, eylemde ve kitlesel direniştedir.

Ekonomik sorunlar, yoksulluk, yalnızlık, kadına şiddet, şifasız hastalıklar, ruh sağlığı, Peuchet'in dediği gibi “hüsrana uğramış ihtiraslar” ve daha nice sebepler intiharda yakın faktörlerdir. Ama bunların çoğunluğu analiz edildiğinde kaynağında sosyoekonomik sorunların çeşitli düzeydeki somut uzantıları ve belirlenişleri olduğu görülecektir.

Türkiye'de yıllardır sürdürülen kirli savaşın da ağırlığıyla derin bir ekonomik kriz yaşanmaktadır. Bunun toplumsal ve siyasal alana yansımaları ve sonuçları büyük toplumsal ve bireysel travmalara yol açmaktadır.

Sömürgeci faşist diktatörlük, her kriz döneminde toplumsal ve bireysel itiraz ve tepkilere yasak ve baskılarla yanıt vermektedir. Faşizm büyük kitleleri umutsuzluk ve çaresizliğe sürüklüyor. Aşağıdan sınıfların örgütsüzlüğü, parçalı duruşu ve seyirci hale getirilmesini kendi rejimlerinin “bekası” için zorunlu görüyor. Toplumsal uyanış, ayaklanma ve devrim korkusu yaşıyor.

Bunun için orduları var: Asker, polis, bekçi, istihbarat örgütleri, islamcı çeteler, faşistler vd. eğitiyor ve savaştırıyor.

Ama en büyük güç milyonların iradesi, girişkenliği ve mücadelesidir.

1990'larda Ecevit hükümeti döneminde, bir esnaf para kasasını başbakanlık önünde yere fırlatmasının ardından gelişen esnaf eylemleri bu hükümetin yıkılışına yol açtı. Faşist Erdoğan, Malatya'da “açız” diyen bir emekçiye “çay iç” diyebiliyor. Ve yine yakın zamanda “açlık varsa onlar doyursun (burjuva muhalefet partilerini kastederek)” yüzsüzlüğü yapıyor. Halklarımızla alay ediyor. Bu bireysel ve toplumsal itirazlar ve yükselen sesler kapitalizmin ürettiği işsizlik, yoksulluk ve geleceksizliğe isyandır.

Bugün, her 2 genç insandan biri, gelecekten umutlu olmadığını belirtiyor. Yine anketlerde gençlerin yüzde 70'i başka ülkelerde yaşamak istediğini ifade ediyor... Bütün bunlar umutsuzluk, geleceksizlik ve güvensizliğin yansımasıdır. Bu kaçışlar kurtuluş değildir. Başka ülkelerde de aşağıdan sınıflar, yoksulluk, işsizlik ve geçim sorunları yaşamaktadır. Bunu kapitalist sistemin doğası üretmektedir. Ve faşist rejim, kapitalist sömürü ve egemenliğinin siyasi egemenlik güvencesidir.

O halde, çözüm yolu, bireysel kurtuluşa yönelmek değil, toplumsal kurtuluş ve özgürlük mücadelesinin bir parçası olmaktan geçer.

O halde, kapitalizmin insanı öğüten yabancılaştırıcı doğasına, faşizmin nefes kesen karanlık kuşatmasına, eşitlik ve yoksulluk yaratan bu sisteme öfke duyan herkesin, her bireyin yeri örgütlü mücadele, devrimci eylem ve savaşım yürütmektir.

Çözüm doğayı tahrip eden, insanı yıkıma ve çürümeye sürekleyen kapitalist sistemin yıkılmasıdır.

Birlik, mücadele ve zafer bu yolun şiarıdır. 1 Mayıs birlik, mücadele ve dayanışma günü, bu yolun tarihsel çağrısıdır.

Evet, siyasal ve toplumsal kurtuluş faşizme ve kapitalizme karşı mücadeleyi yükseltmekten geçecektir.