20 Nisan 2024 Cumartesi

Demokrasi Konferansı'nda mücadele deneyimleri tartışıldı

HDK'nin "Demokrasi Konferansı"nın ikinci oturumunda "Türkiye'de demokrasi mücadelesi deneyimleri ve günümüzdeki izdüşümleri" başlığı tartışıldı
Halkların Demokratik Kongresi (HDK), iki gün sürecek "Demokrasi Konferansı" İstanbul'da Elite Word Otel'de devam ediyor.
 
Konferansın ikinci oturumunda Ayşe Bertay'ın moderatörlüğünde "Türkiye'de demokrasi mücadelesi deneyimleri ve günümüzdeki izdüşümleri" başlığı tartışıldı.
 
"Cumhuriyet: 1980" sunumunu Yeni Yaşam Gazetesi Editörü Ender Öndeş yaptı. Öndeş, Cumhuriyetin kuruluş sürecinde Türkiye'nin ekonomik sistemi olarak Kapitalizmin seçildiğini ve toprak bütünlüğünü koruma refleksi ile hareket edildiğini söyledi. "Çok uluslu bir coğrafyada tek uluslu bir devlet kurmaya çalıştılar. Zaman zaman Kürtler gibi bunu kabul etmeyen ulusların ortaya çıkmasıyla birlikte kan dökmeye başlanıldı" diyen Öndeş, o dönem sol-sosyalist demokratik unsurların ise uzlaşma arayışında olduğunu, Ankara'nın doğusuna bakma niyetinin ve demokrasiyi oradan görme anlayışının olmadığını ifade etti.
 
Cunhuriyetin tarihi boyunca devlet tarafından yönetildiğini ve demokrasiyi 1945'ten itibaren başlatmanın doğru olmadığını söyleyen Öndeş, sol-sosyalist ve demokrasi güçlerinin bir süre sonra kafasını topraktan çıkarak kitleselleşme gibi bir çaba taşıdığını gösterdiğini aktardı.
 
Behice Boran ve arkadaşlarının bu çabasının tutukluluk ile kısa sürdüğünü ancak önemli bir kazanım ortaya çıkardığını belirten Öndeş, bu kazanımların DİSK'i ve TİP'i ortaya çıkardığını belirtti.
 
TİPin bir süre sonra ortaya çıkardığı bu potansiyeli taşıyamadığını belirten Öndeş, Küba, Vietnam gibi gerilla hareketlerinin ortaya çıktığı bir süreçte TİP'in silahlı mücadeleye geçmemesinin neden olduğunu kaydetti.
 
Öndeş, Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının TİP'ten ayrılarak silahlı mücadeleye geçmesinin nedenin de bu durum olduğunu vurgulayarak "Ezilselerde ezdiler" dedi. Bu dönem sol mücadelenin kendisine yapılanlarla değil kendisinin yaptıklarıyla anılmaya başladığını ifade etti.
 
Türkiye tarihinde üç önemli kazanımın olduğunu belirten Öndeş, bunları Haziran direnişi, DGM'yi kapattıran isyan ve Gezi direnişi olarak tarif ederken Gezi Direnişi ile diğerlerinin farklı olduğunu ve farkında ilk ikisinde kitlenin örgütlü güçlerin çağırdığı yere Gezi direnişinde ise örgütlü güçlerin kitlenin çağırdığı yere gittiğini söyledi.
 
"No pasaran" tartışmasının 1970'lerde çok sık tartışılan bir slogan olduğunu ve Avrupa'daki faşizmin gelerek sol-sosyalistleri ezeceği korkusunu tarşıldığını ifade eden Öndeş, ülke içindeki faşizmin gözden kaçırıldığını kaydetti. Türkiye'deki devlet yapısı ile HDP bile iktidara gelse yönetemeyeceğini dile getiren Özdeş, dünyada örnekleri olduğunu belirtti.
 
"1980-Günümüz" sunumunda TİP'li Umur Coşkun konuştu. Coşkun, temsili demokrasinin olamayacağını vurgulayarak AKP'nin de halkın temsiliyetini karşılamadığını kaydetti. 
 
Halklar mücadelesinde sınıfın yerine değinen Coşkun, TİP'in o dönem ki tüzüğünde hukukun tersine çevrildiğini ve ilmek ilmek halk lehine işlendiğini söyledi. Geçmişten bugüne sosyalistlerin, demokratların egemenlerin kendilerini esir almaya çalıştığı hukuku tersine çevirmeye devam ettiğini ve bugün bunu HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın da bunu yaptığını ifade etti.
 
"Kürt siyasal mücadelesi ve demokrasi" sunumunda ise DTK Meclis Üyesi Seydi Fırat sunum yaptı. Fırat, 1990 yıllardan önce Kürtlerin eşit yurttaşlık hakkının tanınmasına yönelik mücadele olduğunu ve bu yönüyle Suriye'deki durumdan farklı olduğunu, çünkü orada eşit yurttaşlık hakkının olduğunu belirtti.
 
1925'lerde Türkiye'de Kürtleri sindirme ve yok sayma politikası yürütüldüğünü, 1970'lerde ise jandarma baskısına evrilen, köylerde yoğun işkencelerin yaşandığı bir dönem olduğunu hatırlatarak 1965'te TİP'in Siverek, Batman gibi Kürt illerinde yaptığı mitinglerle Kürtlerin kendini TİP'te ifade etmeye başladığını söyledi. Daha sonra KDP'nin kurulmasıyla birlikte yeni bir canlanmanın da ortaya çıktığını, parçalı, birbirinden kopuk olsa da belirgin bir hareket oluşmaya başlanmasına neden olduğunu kaydetti.
 
Fırat, daha sonra sosyalist örgütlerin kurulmasıyla bağımsız Kürdistan anlayışının ve Kürt sorunun dillendirilmeye başlanmasıyla yeni bir düzeyin ortaya çıktığını ve burada Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve arkadaşlarından etkilendiğini ifade etti.
 
1977 yılından sonra ise oluşan Kürt hareketlerinin 1980 darbesi ile "Nasıl Kürtleri ve oluşumlarını ezebiliriz" politikasına evrildiğini aktaran Fırat, hapishanede Kürt devrimcilerin mahkemede bu politikayı yok ettiğini ve bunun Kürt halkı üzerinde büyük etkisinin olduğunu kaydetti.
 
1984 yılında ise silahlı aktif çatışma sürecinin başladığını ve serhildanlara dönüştüğünü, diğer taraftan da devletin serhildanlara faili meçhul politikası ile cevap verdiğini vurgulayan Fırat, Vedat Aydın'ın katledilmesi ve cenaze töreninde yaşanan katliamın devletin tipik refleksi olduğunu belirtti.
 
1990'lı yılların başında Halkın Emeğin Partisi (HEP), Öz HEP, HADEP, DEHAP, DTP, DBP kurulduğunu ve birbiri ardına kapatıldığını vurgulayan Fırat, en son olarak HDP'nın kuruluşuna değindi.
 
SHP ile ittifak sonucu 20'yi aşkının milletvekilinin meclise girdiğini ve mecliste ayrı bir grup kurduğunu kaydeden Fırat, Leyla Zana ve arkadaşlarının vekillerinin düşürülüp tutuklanmasına, Kürt özgürlük mücadelesinin siyasal mücadelede ısrar etme politikası ile cevap verdiğini ifade etti.
 
2000'li yıllarda Kürt hareketinin "Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesi" aşamasına geçtiğini vurgulayan Fırat, bu süreçten sonra seçimlere ittifaklara girildiğini kaydetti. Kürt hareketinin sol-sosyalist örgütlerle yaptığı ittifak ile girdiği seçimlerde hep kazandığını ve kitlesinde olumlu bir değişim ortaya çıkardığını aktararak mevcut durumda yeniden inşayı Kürt sorunu ile oluşturmaya çalıştığını söyledi.
 
"Demokrasi mücadelesi ve kadınlar" başlığında ise feminist aktivist Hülya Osmanağaoğlu yaptı. Osmanağaoğlu, konuşmasına Leyla Güven, Figen Yüksekdağ başta olmak üzere hapishanedeki tutsak milletvekili ve eşbaşkanları selamlayarak başladı. Demokrasinin gelişmişliğinin kadın haklarının düzeyi ile eşitlenemeyeceğini vurgulayan Osmanağaoğlu, Avrupa demokrasisinde kadınların durumunu örnek gösterdi. Dünyadaki burjuva devrimlerinde kadınlar, bu devrimlerin kendilerine uğramadığını gördüğünü aktardı. Osmanlı'da kadınların çok kimlikli olduğunu ve vatandaşlık hakkı için mücadele ettiğini belirterek, oy hakkı, çalışma hakkı, kumanın engellenmesi gibi birçok konuyu zaman zaman gündeme geldiğini kaydeden Osmanağaoğlu, kadınların seçme seçilme hakkının elde etmesinde o dönem ki feminist hareketin etkisi ile olduğunu ve bu etkinin yok sayılmak istendiğini aktardı.
 
O dönem basın kampanyaları ile birlikte feminist kadın önderlerin baskıya uğradığını ve politik arenadan çekilmeye zorlandığını belirten Osmanağaoğlu, Türk Kadınlar Birliği'nin Mustafa Kemal iktidarı tarafından kendini fesh etmeye zorlandığını hatırlattı.
 
Kadınların siyasal ve vatandaşlık hakkı kazanmak için yürüttükleri mücadelenin siyasal bir mücadele ve bilinç olduğunu ifade eden Osmanağaoğlu, Sovyetler Birliği'nde kürtajın yasaklanmasının ve diğer ülkelerde kadınların hakları ile işçi sınıfının haklarının eşit gitmediğini söyledi.
 
İkinci Dalga Feminist Hareketin, kadın özgürlük mücadelesini demokrasi sorunu olmaktan çıkardığını ve 1960'lardan sonra gelişen feminist hareketin sosyalist muhalefet olarak tanımlanabileceğini ifade etti.
 
1987 yılında 12 Eylül'den sonra yapılan ilk mitingin "Dayağa karşı" yapıldığını ve 1000 kadının yürüdüğünü aktaran Osmanağaoğlu, ev içi erkek şiddetine karşı yapıldığını kaydederek önemli bir çıkış olduğunu söyledi.
 
Sosyalist hareketin o dönem açığa çıkan bu enerjiyi 'sınıfı bölüyor' diyerek uzak durduğunu hatırlatan Osmanağaoğlu, ardından kadınların kocalarının izni olmadan çalışma hakkı, fahişeye tecavüz hakkının iptali gibi bir dizi eylem ve etkinlik yaptığını kaydetti.
 
Hala günümüzde demokrasi mücadelesinde kadınlara 'renklilik' olsun diye yer verildiğini belirten Osmanağaoğlu, bugün HDK ile bu anlayışın değişmeye başladığını ancak yeterli olmadığını ifade etti.
 
"AKP yeni bir toplum inşa ederken kendini kadın kazanımlarını yok ederek yapıyor" diyen Osmanağaoğlu, kadınların demokrasi mücadelesini aşan bir hattan yürüdüğünü söyledi. Kadınların mücadelesinin sadece AKP ile sınırlı olmadığını ve erkek egemen sistemin topyekün yok edilmesine dair mücadele olduğunu belirterek kadın kazanımlarına yapılan her saldırıdan bütün erkeklerin yararlandığını dile getirdi.