21 Aralık 2024 Cumartesi

Cemil Aksu yazdı | İklim krizini durdurmak için kapitalizmi yıkalım

Paris İklim Anlaşması, küresel olarak yükselen iklim adaleti ve toplumsal eşitlik mücadelesinin emperyalist kapitalist sistemce içerilmesi ve sermayenin yeşile boyanmasının zeminidir. Her çevre felaketinin aynı zamanda emekçilerin ölümü olduğu mevcut sermaye düzeninde "yeşil istihdam" ve "adil geçiş"le emek sömürüsü dikkatlerden kaçırılarak işçi sınıfına adalet vaat edilmesi tam bir hilebazlıktır. İklim koşullarına uyum sağlamak ve yaşanılabilir bir iklimi kazanmak için kapitalist sistemi yıkmak zorundayız.

Gerek imzalanmasından 6 yıl sonra Türkiye tarafından onaylanması gerekse de Kasım ayında yapılacak BM COP-26 İklim Zirvesi vesilesiyle artık inkar edilemeyen iklim krizi ve buna çözüm olarak sunulan Paris İklim Anlaşması tartışmaları, bir kez daha göstermektedir ki, insanlığın ve dünya üzerindeki canlı türlerinin yok oluştan kurtulmasının tek yolu kapitalizmden kurtulmaktır.

Önce iklim krizini durduralım sonra kapitalizmden nasıl kurtulacağımızı düşünürüz diyen aşamacı, en hafif deyimle naif, liberal tezlerin Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'nin açıkladığı raporlara göre bile hiçbir bilimsel dayanağı yoktur. 1900'ların başından beri sera gazının, fosil yakıtların iklim değişikliğine neden olduğu bilimsel olarak biliniyor. 50 yıldır da BM çatısı altında iklim görüşmeleri yapılıyor. Bu 50 yıl boyunca geri dönülmez eşikleri aşarak ilerleyen iklim krizi karşısında sermayenin tepkisi kayıtsızlık ve kendi sürdürülebilirliğini, ekosistemlerinkinin önüne koymak oldu. Mesele hiçbir zaman bilimsel bulgu yetersizliği ya da çözüm için teknik yetmezlik değildi. Kapitalizmin hiçbir biçimi, neden olduğu iklim krizini geri döndüremez.

Bu nedenle iklim krizinin kökenlerini muğlaklaştırarak iklim adaleti mücadelesini kurumsal müzakerelere sıkıştıran yaklaşımlar geçerliliğini yitirmiştir. Devletlerce keyfi olarak belirlenen karbon emisyonlarını azaltmadaki "ulusal katkı payı" taahhütlerinin yerine getirilmesi için atılan adımlar yetersizdir. Paris İklim Anlaşması'na göre öngörülen iklim politikalarının küresel olarak hemen şimdi uygulanması halinde bile 1,5 derece eşiğinin altında kalmaya yetmeyeceği BM tarafından açıklanmıştır. Üstelik yaşadığımız iklim krizinin kapitalizmin yarattığı daha boyutlu ekolojik çöküşün sonuçlarından biri olduğunun gözardı edilmesi, manipülasyondan başka bir işe yaramamaktadır.

Ayrıca Türkiye'nin anlaşmayı imzalamasının "olumlu" olarak değerlendirilmesi, iktidarın mevcut karbon emisyonunu önce iki katına çıkarıp sonra da artıştan azaltıma gitmeyi öngören, dolayısıyla yeni termik santral projeleri için verilen izinleri, Akdeniz ve Karadeniz'deki doğalgaz çıkarmak için savaşı bile göze alan saldırganlığı, ülkenin her tarafının maden şirketlerine yağmalatılmasını, mevcut ve yeni nükleer santral anlaşmaları için adım atılması gerçeklerini içeren bütüncül politik yaklaşımını gölgede bırakmakta, gerçeğin bir kısmına odaklanıp ham hayaller yaymaktadır.

Paris İklim Anlaşması, dünya işçi sınıfı ve ezilenlerinin mücadeleleri için kullanışlı bir hukuki metin değildir, aksine küresel olarak yükselen iklim adaleti ve toplumsal eşitlik mücadelesinin emperyalist kapitalist sistemce içerilmesi ve sermayenin yeşile boyanmasının zeminidir. Gerçek bir iklim mücadelesi için ilk adım, iklim krizini sadece karbon emisyon miktarlarının artışı-azalması ile ölçen "karbon fetişizmi"ne dayanan, çözüm olarak da fosil enerji teknolojileri yerine yenilenebilir enerji teknolojilerinin geliştirilmesini, emisyon ticareti ile karbon dengeleme gibi piyasa mekanizmalarını, yoksul ülkelere azaltım, uyum ve iklim değişikliğinden kaynaklanan kayıp-zarar konularında mali, teknolojik ve kapasite geliştirme gibi konularda yeni bağımlılık ilişkilerinin geliştirilmesini öneren bir tür "iklim emperyalizmi" olan bu zeminin reddedilmesidir.

Sermayenin doğa üzerindeki tahakkümünün daha da derinleşmesi anlamına gelen "yeşil yeni düzen", "yeşil mutabakat", "yeşil ekonomi" politikaları, ekosistemlerin tüm süreç ve fonksiyonlarını sermaye birikim sürecinin bir parçası haline getiriyor. "Yeşil ekonomi" ile birlikte geçmişte fiyatlandırılmayan doğal süreçlerin fiyatlandırılacağı bir sistem öngörülüyor/kuruluyor. Örneğin, iklim krizine karşı mücadelede "doğa temelli" bir yöntem olarak önerilen "Ormansızlaşma ve Orman Bozulması Kaynaklı Emisyonların Azaltılması" (REDD+) uygulaması, ormanların, sadece karbon tutma işlevine indirgenerek hükümet ve büyük şirketler tarafından "denkleştirme mekanizması" çerçevesinde kirletme hakları elde etmek için alınıp satılmasından başka bir sonuç üretmedi. "Yeşil madencilik" adıyla "düşük karbonlu" teknolojiler için kritik olan nadir elementlerin yaygınlaşan madencilik furyası, "yeşil-akıllı binalar" diyerek yeni bir inşaat dalgası, AB ve ABD tarafından "yenilenebilir enerji kaynağı" olarak kabul edilen nükleer enerji santrallerinin arttırılması yine böyle hedeflerdir. Emperyalist kapitalist sistemde birbiriyle sürtüşmeli de olsa tüm sermaye kesimleri büyük çaplı sermaye yatırımı için ekolojik çöküşü bir "yaratıcı yıkım" olarak sunmaya çalışıyor. Oysa, 150 yıldır atmosferde biriken tarihsel emisyonların yüzde 75'inden sorumlu olan 86 özel ve devlet şirketinin, iklim sorununun maliyetini üstlenmesine ilişkin bir plan, önlem ortaya konulmamıştır. Tersine iklimle ilgili ağır mali yük, emekçi halkın sırtına yüklenmektedir.

Mülkiyet ilişkilerine ve üretim tarzına dokunmadan üretim araçlarının eski ve yeni biçimlerini eklemleyen yenilenebilir enerji, enerji verimliliği, elektrikli araçlar, enerji-nötr binalar ve yeni kentsel alanlar gibi enerji, sanayi ve inşaat sektörlerine dayalı dönüşümün halktan toplanan bütçeyle desteklenmesi politikası kapitalist birikimin canlandırılması çabasıdır. "Yeşil yeni düzen", "yeşil mutabakat" gibi çözümler doğanın korunması ve toplumsal eşitsizliklerin hafifletilmesi amaçlarını, kapitalist birikimin sürdürülmesine feda etmektir.

Sermaye düzeninin neden olduğu sorunlar sermaye düzeninden ödün vermeden çözülemez. Her çevre felaketinin aynı zamanda emekçilerin ölümü olduğu mevcut sermaye düzeninde "yeşil istihdam" ve "adil geçiş"le emek sömürüsü dikkatlerden kaçırılarak işçi sınıfına adalet vaat edilmesi tam bir hilebazlıktır. Sermayenin aradığı adillik farklı sermaye kesimleri arasındaki rekabet içindir. Ne bu "yeşil dönüşüm" küresel kronikleşmiş işsizliğe çare olacak istihdamı sağlayacak emek yoğun süreçleri içeriyor ne de bu dönüşümün kendisi sömürünün daha az olduğu bir emek rejimini vadediyor. Doğal döngülerin yenilenememesi, zaten giderek üretimden dışlanan emeğin yeniden üretimini de imkansız hale getiriyor. Var olan sınıfsal sömürü ilişkilerine müdahale edilmeden doğanın piyasalaştırılması/metalaştırılması sınırlandırılamaz, engellenemez.

Yerleşik düzeni yeşillendirme çabası çok kıymetli olan zamanın kaybıdır. Ekolojik çöküş ve onun sonuçlarından biri olan iklim krizine karşı yapılması gereken, aynı toplumsal çelişkilerden, yapılardan, koşullardan, sınıf ilişkilerinden kaynaklanan ekolojik yıkıma ve emek sömürüsüne karşı eşzamanlı olarak mücadeleyi yükseltmektir. Dünyanın birçok yerinde mevcut hasar nedeniyle kaçınılmaz olarak şimdiden yaşanılmaz hale gelen ve ileride gelecek olan iklim koşullarına karşı hem uyum sağlamak hem de yeniden yaşanılabilir bir iklimi kazanmak için kapitalist sistemi yıkmak zorundayız. Ancak bu sayede ekolojik yıkımı engellemek ve özgür, adil ve ekolojik bir toplumu kurmak mümkün olur.