Tüm Bunlar Sadece Nefretten mi?

Rejimin "aile yılı"nın başarısı, kadınlar tarafından anneliğin kutsal görev olarak kabul edilmesine bağlıdır. Lezbiyenler ve trans kadınların varoluşu; kadınlığın, kadın olmanın sadece doğurganlık ve annelik üzerinden tanımlanamayacağını göstererek sermaye düzeninin sunduğu denklemi kökten sarsmaktadır. Rejim, bir emperyalist savaş ihtimalinde pastadan alacağı payı arttırma derdindedir. Bu kapsamda aynı zamanda bir makbul erkek de yaratır. Erkekler "vatanı savunan asker ve vatanını savunan aile reisi" olarak idealize edilmiştir.
Politik islamcı saray rejimi yıllardır süregelen mücadele ve ödenen bedellerle kazanılan kadın ve LGBTİ+ kazanımlarına savaş açmış durumdadır. Kadınların iş gücüne katılarak belirli sınırlılıklarla da olsa kendi kendine de yetebilen bir ekonomik pozisyon kazanmış olması, bedenlerine ve haklarına yapılan saldırılara karşı belirli bir cins bilinci düzeyini yakalamış olmasını, kısaca kadın özgürleşmesini kendi devamlılığına yönelmiş bir tür tehdit olarak görüyor. Kendi bedeni ve yaşamına dair karar alan kadınların sayısı arttıkça da rejimin devamlılığı için gerekli olan doğum oranı da geriliyor. Yeniden üretimdeki bu işçi ve asker açığını kapatmak için ise özellikle LGBTİ+lar üzerinden kara propaganda yürütüyor. Bunun akabinde LGBTİ+ düşmanı yayınlar hazırlıyor, LGBTİ+ düşmanı dernekleri açıktan finansal olarak destekliyor. LGBTİ+ örgütlerini ise kapatmanın yollarını arıyor, TBMM'ye sunulan teklif ve yasalarla LGBTİ+ların varlığını kriminalize etmeye çalışıyor. Görülmeli ki LGBTİ+lara yönelen bu topyekün saldırı çok katmanlıdır ve rejimin nüfus kontrolü planından köklenmektedir.
Politik islamcı rejim, 2025'i "aile yılı" ve önümüzdeki 10 yılı "aile ve nüfus on yılı" ilan etti. Bu karardan itibaren yaşananların bir panoramasına bakalım. Cumhur İttifakı'nın küçük ortağı Hüda- Par'ın meclise sunduğu kanun teklifi ile LGBTİ+ların toplumdan aforoz edilmesi için çalışmalar hızlandırıldı. Onur yürüyüşleri birbiri ardına yasaklandı, 23. İstanbul Onur Yürüyüşünde gözaltına alınan iki kadın tutuklandı. Transların hormona erişim yaşı 21'e çıkarıldı. İstanbul, Amed ve İzmir'de trans kadınlar evlerinden zorla çıkarıldı, bu zora direnenlere ise özel bir cezalandırma yöntemi olarak ev hapsi verildi.
Rejim, hem heteroseksist kapitalist sermayenin çıkarları doğrultusunda hem de oy tabanı olan muhafazakar kesimleri konsolide etme amacıyla LGBTİ+lara dönük inkar ve nefret politikalarını ilk gününden beri uyguluyor. Bu saldırılar bizim için yeni değil. Ancak, önümüzdeki "aile yılı" ilan edilmesiyle beraber LGBTİ+lara dönük saldırıların stratejik hale geldiğini görüyoruz. Buradaki stratejiyi gözden kaçırmanın, sadece heteroseksizm ve LGBTİ+fobi ile açıklamanın yetersiz kalacağı açıktır. Bu süreç, sermayenin ihtiyacı olan ucuz işgücü ve işçinin yeniden üretimi koşullarının güçlendirilmesi ve Türk devletinin bölgedeki yayılmacı politikaları için daha fazla nüfusa ihtiyacından bağımsız ele alınamaz. Ortadoğu'da ve tüm dünyada yükselmekte olan emperyalist paylaşım savaşı sesleri ve düşmekte nüfus oranları, rejimi "aileyi güçlendirme" yoluyla yeniden üretimi artırmaya yöneltiyor. Burada da rejimin politikasına hizmet edecek bir düşman yaratma gereğine tekrardan başvuruyor. Bu da yeniden üretimin dışında kalan, kendi istediği aile yapısına uymayan LGBTİ+ları bir hedef haline getiriyor. Kutsallaştırılan aile kurma ve çocuk sahibi olma döngüsü, LGBTİ+lar nedeniyle kurulamıyormuş izlenimini yaratarak geleneksel aileyi sürekli "korunması ve sahip çıkılması" gereken bir pozisyona koyuyor.
Bununla beraber heteroseksüel ilişkileri "olması gereken" kabul ederek kişilerin ilişkilenmesinin asli amacını üremek, kadının nihai hedefini ise anne olmak olarak kodlanmaktadır. Heteronormatif aile kalıbı sayesinde sermaye, kadının ücretsiz emeğinin sömürüsünü "düzenli hayat", "fıtratına uygun olarak yaşamak" motiflerle sunar. Bu yolla iktidarının devamlılığını ahlaki ve kültürel çerçeve içerisinde de garantiye alır, meşrulaştırır. Aile kurumu bir yandan sermayeye düzenli iş gücü üretimini sağlama veyahut var olan iş gücünü korumak için varken diğer bir yandan da egemen ideolojinin nesillere aktarımı açısından zaruri önem taşımaktadır. Diğer bir deyişle, hem ideolojik hem de ekonomik bakımdan yeniden üretim sürecinin halkası ailedir. Bu çerçeveyi çizdiğimizde, sermaye açısından LGBTİ+ların neden hedef tahtasına koyulması gerektiği gayet açıktır. LGBTİ+ların varlığını ihtiyaç duyduğu nüfus politikalarıyla çelişen bir engel olarak görmektedir.
LGBTİ+ ilişkiler; doğurganlık üzerine kurulu, diğer bir deyişle doğrudan biyolojik üreme ile ilişkilendirilmeyen ilişkilerdir. LGBTİ+ varoluşları ya da ilişkilerin toplumsal olarak görünürlük ve meşruiyet kazanması demek, sermaye devletinin inşa ettiği "kadın eşittir anne" denklemini zayıflaması, doğurganlığın varoluş amacı olarak atfedilmesinin sorgulanması demektir. Rejimin "aile yılı"nın başarısı, kadınlar tarafından anneliğin kutsal görev olarak kabul edilmesine bağlıdır. Lezbiyenler ve trans kadınların varoluşu; kadınlığın, kadın olmanın sadece doğurganlık ve annelik üzerinden tanımlanamayacağını göstererek sermaye düzeninin sunduğu denklemi kökten sarsmaktadır.
Rejim, bir emperyalist savaş ihtimalinde pastadan alacağı payı arttırma derdindedir. Bu kapsamda aynı zamanda bir makbul erkek de yaratır. Erkekler "vatanı savunan asker ve vatanını savunan aile reisi" olarak idealize edilmiştir. Erkekliğin güç, askerlik, şehitlik gibi militarist kodlarla tanımlanması ve kadınlığın annelikle sınırlandırılması aile kurumunu ordunun ve ulusun minyatürü olarak kutsallaştırıyor. Sonuç olarak, rejimin aile yılı politikaları ile bölgesel savaşa hazırlığının LGBTİ+lara dönük saldırılarla tezahür etmesi tesadüf değildir. Bu yüzden, "aile yılı" kapsamında gerçekleşen saldırılar, yalnızca rejimin politik islamcı karakterinin savunusu değil, heteroseksist kapitalist devletin sömürgeci ve yayılmacı stratejilerini mümkün kılacak bir toplumsal düzenin kurulma çabasıdır.