17 Mayıs 2024 Cuma

Ahmet Ayva yazdı | Yılmaz Güney'in kuramadığı parti, düşlediği devrim - 1

Gothe, Raust'ta; yürekten yüreğe bir pencereyi ancak yüreğimizle açabilirsiniz der. Biz de yüreğimizde olanı göstermek için, penceremizi yüreğinize açıyoruz. İsmini duyan o yürekten içeri girmekten çekinmeyecektir.

Kimi zaman ölüm yıl dönümünde, kimi zaman doğum gününde hatırlanır Türkiye sinemasının "Çirkin Kralı", Türkiye- Kürdistan devrimci hareketinin uzlaşmaz devrimcisi Yılmaz Güney. Üzerine yüzlerce makale, onlarca biyografik kitap yazıldı. Çekilen belgesellerle bilinen ve bilinmeyenleriyle herkes kendi cephesinden bir Yılmaz Güney portresi çıkardı ortaya. Kimisi bir yanını göstermekten çekinirken, kimileri en önemli yanıyla onu eksik ele almayı vazife edindi. Her kuşak, onun resmini çizenlerin, çizdikleri kendi dönemleriyle ele aldı, tartışmalar yürüttü. Çünkü ortada sadece bu kadar malzeme var sandılar. Halbuki, Yılmaz Güney'i ele alırken şunu bilmek lazım; onun dünya ezilenlerine bıraktığı bir "külliyat" vardır. Sinema filmlerinden, hikaye-romanlarına, inandığı idealler doğrultusunda ideolojik-politik yazılarını içeren bir "külliyat".

Esasen bu girizgahtan sonra bizi ilgilendiren onun ideolojik-politik yanıdır. Peki neden ilgiliyiz sorusu haklı ve yerinde olacaktır. Çünkü günümüzde hala, büyük bir ısrarla Yılmaz Güney tek yanlı ele alınmaktadır. Tek yanlı ele alış biçimi, bir tarihi de yok saymak anlamına gelir. Her ne kadar o, 1970'li yıllarda Gronoble'de "Büyük Jüri Özel Ödülü"nü kazanıp ülke sınırını aşıp, Türkiye- Kürdistan'ın toplumsal maddi koşullarını dünyaya göstermişse de, her ne kadar "Yol filmi" ile günümüzde de önemini koruyan "Cannes Film Festivali"nde "Altın Palmiye" ödülünü almışsa da Yılmaz Güney sadece bu sanatsal faaliyetlerin arasına sıkıştırılıp tartışılacak biri değildir. Yarattığı tüm değerler politik-ideolojik görüşlerinin, sınıfsal bakış açısının birer ürünüdür. Sanatı gibi politik duruşu da bir "vicdan insanı, yalnız demokrat" olarak da ele alınmalıdır. Onun devrimci demokratlığının bir evresi ve sıçramalı dönemi vardır. Devrimciliğini ve sosyalist yurtseverliğini sadece kitle iletişim araçları; youtube, Twitter, Facebook vd. kitle iletişim araçlarında var olan ve paylaşılan videolarla değerlendirmek yüzeysel olur. Çoğu insan hala, Yılmaz Güney'in o hitabet gücü kuvvetli, direngen, ajitatör konuşmalarının nerede yapıldığını bilmemektedir.

Sürgündeyken Paris Kürt Enstitüsü'nün düzenlediği Kürt Kültür Şenliği (27 Şubat 1983) ve yine Enstitü'nün düzenlediği Newroz etkinliğindeki konuşması (18 Mart 1984) hala en çok paylaşılan, politik devrimciler tarafından kullanılan konuşmalarıdır. Bunlar Yılmaz Güney'in politik-ideolojik duruşunu net bir şekilde gösterdiği görüntülerdir. Yılmaz Güney'e o konuşmayı yaptıran bir geçmiş ve araka plan mevcuttur. İşte oportünistler ve sosyal şovenler kendi duymak istediklerini duymak için, bütünden kopararak, kitle iletişim araçlarını da kullanarak, O'nu kitlelere "gösteriyor gibi" yapıyorlar.

Bir taraf onun ulusal mücadeleye yaklaşımını silmeye çalışırken, diğer taraf ise sınıfsal, proleter mücadeleye dair fikirlerini Kürt ulusal mücadelesinin gerisine itiyor. Bu iki yaklaşımda Güney'in politik bakış açısını yansıtmıyor. O Kürt ulusal mücadelesinin ne kadar yılmaz savunucusu ise bir o kadar da proleter mücadelenin savunucusudur. Ya da tam tersi mevcuttur.

Zindanların devrimciler için bir okul olduğu gerçeği her yanıyla Güney'in politik yazılarında mevcuttur. O, zor koşullara teslim olmaktansa, koşullarını yönetecek hale getirip, ne denli zor olursa olsun üretmeye ve kendi değişimini örgütlemeye çalışmış, yeniyi inşa etme yolunda büyük bir çaba sarf etmiştir. Hiç kuşkusuz bu yanıyla sanatla politikayı iç içe geçirmiştir. Adli bir suçtan tutuklu olduğu yıllarda kültür, sanat ve politikayla ilgili fikirlerini 1978-79 yılına kadar Kayseri cezaevinden Güney dergisine yazmıştır. O, "Toplumsal devrim, sınıfsal temelleri olan kesintisiz bir değişme ve değiştirme hareketidir. Çeşitli zorluklarla dolu, uzun, sancılı bir tarihi dönemi kapsar. Acıları, sevinçleri, başarıları, yenilgileri... Yükseliş ve düşüş evrelerini içerir" (1) diyerek toplumsal devrim örgütlenmesi içine girmek için hapishaneden kolları sıvar. Sıçramalı dönemi. yazılarının içeriğine bakılınca bu döneme tekabül eder. Küçük burjuva aydın kesiminden, devrimci hareketin ilerici, devrimci bölüklerinden, karşı devrimcilere değin polemiklere girişir. Artık kendisini bir sanatçıdan çok "doğal politik önder" konumuna yükseltme çabası içerisine girer ve 'toplumsal devrim' dediği, devrim modelini açıklamaya ve başta devrimci hareket olmak üzere kitleleri arkasından sürüklemeye çalışır. Artık amaç net ve tektir. Hapishane'de yapılan röportajda "Devrim nedir" sorusuna; "Devrim isteği gereklilikten doğar" (2) yanıtını verir. Gerekliliği ortaya koymada yeterince bilgi edinmiş, dönem içerisinde ülkesinin mevcut koşullarını kendi politik-ideolojik yönelimiyle içselleştirmiş ve bu doğrultuda tahliller ve tezler ortaya koymuştur.

Böylece Türkiye-Kürdistan devriminin "yol haritasını oluşturmaya çalışmıştır. Fikirlerinin oluşma biçimi yoğun bir okuma sürecinin ürünü oldukları, kendisine ait fikirleri, temellendirdiği teorisini bu ürünün hasadını toplayarak yapmıştır. Avrupa'ya gitmeden "Türkiye devrimi" demekte; "Mutlaka Türkiye devrimi tek bir partinin damgasını taşıyacaktır. Üç, beş, elli parti de olabilir. Önemli olan, devrime damgasını vuracak partinin niteliğidir" (3) diyerek devrimci öncü partinin yokluğundan yakınmaktadır. Aslında bu bir arayıştır, yola koyuluştur demiştik. Öyle ki, fikirlerin canlılığı, devrimin karakterini oluşturmasının önünü açmış, yaptığı polemiklerle dönemin tüm öznelerini eleştirinin merkezine koymuştur. 3 dünya teorisyenleri ve pratikçileriyle arasına kırmızı çizgi çekmiş, Enver Hoca'yı olumlarken burjuva Türk devletiyle ticari, siyasi ilişkilerinden kaynaklı eleştirmekten kaçınmamıştır. '71 devrimci atılımının önderlerinin devrimciliklerini, inançlı ve kararlı duruşlarını övgüyle anmış, evinde sakladığı Mahir'lerin pratiklerine sert eleştiriler getirerek yeni model sunmaya çalışmıştır. Önüne koyduğu devrim görevini ve modelini "Antiemperyalist Demokratik Halk Devrimi" olarak ortaya koymuş, "Türkiye devriminin en önemli sorunlarından biri Kürt ulusal sorunudur, bu sorun çözülmeden, bu soruna doğru bakmadan devrim mümkün değildir" (4) diyerek ulusal sorunun çözümsüzlüğünü demokratik devrimin önünde engel olarak görmüştür.

Yılmaz Güney için en hayati meselelerden biri de antifaşist mücadele olarak önünde durmaktaydı. O antifaşist mücadeleyi rejimin faşist karakterine karşı bir birlik ve hazırlık çağrısı olarak ele almış ve kavramıştı.

"Kapitalistler ne vakit bunalıma girmiş iseler, ilk iş olarak faşizm üniformasını üzerine geçirmiştir" diyerek 12 Eylül faşist darbesi öncesi faşizm üzerine yoğun düşünsel faaliyet yürütmüş, gelecekte yapacağı tartışmaların, yürüyeceği yolun, ortaya koyacağı pratiğin önünü açmıştır.

(1) Yılmaz Güney Siyasal Yazılar, Cilt I, Sayfa 1, Mayıs Yayınları
(2) A.g.e, Sayfa 25
(3) A.g.e, Sayfa 30
(4) A.g.e, Sayfa 39