25 Nisan 2024 Perşembe

Yaşar İpek yazdı | Yetki masada değil direnişle kazanıldı

15-16 Haziran büyük işçi ayaklanmasına selam çakan Ağaç AŞ işçileri o ruha direnişleri ile yeniden can suyu taşıdı. Ve "İnadına sendika, inadına DİSK" sloganı taban inisiyatifi ve fiili meşru mücadele yolundan ilerleyen işçilerin direnişlerinin önünde engel haline gelen bürokratlara karşı da bir isyan ve dövüşken sınıf geleneğine dönüş anlamı kazandı.

Yılbaşından bu yana dalgalar biçiminde süregelen işçi hareketini karakterize eden temel çizgilerden biri ağırlıklı bölümünün örgütsüz işyerlerinde gerçekleşmiş olmasıydı. Genç ve kadınların damgasını vurduğu bu işçi kuşağının geleneksel sendikal tedrisattan geçmemiş, örgütlenme alışkanlıkları zayıf bir kültürde şekillenmiş olması sorunun bir yanını oluşturuyordu. Ancak bununla birlikte mevcut bürokratik sendikal yapıların harekete uzak durması ve hatta yer yer hareketi geriye çeken bir konumda bulunması bu tablonun ortaya çıkmasında önemli bir rol oynadı. Sendikalı ya da sendikasız işçi kitlelerinin artık kronikleşen bu sendikal yapıya kronikleşen bir güvensizlik beslemesi ve yeni yol arayışlarına girmesi bu bakımdan eşyanın doğasına uygundu. Ne var ki hareketin örgütsel bir biçim yaratamaması ya da mevcutları dönüştürememesi halen zayıf nokta olmayı sürdürüyor.

Bu zayıf noktanın nasıl aşılabileceği konusu çok katmanlı bir tartışma. Biz bu yazıda bu tartışmanın çözümüne ışık tutabilecek bir deneyime odaklanarak katkı sunmaya çalışacağız.

Geçtiğimiz hafta İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı Ağaç AŞ'de işçiler iş bırakarak belediye binasının bulunduğu Saraçhane'de direnişe geçtiğinde buraya nasıl gelindiğine dair bilgisi olmayan kesimler şaşırdı ya da bu direnişi de ocak ayından bu yana süregelen direnişler ile aynı parantez içinde değerlendirdi. Kuşkusuz bu direniş ile işçi sınıfının değişik kesimlerinde ortaya çıkan direnişler arasında bir illiyet bağı vardı. Benzer sorunlardan hareket ediyor, benzer çelişkiler yaşıyorlardı. Ancak önemli bir fark vardı. Burada ortaya çıkan direniş patronla görece uzun bir döneme yayılan bir irade mücadelesi içinde gelişip olgunlaşmıştı. İşçiler çalışma koşulları ve düşük ücrete karşı geçtiğimiz yıl örgütlenmeye başladığında BTO-SEN isimli sendika varla yok arası bir durumdaydı. Ve kısa sürede barajı geçecek düzeye ulaştı. İşçiler sınıf mücadelesi görüş açısına sahip sosyalistler ile birlikte seferberlik içine girerek kısa sürede varla yok arası bu sendikayı elle tutulur bir güç haline getirdi. Ve aslında her şey ondan sonra başladı. İYİP'li bir yöneticinin çiftliğine dönüşen Ağaç AŞ'de ortaya çıkan bu taban seferberliği patronun karşı saldırısı ile kırılmaya çalışıldı. Ve yine patron eliyle şantiyelere sokulan sarı sendika bunun temel silahlarından biri oldu. İşten atma, sürgün, mobbing, tehdit ve sarı sendika eliyle yayılan yalan makinesi cenderesi içine alınan taban hareketi kırılmaya çalışıldı. Bu başlangıçta belli bir sonuç da yarattı. İşçilerin bir kısmı sarı sendikaya geçmek zorunda bırakıldı. Bir kısmı ise işten ayrıldı. Ancak patronla mücadele içinde geçen bu aylar içinde kemikleşen ve sınıf bilinci gelişen bir işçi topluluğu da oluşup şekillendi. 1700'lü rakamlardan 800'lere düşen üyelikler orada tutundu. Ve bu 800 işçinin çekirdeğini oluşturan ve onlarca öncü işçinin çabasıyla yeniden ileri doğru atıldı. İşten atılan bazı işçiler dişiyle tırnağıyla kurduğu sendika için çabalamayı sürdürdü. Sürgün edilenler bu saldırıyı gittikleri şantiyeleri örgütlemeye girişerek karşı silaha çevirdi. Patronun Ağaç AŞ'de kurduğu kirli ilişkiler ağına çomak sokarak, meydan okuyarak karşı psikolojik basınç kurdular vs. vb.

Yetki dönemi geldiğinde sarı sendika ile BTO-SEN arasındaki fark en düşük noktasına gelmişti. İşçilerin iradesini kıramayan Ağaç AŞ patronu tabiri caizse 'Osmanlı oyunu' na başvurarak sorunun üzerinden atlamaya çalıştı. Sarı sendikaya fason üyelikler yaptırarak üye sayısını yükseltme, BTO-SEN'in ise üye sayısını yasalara aykırı biçimde düşük göstererek baraj altında bırakma yoluna başvurdular. Böylece işçilere yenilgi yaşatarak kaderlerine razı gelmeleri dayatılacaktı. Planlarını uyguladılar. Sarı sendika fason üyeliklerle 'barajı geçti' ama bu açıklanamayan üyeliklerin ortaya çıkması nedeniyle önceki dönem yetkili diğer sarı sendika tarafından mahkemeye verildi. Ve yetkiyi alamamış oldu. Diğer taraftan BTO-SEN'de üyelik tespitinin hukuka uygun biçimde gerçekleşmemiş olması nedeniyle mahkemeye başvurdu. Patronun oyunu burada tıkanmıştı. Ancak mücadele devam etti. İşçinin dişiyle tırnağıyla büyüttüğü ve sahiplendiği bir sendika olarak BTO-SEN yetki konusunu fiilen aşarak meşru mücadele hattından ilerledi.

Önce atılan işçi arkadaşları için iş durdurdu. CHP İl binasına giderek arkadaşları işe alınana kadar binadan çıkmayacağını ilan etti ve patrona geri adım attırdı. Sonra resmi olarak yetkisi olmamasına karşın ILO 190 ve Anayasanın 90. maddesine dayanarak toplu iş sözleşmesi (TİS) hakkını fiilen direnerek alma yoluna girdi. Hazırlanan TİS taslağı tüm şantiyelerde işçilerin talep ve önerileri ile şekillendirilerek direniş sürecine girildi. Kimi zaman şantiyelerin içinde, kimi zaman önünde, kimi zaman sendika binasında, kimi zaman ise kafelerde bir araya gelindi. Şantiyelerde ya da önlerinde yapılan toplantılar patronun tehditleriyle karşılandı. Bazı şantiyelere polis çağrılarak psikolojik basınç yaratılmaya çalışıldı. Ancak tüm bunlara rağmen işçilerin öncü bölümlerinde bir tavsama yaşanmadı. Birçok öncü işçinin ağzından duyduğumuz 'bu kadar ağır koşullarda ve düşük ücretle burada kalıyorsak bunun tek sebebi bu mücadeleyi sonucuna ulaştırmak içindir' sözleri bu kararlılığı dile getiriyordu. 13 Haziran'da Saraçhane'de yaşanan direnişin arka planında kabaca böyle bir süreç vardı.

O gün Saraçhane'ye gelerek ya da şantiyelerde çalışmayarak direnişe geçen yüzlerce işçi farkında olarak ya da olmayarak yeni bir sendikal anlayış ve mücadelenin yapıcıları rolünü oynuyordu. Arkalarında cüsseli bir düzen partisi yoktu. Aksine kendi elleriyle o belediye binasına taşıdıkları başkan ve partisiyle karşı karşıyaydılar. Dahası üyesi oldukları sendikanın bağlı olduğu konfederasyon direnişe sahip çıkmak bir yana direnişi sönümlendirmek istiyordu. Direnişin hazırlandığı dönem boyunca kıllarını kıpırdatmadıkları gibi direniş anında bir tweet bile atmadılar. Ancak işçiler önce kendilerine ve yanlarında duran sosyalistlere ve sonra da İstanbul'un emekçilerine güveniyordu. Ve bunda hiç de haksız olmadıklarını gördüler.

Birinci gün direnişe geçen işçilere ikinci gün yenileri eklendi. Zorla sarı sendikaya üye yapılan işçilerden bile katılımların olduğu görüldü. Mücadeleci sendikalar, emekçi sol parti ve gruplar, direnişi duyup destek için gelen tek tek emekçiler işçileri yalnız bırakmadı. Sınıf dayanışması ve direnişi tüm topluma mal etme görüş açısı karşılık buldu ve ortaya çıkan kazanımın yapıtaşlarından biri oldu. Direniş öncesi ve anında emekçi kamuoyuna dönük olarak yapılan bilgilendirme ve açıklamalar yoluyla karşı cephenin yaratmak istediği algı inşası politikasını etkisizleştirdi. Direnişin haklılığı ve Ağaç AŞ'deki kirli ve baskıcı yönetim gerçeği gittikçe yayılan ve kabul gören bir bilgi oldu. Direnişin bir diğer kritik anı ise çadırın kurulması ve sahiplenilmesi oldu. Patronun görmeme ve konfederasyonun arkasını dönme tavrına karşı işçiler kurdukları çadırla hakkımızı alana kadar buradayız mesajı vermiş oldu. Çadırı kaldırmak için alana gelen polisin müdahale tehdidine çadırın etrafını sararak yanıt veren işçilerin kararlılığı patronun kırılma noktası oldu. Yaşanacak bir saldırının ve işin uzamasının yaratacağı siyasi götürüyü hesap eden patron direnişçilerle temasa geçmek zorunda kaldı. Ve nihayetinde direnişçilerin talepleri kabul edildi. Atılan öncü işçiler ve engelli işçilerin işe geri alınması, işçiye baskı yapan şeflere soruşturma başlatılması ve en önemlisi de birkaç özgün örnek dışında benzeri olmayan ve bir kamu kurumunda da bildiğimiz kadarıyla ilk defa TİS hakkı yetki prosedürü dışında ve direnişle kazanıldı. Kazanım öncü işçilerde yeni bir kenetlenme, kararsız ve sarı sendika etkisi altındaki işçilerde ise direniş lehine çözülme eğilimi yarattı.

13-14 Haziran Ağaç AŞ direnişi böylece özgün ve sıra dışı bir deneyim olarak kayıtlara geçmiş oldu. Belli başlı çizgileri ile resmetmeye çalıştığımız bu deneyim boyunca bir dizi yanlış ve sorunda yaşandı. Ancak bulunduğumuz noktadan dönüp baktığımızda taban inisiyatifinin öne çıktığı her anda bir ileri atılışın aksi her durumda ise geri düşüşün yaşandığını gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz. Yine sosyalistlerin sınıf bilinci taşıma çabalarının yükseldiği her durumda sağlamlaşıp ihmal ettikleri her durumda zayıfladıkları da bir o kadar gerçektir.

Bu noktadan baktığımızda işçilerin direniş boyunca sık sık tekrarladığı "İnadına sendika, inadına DİSK" sloganı, sendika bürokratlarının ağzına pelesenk olan tekerlemeden başka bir anlam taşıyordu. DİSK'i yaratan dönemeçlerden biri olan 15-16 Haziran büyük işçi ayaklanmasına selam çakan Ağaç AŞ işçileri o ruha direnişleri ile yeniden can suyu taşıdı. Ve "İnadına sendika, inadına DİSK" sloganı taban inisiyatifi ve fiili meşru mücadele yolundan ilerleyen işçilerin direnişlerinin önünde engel haline gelen bürokratlara karşı da bir isyan ve dövüşken sınıf geleneğine dönüş anlamı kazandı.

Örgütsüzlük ve örgütsüzleştiren sendikalar bariyerini aşarak yol açan Ağaç AŞ direnişi bu bakımdan işçi hareketimizin yeni yol arayışlarına çözüm için kendi sınırlarında katkı sunmuş oldu. Ve yine işçilerin Gezi'den alarak direnişlerine kattığı bir başka sloganla ifade edecek olursak "Bu daha başlangıç mücadeleye devam!"