18 Kasım 2025 Salı

Tanur Oğuz Gündüzalp yazdı | Sınırların başladığı ve bittiği yer: Bir insan, bir yol, bir öğreti

Onda yalnızca keskin bir zeka değil, döneminin ötesine uzanan bir sezgi vardı. Tarihsel anı okumakta, geleceğin damarına dokunmakta, geleceği adeta sezgisel bir derinlikle hissedebilmekteydi. Bazen bir tartışmanın ortasında susar, herkesin zihninde iz bırakacak tek bir cümle kurardı, öyle cümleler ki, seni hem sarsar hem büyütürdü.

Sınırlarımız nerede başlar, nerede biter?
Çocukken gökkuşağının altına girip başımı kaldırarak "işte seni yakaladım" deme isteğim belki bir oyundu; fakat bugün anlıyorum ki o anlar kendimi tanımaya attığım ilk adımlardı. Ufuk çizgisine kadar dayanıp "buraya kadar dostum" diyebilmenin gururunu yaşamak da öyle…
Belki o zaman bunun bir oyun olduğunu sanıyordum, ama aslında kendimi tanımanın en erken biçimiydi bu. "Ne kadar uzağa gidebilir, nerede durur, kimle yürürsem daha uzağa varırım", bunların cevabını arıyordum.

Zaman geçtikçe o hayali sınır çizgisi anlam değiştirdi. Gökkuşağı yalnızca bir renk oyunu olmaktan çıktı; bazen bir yüz, bazen bir fikir, bazen omuz omuza yürüdüğün bir insanın kendisi haline geldi.
Bazı insanlar vardır; sadece yolları paylaşmazsınız onlarla. Adımlarınız aynı ritmi tutar, nefesiniz aynı havayı çeker. O anda anlarsınız, yol artık yalnız size ait değildir; birlikte taşıdığınız, birlikte genişlettiğiniz bir inanç olmuştur. O kişi bazen bir sevgili olur, bazen bir yoldaş, bazen de ikisi birden… Sizi kendinize yaklaştırır ya da dünyaya; ama her durumda sınırlarınızın dışına taşırır.
Çünkü böyle insanların varlığı sadece eşlik değildir; "Yalnız değilsin, yürüdüğün yer değerlidir" diyen bir hatırlatmadır. Bir bakışı, bir sözü, bir sessizliği bile gizli bir ufuk genişlemesidir.

Yanınızda biri yürüyorsa, sınır dediğiniz şey artık bir duvar gibi durmaz; aşılabilir bir eşiğe dönüşür.
Ve benim için bu eşik, yıllar sonra bir insanın varlığında somutlaştı.
İşte bu yüzden Osman'ın bu fotoğrafına her baktığımda ilk çocukluk oyunlarımda aradığım o sınır duygusu bambaşka bir biçimde geri gelir.
Gökkuşağına dokunmak, o uçsuz bucaksız ufku yakalamak, sınırın başladığı ve bittiği yeri anlamak… Hepsi Osman'la farklı anlam ve değerler kazandı.
Ve bu fotoğraf onun en sevdiğim fotoğrafıdır; gözleri bir noktaya kilitlenmiş, dışarıdan sessiz, ama içeriden fırtınalı bir anın tam ortasında. Ne düşündüğünü merak ederim, çünkü Osman ne zaman böyle bir sessizliğe gömülse, ardından mutlaka sarsıcı bir fikir, çarpıcı bir tespit ya da devrimci bir çıkış gelirdi.

Onda yalnızca keskin bir zeka değil, döneminin ötesine uzanan bir sezgi vardı. Tarihsel anı okumakta, geleceğin damarına dokunmakta, geleceği adeta sezgisel bir derinlikle hissedebilmekteydi. Bazen bir tartışmanın ortasında susar, herkesin zihninde iz bırakacak tek bir cümle kurardı, öyle cümleler ki, seni hem sarsar hem büyütürdü.
Tutuklandıktan sonra bile hapishane duvarları onun düşünsel üretkenliğini kıramadı. Yaşamı hep bir mücadele alanıydı onun; felsefeden politikaya, teori-pratik ilişkisinden tarihsel eleştiriye uzanan tartışmalarda hep yeniden inşa ederdi her şeyi; kavramları, ilişkileri, alışkanlıkları, hatta bizi. Osman Nuri sadece bir yoldaş değildi; düşünmenin ne kadar zor, sancılı, ama dönüştürücü bir eylem olduğunu öğreten bir öğretmendi.

Bir gün tartışmalardan birinde zorlandığımı fark edip şöyle yazmıştı: "Bu zorlanma, zihinsel konfor alanından çıkıp düşünmenin eşiğine geldiğinin işaretidir. Düşüncede zorluk, düşünmenin en sahici biçimidir. Her direnen metin, seni yeniden inşa eden metin olacaktır."

Bu söz yıllar geçse de zihnimde yerini hiç kaybetmedi. O günden sonra hiçbir kavrayışı hafife almadım; fakat her zorluk beni yeniden inşa etmeye devam etti. Osman'ın şu cümlesi de aynı derinlikle zihnime kazındı: "Düşünmek, yalnızca entelektüel bir oyun değil, politik ve varoluşsal bir eylemdir."

Onunla yaptığımız tartışmalar, yazışmalar, hayata dair kolektif dokunuşlarımız, bir dönemin duvarlarını aşan bir bilincin tohumlarını attı. Yazdığımız her satır, düşüncenin özgürleşme çığlığı oldu benim için. Osman'ın düşünce biçimi hala zihnimin kıvrımlarında dolaşıyor; dili her cümleme, hatta her sessizliğime siniyor.

Bugün geriye baktığımda çocukken gökkuşağının altına giremediğim o sahnelerin çoğunu telafi ettiğimi düşünüyorum. Osman'ı tanımak, ondan öğrenmek, birlikte hayata dokunmak, tüm bunlar gökkuşağının altına girmek gibiydi.
Daima özlemle, daima sevgiyle…