16 Nisan 2024 Salı

Sosyalist aydın Kutsiye Bozoklar'ın kaleminden: Yıldızlara dokunmak

Düzene karşı olanlar kendilerini eleştirdikleri düzenin pisliklerinden, kirinden, pasından azade saymamalıdırlar. "Karşı" olduğunu söylemek yetmiyor. Pratikte "karşı" olmak gerekiyor. Düşündüğü gibi yaşamayı beceremeyenler devrimcilikten uzaklaşıyor. Paylaşmayı bilmek, bölüşerek çoğalmak günümüzde sosyalist olmanın mihenk taşı oluyor. Zaaflarımız tam da gündelik hayatı paylaşma noktasında ortaya çıkıyor. Aşkın küçük kayığının hayat ırmağına kafa tutmayı öğrenmesi gerekiyor. Kafa tutamayanlar dayanamayıp parçalanıyor. Hayatını değiştirmeyi beceremeyenler, hayatı değiştirme ve yeni bir dünya kurma mücadelesinde başarılı olamıyor. Yürüyemeyen yerinde sayıyor. Yerinde sayan geriliyor. Değişmeyi beceremeyenin kırılması kaçınılmazdır.

"Varsın, hüznü damıtsın yıldızlar/ Bu gece gerçeği anlat bekleyişe/ Anlat bilsin/ Takvimsizdir kavuşmalar/ Erkenci vedalar coğrafyasında" (Ş. Tamer)

Bir aşk kadar güzel, bir hasret kadar hüzünlü, bir ayrılık kadar yakıcı bir Kasım ayından geçiyor ömrüm. Kanayan ve gülümseten, öfkelendiren ve isyan ettiren geç kalmış bir sevdaya benziyor Kasım. Ben bitmemiş baharlarımı içimde taşıyarak, tutkulu bir inançla ve umutlu bir öfkeyle kuşatılmış çırılçıplak bir Kasım'dan geçiyorum. Çocuklarla ve gençlerle sevinip, ihanetlerle yaralanıyorum. Kavuşmanın sevinciyle çalkalanıyor asi yüreğim. Ben isyana yürümesini bilen bütün Kasımları seviyorum.

13-14 Kasım günleri İstanbul'da kitap fuarındaydım. İçimde sevinmeye, şaşırmaya, herhangi bir şeye gülümseyerek bakmaya dair ne kadar duygu varsa ortaya döküldü birden. Aşkla, neşeyle, sevgiyle, gördüğüm her şeyi başkalarıyla paylaşma heyecanıyla dolup taştım bu iki günde. Hayallerimizi büyütebileceğimize dair inancım bütün duygularımı önüne katıp götürdü. Aydınlık ve mutlu bir hayat elle tutacak kadar yakınımızdaymış gibi göründü bana. Ölümü ve hüznü unutup, neşeyi ve heyecanla paylaşmayı, sevinçle şaşmayı duydum yalnızca. Vefasızlık ve içtensizlikle örselenen ruhum, gülümseme ve kahkahayla tutuştu birden. Çünkü tutkuyla, merakla, sevgiyle, öğrenme ateşiyle ışıldayan genç devrimcilerin gözlerini gördüm. Şiirle ve isyanla baktılar bana. Şiirle ve isyanla yürüdüm onlara doğru.

Genç devrimcilerin merakları ve öğrenme açlıkları sevindirdi beni. Alabilecekleri ne varsa alma tutkusuyla dinliyorlardı. Soruları sakınımsızdı. Ve zihinleri açık. Gençlikleriyle devrimi gençleştirdiklerinin, geleceği taşıdıklarının bilincindeydiler. Özgüvenleri kusursuzdu. Devrimciliğin inatla geleceğe yürümek olduğunu içselleştirdiklerinde; inatla inanca sarılmayı, bilinçle çoğalmayı, çoğalarak paylaşmayı bir yaşam biçimi haline getirdiklerinde; hayatı devrimcileştirmeyi başardıklarında yenilmez olacağımız kesin. Ama önce eleştiride şiddetli, ideolojide net olmayı bilmek gerekiyor. Bu tüm düzen eleştirilerinden önce kendi payımıza düşeni almak demek. "Bütün renkler hızla kirleniyordu" diyor ya şiir, önceliğin beyaza düştüğünü unutmamak gerekiyor. Önce beyaz kirleniyor. Kapitalizm insanları egoistleştiriyor; öğrenme sevincini köreltiyorsa; insanı yalnızlaştırıp korkularını büyütüyorsa; paylaşma ve katılma yetisini dumura uğratıyorsa; tüm bunlar düzene karşı olduğunu söyleyenler içinde geçerlidir.

Düzene karşı olanlar kendilerini eleştirdikleri düzenin pisliklerinden, kirinden, pasından azade saymamalıdırlar. "Karşı" olduğunu söylemek yetmiyor. Pratikte "karşı" olmak gerekiyor. Düşündüğü gibi yaşamayı beceremeyenler devrimcilikten uzaklaşıyor. Paylaşmayı bilmek, bölüşerek çoğalmak günümüzde sosyalist olmanın mihenk taşı oluyor. Zaaflarımız tam da gündelik hayatı paylaşma noktasında ortaya çıkıyor. Aşkın küçük kayığının hayat ırmağına kafa tutmayı öğrenmesi gerekiyor. Kafa tutamayanlar dayanamayıp parçalanıyor. Hayatını değiştirmeyi beceremeyenler, hayatı değiştirme ve yeni bir dünya kurma mücadelesinde başarılı olamıyor. Yürüyemeyen yerinde sayıyor. Yerinde sayan geriliyor. Kavgayı geriletmek isteyen savruluyor ve kırılıyor. Değişmeyi beceremeyenin kırılması kaçınılmazdır. Kavganın kirlenmesine izin vermemek gerekiyor.

Bu topraklarda devrimci kuşaklar kırılarak yenileniyor. Bir kuşaktan diğerine gelenek aktarımı kesintilerle sürüyor. Geleneklerini geliştiremeyenler devrimcilikte eksik kalıyor. Çoğalmanın önündeki engeller büyüyor. Genç devrimcilere çoğalmanın önündeki engelleri kaldırmak düşüyor. Paylaşarak çoğalmayı yaşam tarzı haline getirmek gerekiyor. İnançta ısrarlı, paylaşımda inatçı olmayı bilmek gerekiyor. Bu başarıldığında gençlerle büyümek bir sevinç oluyor. Ama unutmayalım bu düzende ihanet hep bir adım arkamızda duruyor. İsyan ve öfke devrimcileşmeye yetmiyor. Bu yalnızca tepkidir. Tepkiyi örgütlemek gerekiyor. Örgütlülüğün yolu disiplinli ve ortakça çalışmayı gerekli kılıyor. Biz "yol" insanlarıyız. El ele, yürek yüreğe, omuz omuza yürümek işimiz! İşimizde çoğalmak en tutkulu sevdamızdır. Gençlerle sevdamız tazeleniyor, büyüyor.

Bu imza gününde bizi çoğaltmaya hazır genç devrimciler tanıdım. Umutla, merakla, akılla bakıyordu gözleri. Güzel bir haber bekler gibiydiler, gözbebekleri ışıklar içinde. Ben de onları kattım yanıma, yaşadığım ve yaşayabileceğim tüm güzellikleri içimde taşıyarak Gebze'nin yolunu tuttum.

Hiç yıldızlara dokunmak istediniz mi? Ben hep istedim. Hele Akdeniz'in yıldız ışıltılı gecelerinde, ellerimi uzatıp bir mavi yıldız tutmak geçti her gökyüzüne bakışımda içimden. "Umudun öyküsünü yazmak bize düştü/ Bize düştü/ Sunmak hayata ömrün baharını" diyor ya şair, Gebze'de umudun öyküsünü yazanları gördüm.

Bir de hayata ömrünün baharını sunanları... Öfkeyle parçalandı içim, isyanın, mutluluğun, acının, sevincin buruk tadıyla doldu yüreğim. Bir yanım kanıyordu usulca, diğer yanım çıldırıyordu sevinçten. Parmaklıkların ardında karanlıkta parlayan gizemli yıldızlar gibiydi onlar, gecenin içinde yürüyen ışıklar gibi... Kızgınlığım kahkahalarıma karışıyordu orada. Düşüncelerim hayallerime. Ömrümüzün en güzel parçaları oradaydı, ekmeğe, güle, özgürlüğe inandıkları için. Ekmek, gül ve özgürlük için dövüşmeyi bildiklerinden. Hep şunu düşünmüşümdür, biz gül de istemeyi, güller için de mücadele etmeyi ihmal ettiğimiz için, ekmek ve özgürlük mücadelemiz eksik kalıyor. Ama orada, Gebze'de ekmekle birlikte gül de isteyen gözler gördüm. Biz yakınlıkları göze alıyorduk, ama aramızda aşılmaz görünen uzaklıklar vardı. Gözlerimiz acıyordu bu yüzden ve öfkem bütün duygularımı kavurup geçiyordu, ellerim yalnızca soğuk demire dokunduğunda. "Sözün bittiği anlar vardır" diye yazmıştım ya bir zamanlar. Öyle anlardan biriydi işte. Masum bir hınzırlıkla ışıldayan gözler vardı karşımda; hüzünlü ve bilge gözler, sırlar saklayan gözler vardı; neşeyi ve sevinci barındıran gözler, ölüme ve kavgaya dair konuşan gözler vardı; geçmişten geleceğe bir gülümseyiş gibi uzanan gözler. Ve denize, çiçeğe bulutlara bakarcasına ışıldayan gözler vardı. Ben kendi gözlerime bakamadım. Ama yıldızlara ulaşmak isteyen bir çocuk gibi baktığıma eminim. Çünkü karşımda geceyi delip geçen yıldızlar parlıyordu. Çelik ışıltılı yıldızlar.

Hep bir yıldıza değmek istemişimdir, bir ışığı tutmak. Gebze'de işte bunu yaptım. Parmaklıkların arasından bir an yıldızlara değdi ellerim. Kimse farkına varmadı ama, ben o ışık sızdırmayan kapılardan yakama yıldızlar takıp da çıktım. Bir yanım güller kokuyordu bir yanım çelik ışıyordu. Bir yanım aşkı taşıyordu, bir yanım kavgayı. Bizim hayatlarımızı zindan etmeyi başaramayacaklarını bir kez daha anladım. Derin bir yara gibi kanadı bir yanım, hayatın güzelliğini söyledi öbür yanım.

Bir kasım sabahında sevinçlerimden asla vazgeçmemem gerektiğini anladım yeniden. Bütün türküleri söylemeliydim, bütün şiirleri okumalı, bütün şairleri dolaşmalıydım, bütün çiçekleri koklamalı, zamanı elimde tutmalıydım, şafağı yakalamalı ve hayatın güzelliğini anlatmalıydım hiç durmadan. Çünkü hayata benzer arkadaşlarım vardı benim ve yıldızlar taşıyordum yakamda geceyi güzelleştiren.

Öfkemle beslemeliydim kendimi. Bir yanım orada bıraktığım dostlarım gibi her şeyden vazgeçmeye hazır olmalıydı, diğer yanım onlar gibi hiç vazgeçmemeliydi. Bir yanım sevgiyle evet demeliydi, diğer yanım öfkeyle "hayır" diye haykırmalıydı. Bir Kasım gününde koynuma onları doldurup çıktım Gebze'nin kapısından. Bir yanım sevinçti bir yanım hüzün. Hayatın güzelliğini anladım bir kere daha ve hayatı yaşayabilmek için dövüşmenin zorunlu olduğunu. Kilit üstüne kilit de vursalar hayata ve sevdaya açılıyordu tüm kapılarımız.

Ben inatçı yıldızlara dokundum Gebze'de. Sevdiklerimi düşündüm ve beni sevenleri. Bütün sözleri bıraktım orada ve yüreğimin asi yarısını. Bir armağan gibi yüklendim sevgilerimi. Öfkeye, isyana, acıya ve aşka yürüdüm. Dar kapıları olmayan bir dünya kurmalıydık mutlaka. Sokakları tutmalıydık, meydanları doldurmalı. Korkunun sessizliğini parçalamalıydık, çığlıklarımız geceyi aydınlatmalıydı. Sesimiz umut olmalıydı. 15 Kasım günü yaşama sevinçleri bıraktım Gebze'de. Ve onlar ardımda onlarca gözdü ömrümce taşıyacağım. Söz onurdur. Yaşartmamaya yemin ettim, o aydınlık gözleri. Çünkü yıldızlara dokundu ellerim benim.