21 Kasım 2024 Perşembe

Sosyalist aydın Kutsiye Bozoklar'ın kaleminden: Şimdi mevsim yaz

Madem ki yazdır. Kendi sesimizi tanımayı öğrenmeliyiz en çok. En az bildiğimizi yani. Ve dünyaya doğru yürümeliyiz hep. Hayatımızı değiştirmemizi engelleyen şeyin baskılar ve geri çekmeler değil, kendi korkularımız olduğunu bilerek. Açılmaz sanılan dar kapıları kırarak, kendimizi ateşe atmaktan çekinmeden hiç.

Şimdi mevsim yaz. Zambaklarla yaseminlerin açma zamanı. Yeşillerin ve güllerin solgun koktuğu mevsim. Konuşmaların sabah ışıltıları taşıdığı, denizin laciverde kestiği, seslerin kekik ve ıtır koktuğu gezinti zamanı hayatın.

Şimdi mevsim yaz. Aylardan Ağustos. "Seni elinden tutmuşum / yaz geçiyordu/ Yaz geçiyordu, biz geçiyorduk/ Yazı elinden tutmuştuk" dediği zamanlardayız şairin. İğde, ıhlamur ve hanımeli kokmaktan vazgeçmemiş sıcak ve ıslak günlerdeyiz. Gezinti zamanındayız hayatın. Ama gezintiye çıkmaz hayat. Açlık grevlerinde aseton kokan bedenler tutuşur. Salkım söğüt gölgelerine sığamayan canlar düşer dağlarda toprağa. İşçiler grevdedir, yoksullar tarlada. Yenilgilerimizin mevsimidir yaz, zaferlerimizi al atlara koşarız bir yaz mevsiminde.

Şimdi mevsim yaz. Gezinti zamanı diye yazmıştı Ahmet Altan. Ama tarihin gelişiminin karşısına dikilenler bilmezler hayatın gezinti mevsiminde olduğumuzu. Lorca, sevginin ve hayatın ozanı kurşuna dizilir bir dağ başında. Güneş çok eski bir hüzündür bu yüzden İspanya'da. "Ben ölünce/ gömün gitarımla beni/ kumlara. Ben ölünce,/ portakallarla/ naneler arasına/ Ben ölünce/ gömün isterseniz/ rüzgar gülüne./ Ölünce ben!" diyen ozan, portakal ve nane kokularını değil, Franco'nun kara gömleklilerinin sesini duyar Ağustos göğünün altında. Özgürlük ayağı sekili bir ceylandır oysa dağ başlarında.

Şimdi mevsim yaz. Hayat gezintide olmalı, tatile çıkmalı ölüm. Umutlar yeşermeli. Ağustosların Eylüllere aktığı unutulmalı. Ve Ağustos'ta gidenlerimizden biri olan Bertolt Brecht'in dediği gibi "Bir kez olan oldu/ Elinde değil, ayırmak/ şaraba katılan suyu/ Ama değişmeyen şey yok./ Başla istersen yeniden, / istersen son nefesinde" diyebilmeli insan. Sonra fethe çıkmalı mutluluğu. Yeniden başlayabilmenin hazzını duymalı yaz sabahlarında. Yenilerek yengiye koştuğumuzu anımsamalı.

Şimdi mevsim yaz. Belki de bir Şolohov okumalı. Aksinya gibi bir kadını düşünmeli. Gönüllü Bunçuk gibi Anna'ya tutulmalı. Belki de bulutsuz gökyüzüne bakıp, yaşamanın ne kadar güzel olduğunu geçirmeli kurşuna dizilirken, akıldan.

Şimdi mevsim yaz. Sıcak ve aydınlıktır sabahlar. Ama karanlığın tellallığını yapanlar tatile çıkmıyor. Biz hayatın güzelliğini anlatmaya devam etmeliyiz bu yüzden. Hayatın güzelliğini yaşayabilmek için dövüşmek gerektiğini anımsamalıyız hiç durmadan. Ama sevinçlerimizden vazgeçmemeliyiz. Zamana dokunabilmeliyiz bir sabah vakti. Bütün şiirlerini okumalıyız hayatın. Sesini kaybedenleri, sesini yükseltmeye çağırmalıyız yeni baştan. Kırda ateş yakabilen elimiz, meydanları tutuşturabilmeli aynı coşkuyla.

Şimdi mevsim yaz. İsyan türküleri dolaşmalı dilimizde. Belki de Umut romanını okumalıyız Malraux'nun. Kırık kanatlı uçaklardan bomba yağdırmalıyız faşistlerin başına, "Salud" diye bağırmalıyız belki cumhuriyetçi bir siper yoldaşına ve madem ki hayata ve kavgaya açılıyor ömrümüz, hayatın kıyısında yaşama kavgasına tutuşmuş Can Yücel'i okumalıyız bir yaz sabahında. "Anılar ki önlerinden her geçişte/ Islanmış Mayıs böcekleri gibi üzerlerinde/ Acem acem geziniyor gözlerim.../ Ama kader diye bir b.. varsa eğer,/ Keder değil elbet benim kaderim,/ Ne anılar ki madem anasıdır yaşanacak delikanlı anların, / Bugün bu: Kuburda yaşasam da yarın/ Çiçek Dağlarında seyirtecek seyrim,/ Değil mi ki burnumda tüten toprak kokusudur Devrim" diyebilmeliyiz onunla birlikte anılara bakıp.

Hayata, aşka ve kavgaya dair konuşabilmeliyiz yaz mevsiminde. Hayatı, kavgayı ve aşkı anlatan kitaplar okuyabilmeliyiz. Düşüncelerimiz gezintiye çıkmamalı hayatın gezinti mevsiminde. Balzac'ın Rastıngnac'ının, Stendhal'ın Julien Sorel'ini öğrenmeliyiz bu mevsimde. Napolyon'un Rusya seferini Tolstoy'dan okumalıyız bir de. Savaş ve Barış'ın Nataşa'sını tanımalıyız mutlaka. Turgenyev'in Ham Toprak'ı ve Babalar ve Oğullar'ı elimizde olmalı. Bazarov'un trajedisinden öğrenmeliyiz nihilistleri. Dosteyevski ve Gogol'e tutulmalı, Emile Zola ile itham edebilmeliyiz tutucuları.

Puşkin, Pugaçev'i anlatmalı bize. Lermentov'un Peçorin'ini tanımalıyız mutlaka. Peçorin'in neden sevmekten korktuğu üstüne kafa yormalıyız. Ölümden söz eden şiirlerini okumalıyız Oscar Wilde'ın. Osip'in hüznünü paylaşmalıyız, Fırtına'sında Ehrenburg'un. Ve Stalingrad Steplerine gitmeliyiz Bordcan Momis Uli'yle birlikte. Kafka'nın karamsarlığını anlamalıyız belki, Camus'un yalnızlığını.

Madem ki yazdır. Kendi sesimizi tanımayı öğrenmeliyiz en çok. En az bildiğimizi yani. Ve dünyaya doğru yürümeliyiz hep. Hayatımızı değiştirmemizi engelleyen şeyin baskılar ve geri çekmeler değil, kendi korkularımız olduğunu bilerek. Açılmaz sanılan dar kapıları kırarak, kendimizi ateşe atmaktan çekinmeden hiç.

Okuduğum, İsa'dan yaklaşık iki bin yıl öncesinin bir öyküsüydü belki. Tarih kitaplarında Romalılarla Kartacalıların büyük kapışmasını biliriz hepimiz. Romalıların en sonunda Kartaca'yı yerle bir ettiğini de. Anlatıldığına göre Roma İmparatoru, Kartaca elçisini sorularıyla sıkıştırmaya başlamış. Kartaca ordusu hakkında bilgi istiyormuş İmparator. Ve söz arasında usulca, eğer istediği bilgi verilmezse işkence yaptırabileceğini hissettirmiş elçiye. Kartaca elçisi anlamamazlıktan gelmiş imparatorun imasını ve elini ateşin içine sokup konuşma bitene kadar alevlerin arasında tutmuş elini.

Şimdi mevsim yaz. Ama bizim hayatımız sarı ayçiçeği tarlalarının arasında gezintiye çıkmıyor. Çünkü hiç başlamamış işlerimiz var. Bu yüzden Kartaca elçisi gibi acı çekmeye hazır olmayı öğrenmemiz gerekiyor belki hayatın yaz mevsiminde. Ölümün yürüyüşünü durdurmak için gerekli bu. Vahşetin önüne geçmek için. Zırhlarımızın, korkularımızın, savunmalarımızın olmadığı umutlu yaz sabahlarına varabilmek için belki.

Şimdi mevsim yaz. Kardelen mevsimine hazırlanmalı. Bir Ağustos sabahında küllerini okyanusa savurtan Engels'i düşünmeli. Devrimin bilinçli "İkinci Kemanı'nı... Okyanusa karışan kül olabilmeli kavganın içinde. Paris Düşerken'in Leontine'i gibi faşist tankların önüne atılabilmeli saçlarını savurarak, "Birazdan sevinçli yarınları hazırlayacağım" diyen Gabriel Peri gibi gidebilmeli ölüme. Bedrettin olabilmeli, "ben huruç eylemeye mecburum" diyebilmeli, Sakarya Şeyhi gibi ya da...

Şimdi mevsim yaz. Acılarımızın düş mevsimindeyiz. Bir elimiz hayatı alabildiğine kucaklarken öbürü ölüme hazırlanabilmeli. Bir elimiz aydınlığa uzanırken öbürü karanlığı çağıranlara vurabilmeli. Karanfil kokularını tutabilmeli bir elimiz, sevinçleri çoğaltabilmeli. Öfkesini bilemeli hayatı kışa çevirenlere karşı. Yaşamdan korkmadıkları için ölümden de korkmayanlara uzanmalı bir elimiz, bir elimiz aşkı özgürleştirmeli. Bir elimiz sımsıkı sarılırken yaşamaya öbürü vazgeçebilmeli her şeyden.

Şimdi mevsim yaz. Acılarımızın düş mevsimindeyiz. Hazırlık zamanı umutların. Toplamalıyız yeryüzünün asi rüzgarlarını. İsyan türküleri dolaşmalı dilimizde. Deniz kokmalı, Mahir kokmalı, İbo kokmalı sesimiz, Ağustos'ta isyanı çağırmalıyız dağlardan meydanlara. Bütün dillerini öğrenmeliyiz bütün kavgaların ihtilallerini söylemeli gülüşümüz. Ve yarın kokmalı bütün dillerde söylediğimiz bütün ezgiler. Şimdi mevsim yaz. Hazırlanmalıyız kardelen mevsimine...