Sosyalist aydın Kutsiye Bozoklar'ın kaleminden: Mutlu devrim
Devrimci iktidar isteyendir. İktidar isteyen hayata politik bakar. Ama devrimcilik sadece politik çalışan olmak değildir. Devrimciler asla birbirlerini işlerinin bir parçası olarak görmezler. Yabancılaşmış devrimcilik olmaz. Yabancılaşma sürekli mutsuzluk üretilmesi demektir. Mutlu devrimin mutsuz devrimcilerle yapılamayacağını unutmamak gerekir. Sorun, zorluklara katlanmakta değildir. Yaptığı işin insanı mutlu etmesindedir. Öyle değilse durup hep birlikte düşünmek gerekir. Devrimci asla mücadele ettiği düzenin muhalif bir türevi olmamalıdır.
Devrimci eylem, Marks'ın söyleyişiyle "İnkar gücüne sahip, açık, cüretli ve özgür kafaları" gerektirmektedir. İnsanın gerçeğinden uzaklaştırıldığı, insan zihninin maniple edildiği ve denetim altına alınmak istendiği koşullarda Marks'ın cüretli kafalarını bulmak kolay değildir. Günümüz toplumunda görüntü sözün, imaj gerçeğin yerini almıştır. Böyle bir toplumda gündelik ve gelip geçici dışında artık hiçbir şeyin geçerliliği kalmamış gibi görünmektedir. Zaman ve mekan içinde olup bitenler tıpkı eşyaların kullanım ömrünün sürekli kısaltılması gibi gelip geçicileşmiştir.
Gündelik yaşam haksızlıkları sıradanlaştırmaya, sömürüyü ussallaştırmaya ve insanları pazarın bütünleştirici elinin istediği biçimde benzeştirmeye hizmet eder biçimde düzenlenmiş görünmektedir. Gelinen noktada emperyalist-kapitalistlerce dayatılan yaşam tarzının ideolojik olarak yeniden üretilmesinin koşulları hazırlanmakta, var olanın yerine başka türlü bir yaşamın konabileceğini düşünmenin önü kesilmektedir. Ve düzeni yeniden üretmeye yarayan bu ideolojik içerik kitlelerin bilinçaltına kazınmaktadır. İnsanı kişiliksizleştiren ve şekilsizleştiren bir ortamdır bu.
Başka insanlara ve kendine yabancılaşmış birey, bu ortamın ürünüdür. Çünkü kapitalizmin bu aşamasından sonra insanlar üreticiden çok tüketiciler olarak görünmektedir. Bu durum, yabancılaşmış bir topluma ve yabancılaşmış-nesneleşmiş bireylere işaret etmektedir. Meta kültürüyle beslenmenin doğal sonucudur yaşananlar. Günümüzde gündelik hayat, yani iş, aile ve komşuluk ilişkilerinden oluşan yaşam sıradan insanın kontrolünden çıkmıştır.
Bugün insanların içinde bulunduğu ezici yabancılaşma biçimleri yaşamlarının çok önemli bir yanını oluşturmaktadır. Kuşkusuz yabancılaşmanın kaynağı özel mülkiyet düzenidir. Sosyalizm-insan-hayat-özel mülkiyet düzeninde insan elinin ve aklının yaratımları, yaratıcılarına karşı hale gelir. Ve onların hayatlarına hakim olur. Sonuçta bu denetlenemeyen güçler, özgürlük alanını genişletmek yerine, insanın köleliğini arttırırlar ve onu hayvanlardan ayıran iradi yeteneklerini ellerinden alırlar. Yabancılaşma insanlara ne olduğunu unutturan bilinç yokluğu durumudur.
Böylece insanlar emeklerinden duygusal olarak kopar ve uzaklaşırlar. Emeğin ürününün emekçiden ayrılması, tıpkı ürünün emeğinden soyutlanmış bir nesne olması gibi işçinin kendisini de şeyler-nesneler olarak algılamasına yol açar. Bu durumda insanlar yabancılaşmış gereksinmenin esiri olurlar. Ve "kendinin bilincinde ve kendiliğinden hareket eden metalar" haline gelirler. Yabancılaşmış gereksinmenin esiri olma bugün tam anlamıyla "tüketim!" tutkunluğu biçimine dönüşmüştür. Arzu üretimi bugünkü kapitalizmin belirleyenidir. Bu da daha fazla yalnızlaşma ve yabancılaşma demektir.
Var olan yabancılaşmanın kökleri üreticilerin üretim araçlarından kopmasıyla ve bunun sonucunda ücretli emeğin yabancılaşmasıyla doğan ve büyüyerek bugüne gelen kapitalizmde yatmaktadır. Pratik olarak da görüldüğü gibi kapitalizm sürdükçe sistem yabancılaşmanın koşullarını toplumsal varoluşun bütün düzeylerinde daha yaygın olarak üretmeye devam etmektedir. Tekeller kapitalizminin bugünkü ortamında yabancılaşmanın koşulları daha da yoğunlaşmıştır. Öyle ki, yabancılaşmanın sonuçları önlenmesi imkansız bir virüs gibi toplumun tüm dokularını sarmıştır.
Başka insanlardan ve kendi en derin duygularından yabancılaşmış yalnız birey çağdaş insanın bir durumudur. Tamamen kendi içlerine gömülmüş, başkalarıyla iletişim olanağı bulamayan, yoğun bir yalnızlık duygusuyla acı çeken parçalanmış kişilikli bireyleri hayatın her alanında gözlemek mümkündür. Bu insan tipi en uygun tasvirine Kafka'nın G. Samsa karakteriyle ulaşmış gibidir. Çünkü Kafka Başkalaşım adlı eserinde insanın hamam böceğine dönüşümünü anlatır. Tekeller düzeninin, devrimci burjuvazinin her şeyi yapmaya muktedir yaratıcı bireyini getirdiği nokta tam da burasıdır.
Günümüz toplumunda yabancılaşma; tüketicinin yabancılaşması gibi daha geniş sosyal anlamlar içermektedir. Ücretlinin kapitaliste, ücretli olmaktan başka, muhtemel tüketiciler olarak göründükleri bilinmektedir. Kapitalizm koşullarında daha çok tüketmeyi teşvik etmekle, en az ücreti vermeye çalışmak arasındaki gerilimin giderilmesi mümkün değildir. Kapitalizmin insan ihtiyaçlarını sürekli arttırmak, ürün için ihtiyaç üretmek gibi bir eğilimi vardır. Sistematik bir şekilde suni gereksinmeleri teşvik etmek ve arzu üretmek daha çok satma çabasının bir sonucudur.
Arzu ve bunun yarattığı tatminsizlik yabancılaşmanın yalnız ekonomik değil sosyal ve psikolojik bir niteliğe büründüğünün de göstergesidir. Sistem tatminsizlikleri sürekli tahrik etmelidir, çünkü bu olmazsa gerçekten ihtiyaç olmayan nesnelerin satışının kışkırtılması mümkün olamaz. Günümüzde bu tür yabancılaşmanın ötesinde, insan faaliyetinin yabancılaşması ve insanların iletişim kapasitesinde meydana gelen yabancılaşmanın yoğunlaşması dikkate değerdir. Tekeller döneminde insanlar arasındaki ilişkiler giderek şeyler arasındaki ilişkilere dönüşmektedir. Sosyal ilişkilerin şeyleşmesi insana ait olanın tükenmesidir. İnsanlar diğerlerini artık sadece müşteri ilişkileri içerisinde ya da bir "iş" olarak tanımlamaktadırlar.
Kuşkusuz bunların içinde en önemlisi, insan olarak insanın ayırt edici niteliği olan iletişim yetisinin yabancılaşmasıdır. İletişimin kopması dilin bozulması, düşüncenin paralize olmasıdır. Marx; "Dil düşüncenin dolaysız fiilliğidir" der. Dilin eyleme dönüşmüş düşünce olması demektir bu. Yani, dil yoksa düşünce de yoktur. Kapitalizm bugünkü aşamada "yalnız insanın" hayal gücünü kısıtlamakta, yaratıcılığını yok etmekte, dilini bozmakta, insanal iletişimi koparmaktadır. Maddi çıkarların yol açtığı yasaklayıcı baskı yüzünden yabancılaşma, ezilenlerin ötesinde, toplumun tüm katmanlarına yayılmaktadır. Kısaca toplumun tüm insani yetileri öğütülüp parçalanmaktadır.
Yabancılaşmanın bireysel düzeydeki en tahrip edici etkisi kapitalizmin yarattığı yalnızlık duygusudur. Yalnızlık duygusu kimi felsefi öngörülerin aksine doğuştan var olan bir insanal özellik değildir. Kapitalist toplumun belli bir aşamasında meta üretiminin ve iş bölümünün bir sonucu olarak ortaya çıkar. Günümüzde kapitalizm yalnızlık alanını sürekli geliştirmek eğilimindedir. İletişimsizliğin beslediği bu duygu, psikolojik problemlerin sürekli artması, ruhsal bozukluklar, yaygın depresyon olarak dışa vurmaktadır kendini. Batılıların yalnızlıklarını paylaşmak için psikologlara ödemek zorunda kaldıkları milyonlar basit bir göstergedir kuşkusuz.
Devrimci bu toplumun bir parçasıdır. Mücadeleye başkaldırısını yüklenip öyle gelir. Bu bir başlangıçtır. Gelirken tüm doğum izlerini üstünde getirir. Üstelik içinden çıkıp geldiği hayat onu hala dört bir yandan kuşatmış durumdadır. Ve bu kuşatma günümüzde dün olduğundan daha yoğundur.
Bu anlamda yabancılaşma; toplumculuğa karşı bireyciliğin, paylaşmaya karşı rekabet etmenin, başkaldırıya karşı düzenle bütünleşmenin öne çıkarıldığı koşullarda yalnız kapitalizme teslim olanların değil, onunla mücadele edenlerin de yaşamsal bir sorunu gibi görünmektedir.
Devrimciliğin; 'senin derdin benimdi, benimki de senin, paylaşamazsam bir sevinci seninle, yoktu benim de sevincim' diyen anlayıştan sürekli uzaklaşmakta olduğunu söylemek insafsızlık olmayacaktır. Devrimci bir öncü insandır. Ve insanın insanlığı eksildikçe devrimciler de eksilmektedir. Bu anlamda kendimizi sorgulamak hepimiz bakımından bir zorunluluk gibi görünmektedir.
Yabancılaşma devrimci saflarda kendini; vurdumduymazlık, yoldaşça beraberliği becerememe, gündelik ilişkilerde karşılıklı duyarsızlık, sevgisizlik, geçimsizlik biçiminde dışa vurabilir. Bu durumda kendini yalnız duyan insanların var olması da şaşırtıcı olmayacaktır. Kolektif aynı zamanda kolektif bir yaşama biçimi oluşturan örgütlenmedir. Zaten sosyalizm de yaşamın her alanını örgütlemek demektir. Bu yüzden bir anlamda ütopyacıların ufkuna gereksinmemiz vardır. Bu yüzden daima bugünden başlamak gerektiğini söylüyoruz.
Yeni eskiden iyidir. Yeni devrimciler, devrim düşüncesinin de yenilenmesi demektir. Ama diyalektiğin bir yasası ancak nicel birikimlerin nitel değişikliklere neden olduğunu söyler. Birikimsiz nitel dönüşüm olmaz. Kolektif birikim kolektifçe aktarılır. Bu gelenekle geleceğin, yıllanmışla yeninin birlikte yürümesi demektir. Birikimi dikkate almadan yenilemek ve yenilenmek isteği toplumsal düzenin kuşatmasındaki devrimciler arasındaki yabancılaşmayı arttırır.
Devrimci, iktidar isteyendir. İktidar isteyen hayata politik bakar. Ama devrimcilik sadece politik çalışan olmak değildir. Devrimciler asla birbirlerini işlerinin bir parçası olarak görmezler. Böyle bir işleyiş giderek ilişkileri mekanikleştirir, eksilmeye yol açar. Devrimciyi diğerlerinden farklı kılan bir kimliği ve kişiliği içselleştirmesidir. Günümüz dünyasında yaşamlar sonsuz şimdiye göre kurgulanmıştır. Şu günlerde yayınlanan bir telefon firması reklamındaki "anı yaşa" sloganı bu durumu en iyi ifade etmektir. Anı yaşamak hem hafızasızlaşmayı hem de gelecekten beklentisi olmamayı ifade eder. Devrimcilerse dün-bugün-gelecek bütünlüğünü hesaba katar. İlişkilerine ve çabalarına bu düşünme biçimini yansıtırlar.
"İsyanın ayak sesi alanları döv!/ İleri gururlu başlar dizisi!/ Biz, ikinci Nuh tufanıyla/ Yeniden yıkayacağız dünyanın tüm kentlerini" diyor Brecht "Mutlu Devrim" şiirinde. Kapitalizmin insanın üstüne boca ettiği pislikleri temizlemenin başka yolu yoktur. Devrim hem maddi hem manevi bir arınmaya yol açmak zorundadır. Ama önce arınma içeriden başlamalıdır. Yabancılaşmış devrimcilik olmaz. Yabancılaşma sürekli mutsuzluk üretilmesi demektir. Mutlu devrimin mutsuz devrimcilerle yapılamayacağını unutmamak gerekir. Sorun zorluklara katlanmakta değildir. Yaptığı işin insanı mutlu etmesindedir. Öyle değilse durup hep birlikte düşünmek gerekir. Devrimci asla mücadele ettiği düzenin muhalif bir türevi olmamalıdır.
Dünyanın tüm kentlerini yıkayacak gücü biriktirmek, içimize nüfuz eden kapitalizme özgü halleri yıkmaktan ve arınmaktan geçmektedir. Sorgulayan-eleştirel akıl devrimciliğimizin özü olmalıdır. Marks'ın; "Kesinlikle yapmak zorunda olduğumuz şey, var olan her şeyin tavizsiz eleştirel değerlendirilmesidir. Tavizsiz, yani eleştirilerimiz ne kendi sonuçlarından ne de var olan güçlerle düşeceği çelişkilerden korkmaz" sözü, düsturumuz olmalıdır.