21 Kasım 2024 Perşembe

Sosyalist aydın Kutsiye Bozoklar'ın kaleminden: Geleceği İstemek

Bugünü istemezsek eğer razı oluruz elimizdekine. Oysa biz "bugün değilse ne zaman?" sorusunu yaşamımızın her anında sormak zorunda olanlarız. Kendimize karşı yürüttüğümüz savaşın da bir parçasıdır bugünü istemek. Çünkü bugünü istememek ertelemektir.

"Yüreklerin karartılıp satıldığı/Ve aşkların/buruşturulup atıldığı akşamlarda/İnanç ki yenilmez kılar insanı/O sudan ve demirden sevda/resimlerde renklere sorar yaşamı/Günleri şiirlere böler ufuklarda - İşte bizimle güzelleşen her şey/yine bir dostluk/Bir de aşk sıcaklığında/Bitmedi daha sürüyor o kavga/Ve sürecek/Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek"… A. Yücel

Yüreklerin karartılıp satıldığı ve aşkların buruşturulup atıldığı akşamlardan geçerken inanca ve umuda sarılır insan. Ve sevdayla tutunur yaşamaya. Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşım: "Bugünden vazgeçtik, bugün değil istediğimiz" dedi bana. "Biz yarını istiyoruz." Kesinlikle biliyorum, umudu ve inancı olan biriydi. Ve ilk bakışta feda ruhu yüklü bir konuşmaydı bu. Çünkü bugünden vazgeçen arkadaş, kendi bireysel sevinçlerinden ve kazanımlarından da feragat ediyordu besbelli. Arkadaşımın yüzüne baktım; "kaderci bir yaklaşım bu seninkisi" dedim öfkeyle. "Biz vazgeçmeyeceğiz, ne bugünden ne yarından, asla!" Arkadaşımın geleceği istediğini biliyordum aslında. Onun umudu gelecekteydi, belki de hiç göremeyeceği gelecekte...

Peki, bugünden vazgeçerek gelecek kazanılabilir miydi? Yarına varılabilir miydi bugünü istemeden. Bir Danimarkalı şair Jorgen Gustava Brandt "Sabır" adlı şiirinde; "Bir şey beklemeksizin/beklemenin yolu/sağanak yağmurda/ateşi söndürmemeye uğraşmaktır" diye yazmış. Bir sağanak yağıyor üstümüze, beynimizin bütün kıvrımlarını istila eden bir sağanak bu. Ateşi söndürmemeye çalışıyoruz büyük bir inatla. Ve yürüyoruz yürümeyenleri arkamızda boş bir sokak gibi bırakarak. Üstelik tam da Nazım'ın dediği gibi kellemizi orta yere, yüreğimizi yumruklarımızın içine koyarak... Yolumuzda pusuya yattıklarını, arkamızdan çelme attıklarını bilmezden de değiliz, yürüyoruz karanlığın gözüne bakarak. Ama bu düzen istilacı. Karanlığın kara perdesini yırtmak için çoğalarak yürümek gerektiğini bilen ve umutla direnenlerde bile bir iz bırakıyor işte.

Bugünden vazgeçmek bir güven eksikliğinin dışavurumu. Hep yenildiğimizi ve yenileceğimizi iddia eden bu düzenin bilinçaltımızda yarattığı tortuların bir yansıması. Bugünden vazgeçerek geleceği istemek hayal kurmaktan başka bir şey değildir. "Hayal kurmak güçsüzlerin alın yazısıdır" demişti Lenin. Biz bugünü isteyeceğiz, ateşli bir sabırla, dizginsiz bir inançla. Hem birey olarak hem kolektif ve toplumsal olarak. Çünkü bugün yarına çıkar ve bugünden döşeriz yarına gidecek yolları. Ve bugünden umudunu kesmiş olan yarının sahibi olamaz asla.

Bugünü istemezsek eğer razı oluruz elimizdekine. Oysa biz "bugün değilse ne zaman?" sorusunu yaşamımızın her anında sormak zorunda olanlarız. Kendimize karşı yürüttüğümüz savaşın da bir parçasıdır bugünü istemek. Çünkü bugünü istememek ertelemektir. Rıza göstermektir. "Eldeki malzeme bu, bu malzemeden de bir şey çıkmaz" demektir. Pratik olarak boyun eğmektir. Oysa bu düzenin temel kişilik yönelimi rıza gösterme, devrimciliğin temel yönelimi ise rettir. Bu düzen sapına kadar kirli. Ve biz devrimciler bu kirli düzenle "bulaşık" yaşıyoruz. Ben olmaktan kurtulamamış ve benliğini bulamamış devrimcilerle sürdürülüyor mücadele. Tek tek bireylerde bugüne duyulan o üstü örtülü güvensizliğin nedeni de bu saptama zaten. Evet, biz kendisiyle hesaplaşmasını tamamlamamış bir devrimciler kuşağıyla yürüyoruz. Bu işin doğası böyle. Kişinin kendisiyle kavgası devrimci eylem içinde gerçekleşir. Kişi ancak eylemin ateşinde arınır. Eylemsizlik dönemlerinin insansızlık dönemleri de olması bu yüzdendir işte. İnsanlaşmak için eylemde çoğalmak gerekiyor. Eylemde çoğalmak ise bir kolektif aklı ve kolektif iradeyi gereksiniyor.

Ceylan Yayınevi'nce basılan "Alyoşa'nın Bayırı" adlı romanın "paha biçilmeyecek kadar değerli" adlı bir bölümü var. 1 Mayıs kolhozundaki parti hücresinin bir toplantısı anlatılıyor. Aslında bir kolektifin nasıl işlediğini, -kolektif aklın nasıl ortaya çıktığını gösteriyor. Genç Valentina, kolhoz başkanı Vasilliy ve teknisyen Buyanov tek tek ele alındığında kusurlu insanlar. Vasilliy sekter, Buyanov kendini beğenmiş, Valentine kimi zaman sorunları derinlemesine irdelemeden tepki veriyor. Ama bir kez tek bir akla değil ortak akla-ortak iradeye inanıldığında kolektif karar mekanizmaları hayata geçirildiğinde üç hata yapabilen ölümlüden eleştirel bir yaklaşımla düşünce üretebilen benzersiz bir güç ortaya çıkıyor. Tek tek her bireyin değil ortak bir üretimin ürünü olan çalışma, günün nasıl kazanılacağı konusunda dikkate değer bir örnek oluyor. Kolektif öncülük, kolektif bir yaşamın ön plana çıkmasını sağlıyor. Böyle bir çalışma tarzı gelecek için bugünü kazanmanın kaçınılmaz şartı gibi görünüyor. Kolektif yürümek ve fakat "kolektifçe" yürümek bugünü güzelleştiriyor, yarının önünü açıyor.

"Hayatın ve sevincin/kederi alt ettiği yer/kavganın ortasıdır/ki umudun çiçeklenişi/aşkın yengisidir bu" diyor şiir. Kavganın orta yerindeki devrimci, hem bireysel hem de toplumsal olarak inatla isteyecek bugünü. Yaşadı mı yoğunluğuna yaşayacak her şeyi. Kökler salacak yeryüzünün her kilometre karesine. Yoldaşın en paylaşımcısını isteyecek, kavganın en onurlusunu, sevdanın en tutkulusunu, müziğin en ezgilisini, resmin en güzelini, hasretin en sevinçlisini, ayrılığın en heyecan vericisini... Hayata karışacak en ücra köşesine kadar. Ve isyan ettiğinde sesi başka isyan çığlıklarıyla buluşacak daima. Asla sıradan bir figürü olmayacak hayatın. Bir eli bugünü sımsıkı tutacak, diğeri yarına uzanacak. Bugünden vazgeçmek; hayat karşısında usulca çözülmeye razı olmak demektir ki, hayatın çözdüğünü hayatın düşmanları rahatlıkla alt eder.

Devrimcilik adanmışlıkla birlikte anılır çoğu kez. Doğrudur bu. Ama adanmışlık asla vazgeçmek değildir. Yaşama ve sevince sahip çıkmaktır. Ve asla taklidine razı olmamaktır; arkadaşın, hayatın, sevdanın ve kavganın. Geleceği istiyoruz, bu kesin. Çoğalmamızı, üretmemizi engellemek için kuşatıyorlar dört yanımızdan ve gündelik hayata çarpıyor, sürekli kendini ileriye doğru yenilemesini öğrenemeyenler. Ama biz hepsini istiyoruz. Ve biliyoruz, "Talan ediliyor/bahar ve aşk/öyle bir soygun ki/duracak gibi değil/vurmazsak eğer/kendimizi yola."

*Hayatı Ellerinden Tutmak, Ceylan Yayınları, 2002