Sosyalist aydın Kutsiye Bozoklar'ın kaleminden: Bize kalan
Neme lazımcılık, yüzeysellik, yalnız kendi işini yapma eğilimi, devrimci saflardaki çalışma sevincini yok etmektedir. Bir kere o ortakça paylaşma duygusu yok olmaya başlamaya görsün, gündelik görevlerin yürütülmesi rutinleşmekte ve devrimcilik iş sayılmaya başlanmaktadır. Böyle olduğunda küçük dünyalar kurmak ve bencilleşmek her yaptığını fedakarlık, her yaşadığını ödenen bedel saymak bir sonuçtur. Memnuniyetsizlik, durumundan sürekli şikayetçi olmak, katıldığı her pratiği abartmak, kendini aşırı önemsemek, paylaşmanın yerine alıp vermeyi koymak ve sevgisizleşmek, eksilme belirtileridir. Kopma anının yaklaştığını göstermektedir.
"Emek" der Marx "zenginler için harikalar yaratır, ama işçi için yoksulluk üretir. Saraylar yapar, ama işçi için inler üretir. Güzellik yapar, ama işçi için solup sararma üretir. Makine durumuna indirgeyerek barbarlık içine düşürdüğü işçiyi fizik ve törel bakımından alçaltır, zihin alanını genişletirken alıklığı ve budalalığı işçinin yazgısı durumuna getirir." İşçinin, içine düştüğü durumdan tek başına çıkması olanağını azaltan bir durumdur bu. Öte yandan başkaları için çalışan insanın başkaları için yaşadığını düşünmesi doğaldır. Kendisi için yaşamaya başlamanın ise farklı yolları vardır. Kendisi için sınıf haline gelen proletaryanın devrimci bir unsuru olmak gibi. Ama başkaları için yaşadığını düşünmek genelde bir vurdumduymazlığa, bir adam sende, bananeciliğe dönüşür. Proletaryaya dışarıdan bilinç taşımanın gereği onun egemen sınıfın düşünceleriyle donatılmasından üstelik gündelik hayatını üretirken bu donatıma tümüyle açık olmasından kaynaklanır.
Başkaları için yaşadığını düşünmenin devrimci mücadele saflarına yansıması ise tersine çevrilmiş bir bencillik türüdür. Sınıfa bilincin dışarıdan taşınması öncü bir örgütlenmeyle olur. Bu örgütleme gönüllüğe dayanır. Ve gönüllü bir yaşam biçimi gerektirir. Öncü örgüt bir profesyoneller kolektifidir. Böyle bir yaşamda adanma ve dayanışma esastır. Ancak bu mücadelede yer alan hiç kimse kendini başkaları için yaşıyor göremez. Kimse kendini adadığı dava adına yaptıklarını fedakarlık sayma hakkına sahip değildir. Böyle bir kavgaya atılmak bireysel sorumluluk sorunudur. Kavgaya bu bilinçle başlamak gerekmektedir. Kavgaya bir fedakarlık ve bedel sorunu olarak bakmak ise içselleşmiş ve yaygın bir eğilimdir ne yazık ki. Ve bence tersine çevrilmiş bencillik olan tam da budur.
Devrimci mücadelenin süresi ve hızı, çekilen acıların şiddetiyle ters orantılıdır daima. Bu yüzden militan mücadele asla ayak sürçmeye gelmez. Yapılan iş fedakarlık olarak görüldüğünde, başkaları için savaşıldığı ve yaşanıldığı düşünüldüğünde ayak sürçme başlamış demektir. Devrimcilik günlük uğraşlarının yanında insanların vicdanlarını rahatlatmak için yapacakları bir iş değildir. Devrimcilik tutkuyla bağlanılacak bir yaşam biçimidir. Öyle ki, bu işe atılan kişi onda hayatın anlamını bulsun. Ve bu işin dışında başka bir yaşamdan zevk almasın. Devrimin dışında bir yaşam onu mutlu etmesin. Böyle olduğunda mutsuzluk, başkaları için yaşamak, fedakarlık, bedel ödemek yani bir alış veriş söz konusu değildir.
Meta dünyası alma ve verme üzerine kurulu olduğundan bedel sözü dilimize dolanmıştır. Ve hep bir fiyatı çağrıştırır. İnsan kendisi için sevdiği, tutkuyla bağlı olduğu bir yaşam biçimini, kendisi gibi insanlarla paylaşmışsa yaşadığı güzelliğin sonuçlarını da seçilen yaşam biçiminin istenmeyen ancak olası bir parçası saymak durumundadır. Kuraldır; eylemin zamanı kısadır, kavganınki bütün bir ömür. Ve o bir ömürlük tutkudur ki, sürekli kılar eylemi de. Bu yüzden düşenler dövüşerek, seçtikleri bir yaşam adına gitmişlerdir. Bu yüzden adlarını hüzünle anmayız. Bir kavga şiarı olurlar bizim için.
Direnme azmindeki bir tutsak "Süleyman Yeter ölümsüzdür" diye girdiğinde içeri, gerçekten yaşıyordur onda yoldaşı. Bu yüzden kesintiye uğramadan sürer devrimci mücadele. Hüner kavgaya girmekte değildir. Herkes yapabilir bunu. Hüner sürekli kılabilmektir kavgayı. Ve tek başına devam etme becerisi değildir kavgayı sürekli kılmak yalnızca. Geleceği örgütleyebilme yeteneğini göstermektir. Düşerse, nöbeti devredeceği başkaları olmalıdır devrimcinin. Ardında duran eli bilmelidir. Öylece gitmelidir.
Global kapitalizm, insanın ve insanlığın dibe vurması demektir. Egemen burjuvazi, tüm teknik donanımlarını kullanmaktadır. Mücadele, en keskin biçimde ideolojik alanda sürmektedir. Yürütülen ideolojik saldırı sağlam dayanaklara sahip bir karşı duruşu gerektirmektedir. Bu ideolojik saldırının asıl hedefi, insanı insan olmaktan çıkarmaktır. İnsanı, iradesi kırılmış bir nesneye dönüştürmektir. Dünyayı ve yaşadığı toplumu dönüştürme ve değiştirme çabalarının boşuna olduğu inancını yaygınlaştırmaktır.
Kapitalizmin kendini ideolojik anlamda yeniden üretmekte başarısız olmadığını kabul etmek zorundayız. Her an süren bu ideolojik saldırı karşısında insan tekdüzeleşmektedir. Ayrımlar ortadan kalkınca belirsizlikler artmaktadır. Bireyi atomize eden saldırı "neme lazımcılığı" koşullamaktadır. Atomizasyon sadece bireylerin birbirinden kopmasında değil, bireyin kendi içinde ve yaşamın çeşitli alanlarında duvarların belirmesinde de göstermektedir kendini. İş ve boş zaman arasına aşılmaz duvarlar dikilmektedir sözgelimi. Adorno'nun dediği gibi, sevinç ve zihin ikisinden de kovulmaktadır. Kapitalizmin lekelediği bu bilinç devrimci saflara da yansımaktadır.
Devrimci iş; zamanının, boş zamanın ve eğlencenin aynılaşması sayılmalıdır. Öyle görmek gerekmektedir. Ancak, neme lazımcılık, yüzeysellik, yalnız kendi işini yapma eğilimi, devrimci saflardaki çalışma sevincini yok etmektedir. Bir kere o ortakça paylaşma duygusu yok olmaya başlamaya görsün, gündelik görevlerin yürütülmesi rutinleşmekte ve devrimci iş sayılmaya başlanmaktadır. Bu sadece devrimci sevincin değil, sevginin de yitirilmesi anlamına gelmektedir. Çözülmeyi işkence karşısında insanlıktan çıkmak, vazgeçmek, direnememek ve arkadaşlarını ele vermek olarak görmemek durumundayız.
Günümüzde, sözcükler bize karşı emperyalizmin hizmetinde bir saldırı silahı olarak kullanılmaktadır. Üzerimize sözcüklerden yapılmış kurşun gibi düşmektedir, ideolojik ayartma yöntemleri. Bireycilik bizi her yandan kuşatmaktadır, sözün özü. Ve sonuçta direnmek, çözülmemek hayatın karşısında ayakta kalmak ideolojik saldırı karşısında dimdik durmak olmaktadır. İnsan paylaşmaktan ve ortakça üretmekten vazgeçtiğinde çözülmektedir. Değişmek ve değiştirmek için yola çıkanlar, sıradanlaşıp kendini tekrar etmeye başlamaktadır.
Böyle olduğunda küçük dünyalar kurmak ve bencilleşmek her yaptığını fedakarlık, her yaşadığını ödenen bedel saymak bir sonuçtur. Kopuş kaçınılmaz olmaktadır. Çoğu kez farkında bile olmadan ve hiç durmadan memnuniyetsizlik üreterek yalnızca uygun an beklenmektedir. Memnuniyetsizlik, durumundan sürekli şikayetçi olmak, katıldığı her pratiği abartmak, kendini aşırı önemsemek, paylaşmanın yerine alıp vermeyi koymak ve sevgisizleşmek, eksilme belirtileridir. Kopma anının yaklaştığını göstermektedir.
Bu bilinç kayması, yalnızca bir bütün olarak nesnel koşullardan değil, medyalardan yayılan gündelik, sistemli ve en önemlisi, insanı gönüllü kabule yönelten ideolojik saldırılardan da beslenmektedir. Vazgeçmek, yenilgiyi kabul etmek demektir. Vazgeçen, gerekçesi ne olursa olsun, kurtlar toplumuna geri dönmektedir. Ve ancak, kurtlar toplumunun kuralları uyarınca namuslu kalabilmektedir. Bulaşıklıklardan arınmak ve temizlik esastır. Tehlikeye karşı, kolektif aklı ve ideolojik şiddeti yükseltmek, devrimci pratiği radikalleştirmek gerekmektedir. Sosyalizm insanlaşmanın adıdır. İnsansızlaşan bir toplumda insan kalmanın ve insan olmanın yolu, eylemden geçmektedir. Eylemin ufku ise sosyalizme açılmaktadır...
Kasım, gidenlerimizi, devrim yolunda ölümsüzleşenleri andığımız aydır. Kasım'da devrimci süreklilik ve feda ruhunun anlamı üstüne yaratıcı biçimde düşünmeyi, bir anma biçimi olarak görmek mümkündür. Devrim yolunda ölümsüzlüğe uğurladıklarımızı anarken aynı zamanda sevgimize süreklilik, ilgimize eleştiri içermek ve en önemlisi kendimizi nesnel biçimde görmeyi denemek, bir adımdır. Böylece yeni atılımlar ve sıçramalar yapabilmek için inadımızı yoğunlaştırmak mümkün olabilecektir. Çünkü kolektif mücadelenin insanı olmak yenilenerek, tazelenerek ileri yürümektir.
Devrimcinin has tarifinin ölesiye bir inat olduğunu göstermiştir gidenlerimizin her biri. Ancak onlarınki, hep umutlu inattır. Ve işte böyle bir umutlu inatla sevmektir güzelliği devrimcilik. Biliriz ki; gidenlerimiz, o körpe dallarımız kırılsa bile yeniden çiçeklenecektir hayat ve devrim, zamanı korkuya boğmaya çalışanlara inat. Devrimci gidenler için; Ölmeden önce güneşteydi gözleri/ işte bu yüzden/ ölürken ışıl ışıldı son sözleri diye yazmış, şair. İşte bu sevdadır, onlardan bize kalan. Budur, inancımızı tazeleyen ve gittikçe silahlaştıran, gidenlerin türkülerini.
Şimdi yaşamı ve geleceği savunma cephesinde güce dönüştürmektir işimiz gidenlerden öğrendiklerimizi. Son sözü hep direnenlerin söylediğini bilmektir. Tepeden tırnağa inanç kesilmektir. Tepeden tırnağa umut. Ve bir adım öne çıkmaktır. Biraz daha tutkulu biraz daha sevgiyle sarılmaktır kavgaya. Aşkı özgürleştirmektir Demircioğlu gibi, ölümü yüzüne fırlatmaktır yönetenlerin Tuncay gibi, direnmeyi yaşamak bilmektir Süleyman'ca, Hasan'ca. Devrimi çiçeklendirmektir. Ahmet Muharrem gibi, Güneş gibi ışık taşımaktır geleceğe yürek dolusu...
Adları yüreğimizde, her birinden öğreneceğimiz vardır; inat gibi, direnme gibi, yaşama sevinci gibi... İrfan'dan, Adil Can'dan, mayısta gidenlerden, martta gidenlerden, baharı örgütleyenlerden, adları kızıl karanfil olanlardan. Onlardan bize kalan devrimci yaşamak kadar, devrimci ölmeyi bilmek olmuştur. Bir hayatı insan gibi tamamlamak yani.. Ve en önemlisi devrimci iyimserliktir. İleri yürümektir, yanan ama tükenmeyen olmayı bilerek... Anıları önünde; Yok onlar ölmediler/ ateşli fitiller gibi/ dimdik ayakta /barut ortasındalar diye haykırmanın yolu budur.