21 Kasım 2024 Perşembe

Sosyalist aydın Kutsiye Bozoklar'ın kaleminden: Alışkanlık

Devrimci mücadele yalnız karşımızda somut biçimde gördüğümüz, egemen iktidara değil, kendini devrimci olarak adlandıran tek tek her bireyin iç iktidarına karşı da olmalıdır. Egemenlerin temel istemi insanın düzene, düzenin toplumsal ilişkilerine uyumunu sağlamaktır. Bunu onlarca yıldır tek tek her bireyde içselleşmiş iktidar odaklarını kullanarak başarıyorlar. Biz reddeden ve başkaldıran insandan söz ettiğimiz zaman, yalnızca "madden" karşımızda gördüğümüz iktidara başkaldırmaktan söz etmiyoruz. Bu işin yalnızca bir yanı. Tek tek her bireyle mücadele ettiğimiz iktidarların bir parçası, temsilcisi olan içsel iktidarlara karşı da olmalı başkaldırımız. Devrimci, bu iktidarları kurutmadıkça devrimci olamaz.

İnat bizim işimiz. Biz inatçıyız. Sosyalist olmak inadımızdır. Bu yüzden inadımızı katıyoruz her an inancımıza. Yeni bir dünyada, yeni bir insana olan gereksinmeyi yazıyoruz hiç durmadan. Yeni insan bir soyutlama değildir. Bir insan değiştirme sürecidir.

Yenilginin içinden geliyoruz. Yenilgi gelişmenin ve mutlaka yarını istemenin gerekliliğini gösterdi bize. Hareketsizlik, gelişmenin önünün tıkanması her türlü çirkinliğin kaynağı oldu. Bataklık durgun sularda oluşur. Bataklık kötü kokar. Her türlü dedikodu, ikiyüzlülük, yozluk ve kokuşma böylesi ortamlarda gelişir. Türkiye devrimcileri bu durumu yaşadı. Kısırlığın, hareketsizliğin ve gelişmemenin yaydığı hastalıkların izlerini, etkilerini taşıyoruz üstümüzde hep birlikte. Çıkarıp atmamız gereken eski düzenin pislikleriyle birlikte bu izlerdir işte.

Her yenilgi bir yeni başlangıçtır. İçinden çıkıp geldiğimiz depolitizasyon sürecinden, yılgınlıktan, apolitiklikten çokça söz ettik. Seksen yenilgisinin başarısı daha çok ideolojik oldu. İnsanlarımızı belleksizleştirdi. Onursuz yaşamayı ve uzlaşmayı bir yaşama biçimine dönüştürme konusunda etkisi büyük oldu. İşte hep bu yüzdendir reddetmeyi, sorgulamayı ve başkaldırmayı bilen insana vurgu yapmamız.

Her yeni başlangıç, hastalık ve çirkinlik taşıyan organizmaları geride bırakmak demek. Yenilgi gelişmenin tohumlarını bağrında taşıdığı için, yeni başlangıçlar yapma gücüne sahibiz. Bu, yeni bir dünyayı istemektir. Yeni bir dünyayı istemek; gelişmeyi, bunun için de değişmek ve değiştirmeyi zorunlu kılıyor.

Bu yeni bir yola yeniden başlamaktır. Yeni yollara yeni insanlarla gidilir. O çokça sözünü ettiğimiz "yeni insan", insanların kafasında yeni yolların açılması demektir. Sihirli bir değişiklikle oluverecek bir nitel sıçrama değil. Kuşkusuz yeni insan, insanda gerçekleştirdiğimiz bir devrimdir. Her devrim de eninde sonunda bir nitel sıçramadır. Ama ancak nicel birikimlerin nitel sıçramalara yol açtığı da diyalektiğin ilk öğrendiğimiz yasası, en basit yasası değil midir? Su yüz derecede değiştirir niteliğini, buharlaşır. Buharlaşmayı sağlamak için ateş yakmak gerekir. Devrimcilik bu ateş yakma işidir. Yaşamın her alanında gerekir ateş yakmak.

Yaşamın yenilenmesi bugünden yarına gerçekleşmiyor. Eski toplumun tortuları bireylerin içinde bir tabaka oluşturuyor sanki. Devrimci, bireysel bilinçaltından bu tortuları temizlemek zorunda olan kişidir. Bir toplumsal devrim gerçekleştiğinde eski toplumun izlerini silmek için bir devrimci şiddet dönemi yaşanır. Ama bunun yeterli olmadığını gösteriyor yaşananlar. Tortular binlerce yıldır birikenlere durmadan eklenenlerle oldukça kalınlaşmıştır çünkü. İyice kazınması gerekiyor.

Yeni insan eylemin, sürekli gelişen ve yükselen mücadelenin işidir diyoruz ısrarla. Bilinçaltımızdaki tortulardan söz ettiğimizde mücadelenin içeriğini yeniden doldurmak gerekiyor. Devrimci mücadele yalnız karşımızda somut biçimde gördüğümüz, egemen iktidara değil, kendini devrimci olarak adlandıran tek tek her bireyin iç iktidarına karşı da olmalıdır. Egemenlerin temel istemi insanın düzene, düzenin toplumsal ilişkilerine uyumunu sağlamaktır. Bunu onlarca yıldır tek tek her bireyde içselleşmiş iktidar odaklarını kullanarak başarıyorlar. Biz reddeden ve başkaldıran insandan söz ettiğimiz zaman, yalnızca "madden" karşımızda gördüğümüz iktidara başkaldırmaktan söz etmiyoruz. Bu işin yalnızca bir yanı. Tek tek her bireyle mücadele ettiğimiz iktidarların bir parçası, temsilcisi olan içsel iktidarlara karşı da olmalı başkaldırımız. Devrimci, bu iktidarları kurutmadıkça devrimci olamaz. Yeni insan hiç olamaz. Bu iç iktidarlara karşı mücadele düzene teslim olmaya karşı mücadele, düzene teslim olmaya karşı bir direnmedir de aynı zamanda. Bu mücadelenin başarılamaması parçalanmış kişiliklere yol açıyor. Bu bölünmeye son vermektir yeni insan yaratmak.

Düzen günlük, olağan yapıp etmelerimizle içselleşiyor. Yaşamımızın derinliklerine, her hücresine, "alışkanlıklar"la siniyor. İçselleşmiş iktidarlara karşı mücadele, alışkanlıklarımızı devrimci değişimden geçirmekte yatıyor.

Gladkov'un ünlü romanı Çimento'yu anımsar mısınız? Roman, yetmişlerin ortalarında Fabrika adıyla tekrar yayınlanmıştı. Stalin'in çok beğendiği bir romanmış Çimento. Doğrusu romanı 17 yaşında okumuş ve pek de beğenmemiştim. Yalçın Küçük on beş yıl önce yayımlanan bir yazısında roman kahramanı "Daşa"nın, "Türkiye'de devrimci genç kızların erkekleşmesinin sembolü" olduğunu yazmıştı.

Gladkov'un romanı devrimin hemen sonrası Rusya'da geçer. Şimdi dönüp geriye baktığımda kitaptan öğrenecek şeyler olduğunu düşünüyorum. Daşa'yı eksik ve sevgisiz bulmuştum on yedi yaşımda. Parti sekreterindense hoşlanmamıştım. Kocası ise zavallı gelmişti bana. Çimento bir altüst oluş döneminin ürünüdür aslında, iç savaşın ve devrim yıllarının... Daşa da, eşi Gleb de aynı inancın insanlarıdırlar. Savaşa katılan Gleb, evine döndüğünde eski Daşa'yı arar. Evinin kadını Daşa'yı, dünyası eviyle sınırlı kadını. Oysa iç savaş koşullarında değişmiştir Daşa. Sınıf düşmanlarının tecavüz saldırısına uğramış, katılaşmış, en önemlisi ufku farklılaşmıştır. Özgür bir kadındır, kişilik kazanmış ve toplumsal idealleri olan biridir artık. Yeni mücadele koşullarında artık iç savaş öncesinin ilişki ve düşünce tarzlarını sürdürmek olası değildir. Gleb, eskisi gibi yaşamak ister. Çünkü eskisi gibi düşünmeye devam etmektedir. Ama Daşa sınıfsal ve cinsel kurtuluşunun yolunun açıldığını görmüştür. "Evinin kadını" olamaz, dünyası eviyle sınırlı değildir. Aynı yolda yürümeyi sürdürdükleri halde, "yaşama" ilişkin tutum farklılığı, Daşa ile Gleb'in kişisel yollarını ayırmaktadır. Bu, tarihin nesnel ilerleyişinin yarattığı değişimlerin bir sonucudur. İç savaş dönemleri böylesi değişimlere neden olur, diye düşünebiliriz insan ilişkilerinde.

Ancak bir şey daha var. Dış gericiliğe karşı elde silah mücadele eden Gleb, alışkanlıklarına, bilincindeki gericiliğe karşı hiç mücadele etmemiştir. Bu, o ülkenin ve insanların yaşadığı koşullarla da ilgili olabilir. Alışkanlıklar ve eski bilinç biçimleri en çok da kadın-erkek ilişkilerinde açığa vuruyor kendini devrimciler arasında. Yalnız erkeklerin değil, kadınların bilincinde de köklü değişiklikler gerekiyor. İç savaşın değişim gücü dışında, kafaların içindeki iç savaşı anımsattığı için aklıma geldi Çimento romanı.

Savaşımız ve isyanımız kafamızın içindeki gerici iktidar odaklarına karşı da olmak zorundadır. Kişiliğimizdeki tüm bölünmelere karşı yürüteceğiz başkaldırımızı. Tıpkı bu yıkılası zulüm düzenine başkaldırdığımız gibi. Günlük yaşamın her alanında; ve direnmede.. Her yerde ve her şeyde. Başta kadın erkek ilişkilerinde. Mayakovski'nin dediği gibi bitirmek istiyorum sözlerimi.

Kadınların ve erkeklerin yaşamını
Bizleri birleştiren sözcükle
Birleştirmek lazımdır.
"Yoldaşlar."